Yırtık Heybe, Yaşlı Merkep
Dış görünüşün yılların yıpranmışlığını taşıyor üzerinde Renkli iplerin, çapıtların solgunluğu parlıyor gözlerinde Ayrı ayrı gözlerin altlarındaki delikler, ülkelerin ekenomisindeki kara delikler gibi tükenmişlik sendromunu hatırlatıyor saçakların izlerinde İlmek ilmek dokunmuş motifler; emeği, saygıyı, sanatı yansıtıyor paralel kenarlı desenlerinde Seni görünce antik duygularım depreşti bir an için Hey gidi yıllar diyerek, kendi kendime sordum bu çöpe atılmışlık itilmişlik neden ve niçin Nasıl unutacaksın bunca taşıdığın pırtıyı, bunca değeri bilmemki sarp bakışlı laçin,
Sanki zorunlu memur misali
özgür iraden olsaydı yaparmıydın böyle bir seçim
Dur be yolcu der gibi oldu, yaşlı merkebin kocacıkları bile yerinden fırlamış semeri, Bak sana bana babalık, bir zamanlar taht gibi olan ben semerin; şimdi ne keçesi kaldı, ne derisi ve ne de belimi saran kemeri
Hele üzerime ağır odun yük yükledikleri zaman
kamışların incittiği belimin direği,
Bir de yokuşları çıkamayınca gaddar sahibimin, üstüne taht kurduğum merkebe, öğendireyi vurup kırdığı kürek kemiği
Belki de hayvanlar aleminin en çirkin seslisi olan yaşlı merkep, ah ah diyerek geçti çok sesli senfoninin başına,
Herkesin kendisini dinlediği zehabına kapılan yaşlı hımar, avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı tek başına,
Başka hiç kimse kendisini dinlemediği için, en iyi sanatçının kendisi olduğunu sananlar gibi anırıyordu boşuna,
Hoşafdan anlamayanın bizzat kendisi olduğu deyimini anlatıyordu adeta, kurtların yerinde gözü olan çakal kayyuma,
Anamdan emdiğim sütü burnumdan getirdiler gardaşım, Daha sıpa denecek kadar küçükken çıplak bindiler bana, sıvazlayarak sırtımı, okşayarak başımı ve diyerek hadi aslanım, Gerisini sormayın bile, önce çul, sonra eğer ve tabi ki sonra semer tanışım,
Ya bağa giderken beni en iyi anlayan dostum heybe ve içindeki pılı pırtı ve sürekli ayaklarıma düzenli vuran kürek sapım,
Heybe de devreye giriverdi hemencecik, çok kahrımı çekti vefakar dostum,
Yağmur, kar, fırtına, kış-kıyamet hiç hayır demedi ve hep bana derdi, hadi bin bakalım aha sırtım,
Ne bana bir kere bile öf dedi, ne yüzünü ekşitti, ne de ağrıyor karnım,
Her bindiğim zaman bana seslendi, emrine amadeyim, başım-gözüm
Daha önce de birilerinin omuzlarında yükselenler değil midir ki vefakar, omuzlarına binilenler değil midir ki cefakar,
Zaten her zaman sırtına basanlar değil midir ki amir, sırtına basılanlar değil midir ki itaatkar,
Zaten her zaman üsttekiler değil midir ki haklı, ezilenler değil midir ki isyankar,
Zaten her koşulda, tüm dünyada egemenler değil
midir ki adil, mazlumlar değil midir ki icbarkar,
Ben de az eziyet görmedim be kardeş,
Tarladan fabrikaya dek bana bir sürü el değmiş,
Pamuk olmuş, toplanmış, renga renk ip olmuş,
Çaput olmuş, iplik olmuş şimdi adım heybeymiş,
Çarık-çürük demezler gözlerime koyarlar,
Taş, kum demezler ilmeklerime dolarlar,
Çamur-çaylak demezler çöplüklere atarlar,
İkiz çocuk varsa eğer, denge unsuru yaparlar,
Şimdi ise bir tarafım sökük, bir tarafım yırtık,
Kimsenin değer vermediği bir atığım artık,
Şayet sen beni koymasaydın yaşlı merkep sırtına,
Yerim, ya paspaslara olacaktım yama,
ya da kırık koltuklara olacaktım katık.