CESARET Mİ, ESARET Mİ, KEFALET Mİ, KEFFAARET Mİ?
İnsanın kendisini nasıl ifade ettiği çok ama çok önemli benim için. Zira kişinin kendini ifadesi, bir nevi kendisini tanıdığının bir ifadesidir ki, bu durum kişinin, yaratıcısını tanıma yolunda mesafe almağa başladığının bir başka ifade şeklidir aynı zamanda.
Bir kimse kendini akıllı olarak ifade edebilir, bir kimse kendini zeki olarak ifade edebilir, bir kimse kendini çalışkan olarak ifade edebilir, bir kimse kendini başarılı olarak ifade edebilir, bir kimse kendini samimi olarak ifade edebilir, bir kimse kendini yürekli olarak ifade edebilir, bir kimse kendini cesur olarak ifade edebilir veya bir kimse kendisini başka bir sıfatla ve hatta bir kimse kendini olumsuz bir sıfatla da ifade edebilir.
Bir kimse kendisini benzer sıfatlarla ifade ediyorsa ve eğer samimi ise ve eğer doğru ve özden ise, o kimseyi alkışlamak gerekir. Ama eğer bir kimse kendisi ifade ederken, kendisini değil de kendisinin olması gerektiği konumu ifade ediyorsa, kendini ifade ederken söyledikleri ile yaptıkları çelişiyorsa, kendisini ifade ederken aslında söyledikleri ve yaptıkları başkalarında farklı algılar veya farklı imalar oluşturuyorsa; bu durum; psikolojik, pedagojik ve hatta travmatolojik bir vaka demektir.
Gerek Türkiye’ye yön vermek isteyen mahfiller, gerekse dünyanın kendi istedikleri emperyal bir sistemin parçası olmasını isteyen legal ve illegal mahfiller, özellikle ALGI operasyonları yapmak için çok çaba harcamaktadırlar. Zira onlar bu algı operasyonları konusunda başarılı olsunlar ki, onların istediği ekonomik, siyasi, kültürel egemenlikleri devam edebilsin.
Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra tehdit algısını değiştirdi. Önce Tehdit olarak Fundamantalist İslami Hareketleri gösterdi. Daha sonra İslam Dünyasını kendi istediği bir anlayışa getirmek için Büyük Ortadoğu Projesi( BOP) fikrini ortaya attı. Dinler Arası Diyalog ve medeniyetler arası diyalog ve işbirliği kavramları ile, İslam Dünyasına yön vermeğe çalıştı. Bu kavramları ortaya koyarken samimi veya İslam dünyasının iyiliğini istemek için yapmadı, daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi bu yaklaşımların temel amacı;
a) Kurduğu semiri ve sömürü düzenini devam ettirmek
b) İslam ülkeleri arasında sürekli çatışmalar meydana getirmek
c) Yeni KAOS alanları ve KAOS bölgeleri oluşturarak, o bölgelere silah ve mühimmat satmak
d) Birleşmiş Milletler ve NATO gibi kurumlarla da kendi çıkarlarına karşı hiçbir ülke ve milletin karşı çıkamayacağı bir AĞ kurmak, kalkan oluşturmak.
Daha ben, BM ( Birleşmiş Milletler) kurulduğu günden itibaren İSRAİL’in aleyhine bir tek ciddi bir yaptırım kararının alındığına şahit olmadım.
Daha ben, NATO’nun Türkiye’yi korumaya yönelik çok ciddi bir adım attığına şahit olmadım.
Daha ben, Bağımsız Devletler Topluluğunun ( Eski Sovyetler Birliğine Bağlı Ülkelerin Oluşturduğu siyasi Blok) Ermenistan’a (karşı topraklarının 1/5 i işgal altında olan Azerbaycan lehine) en ufak bir yaptırım kararının aldığına şahit olmadım.
O zaman benim cumhurbaşkanım elbette tüm dünyanın gözüne baka baka ‘DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR’ sözünü, tüm dünya mazlumları adına söyleyecek ve bu ifade alttan alta bütün dünyada bir slogana dönüşecektir.
Gelelim ülkemizde meydana gelen siyasi atmosfere ve siyaset üretememenin beraberinde getirdiği siyasi polemiklere.
1-
Önce AK PARTİ eski MKYK üyesi sayın Ayhan OĞAN’ın, “yeni bir devlet kuruyoruz” sözleriyle ilgili olarak;
Öncelikle şu an itibari ile sayın Ayhan OĞAN AK PARTİ’nin yetkili bir organında fiili olarak görev yapmamaktadır.
Ayrıca gerek sayın başbakan Bin ali YILDIRIM ve sayın cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN en üst perdeden konu ile ilgili olarak bence kamuoyunu yeterince tatmin eden açıklamalarda bulunmuşlardır.
Ben sayın OĞAN’ın açıklamalarını, kasdını aşan bir ifade olarak değerlendiriyorum ve bu ülkede herkes konuşurken, yazarken ince eleyip sık dokuması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
2-
Almanya’da yayın yapan Fokus dergisinin sorduğu bir soruya, CHP genel başkanı sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun verdiği cevap şu şekilde olmuştur.
‘Ne yazık ki böyle bir ortamın gerçekten mevcut olduğunu tespit etmek durumundayım. Uzun zamandır Türkiye de halihazırda hiç kimse için güvenlik garantisi olmadığını söylüyorum, ne canınız ne de mal ve mülkünüz için. Devlet elbette terör organizasyonlarının propagandasına karşı önlemler almalıdır. Maalesef yasaların geçerli olmadığı ve adaletsiz bir dönemde yaşıyoruz. Dünyanın güvenini yeniden kazanmak için Türkiye acilen normale ve demokrasiye geri dönmek zorunda’
CHP daha sonra, Fokus dergisine TEKZİP gönderdiğini ifade etmiştir.
Siz de biliyorsunuz ki, TEKZİP yazıları ya çok küçük puntolarla yayınlanır, veya minik köşelerde ve kimsenin okumayacağı köşelerde yayınlanır.
Hemen şunu söylemek gerekiyor, CHP genel başkanı sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun açıklamaları siyasi nezaketten, siyasi mülahazalardan uzak ve tam bir sürekli mağlubiyetin verdiği kaos ortamını andırıyor ve sormak gerekir hemencecik.
a-CHP genel başkanı sayın Kemal KILIÇDAROĞLU’nun güvenliğini kim sağlıyor bu ülkede acaba?
b-Bunları söylerken ülkemize turist olarak gelen Almanya vatandaşlarının gelmesi istenmiyor mu acaba?
c-Siyasi hırslarımız uğruna insanların ve özellikle turizmcilerin ekmeğine ve dolayısı ile ülkemizin ekonomisine zarar verilmek mi isteniyor acaba?
Almanya gibi AB’nin ekonomik lokomotifi durumundaki bir ülkede yayın yapan bir dergiye beyanat vermek ve bu beyanat verirken kompleksli bir yaklaşım sergilemek beni rencide etmiştir.
3-
Bir de CHP milletvekili Mustafa Akaydın ın FETÖ ve Türkiye ile ilgili skandal ifadeleri var.
Yaptığı konuşmada ısrarla FETÖ yü aklamaya çalışan CHP li Akaydın’ın, konuşmasında sürekli olarak 15 Temmuz darbe girişimini "tiyatro" olarak değerlendirmesi ve hain kalkışmayı sulandırmaya çalışması dikkat çekici.
Aslında bütün bunları, Türkiye’de siyasetçilerin toplumun ve milletin meselelerine, problemlerine çözüm üretememelerinden kaynaklı travmatolojik durumlar diye değerlendirmek lazım diye düşünüyorum.
Yoksa bütün bunlar, ‘küllü cahilün cesur yani bütün cahiller cesurdur’ ifadesindeki cesaret yaklaşımı mı acaba?
Yoksa bütün bunlar, esaretin bek raundundan kurtulamayan ve bundan dolayı ezik durumundaki esaret yaklaşımı mı acaba?
Yoksa bütün bunlar, esaretten ve işgalden kurtulmak için ödenmesi gereken bir kefalet yaklaşımı mı acaba?
Yoksa bütün bunlar, topluma karşı, millete karşı, devlete karşı işlenen cürümlerin faturasına karşılık verilmek istenen bir keffaret yaklaşımı mı acaba?
Bana göre kısmi de olsa hepsi…
Size soruyorum: CESARET Mİ, ESARET Mİ, KEFALET Mİ, KEFFAARET Mİ?