Küresel Meydan Muharebelerinin Yerel İzdüşümü
Türkiye’de meydana gelen siyasal, sosyal, askeri ve iktisadi hadiselere bakacak olursak, ülkemizin; küresel vampirlerin öngördüğü ekonomik ve siyasal işgalden neredeyse kurtulduğunu söylemek sanırım hiç de zor olmasa gerek.
İslam İşbirliği Teşkilatı 13. Zirvesi Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında İstanbul Kongre Merkezi nde gerçekleştirildi. Erdoğan, İİT ye üye 30 un üzerinde ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını, İstanbul Kongre Merkezi nde ağırladı. Karşılamanın ardından aile fotoğrafı çektirildi.
İslam İşbirliği Teşkilatına üye olan 30 İslam Ülkesinin devlet başkanının veya hükümet başkanının zirveye katılması başlı başına üzerinde durulması gereken hadiselerden biridir.
İki İslam ülkesinin bile bir araya gelemeyip herhangi bir konuda fikir üretemediği bir ortamdan,
problemlere çözümün dahi dile getirilemediği bir ortamdan,
toplam ticaret hacminin %20sini kendi aralarında gerçekleştirip %80 ini başkaları ile yaptıkları bir ortamdan,
kendi siyasal, yapısal, sosyal ve hatta ekonomik ve akademik sorunlarını tartışıp gerektiğinde sorunlara çözüm üretebilen bir anlayışın en azından müzakeresinin yapılabilir olması, bence tarihe not düşülebilecek hadiselerden birisidir.
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al-Suud’un zirve öncesi ülkemizi resmi olarak ziyaret etmesi ve oluşan sıcak atmosfer, her ne kadar içimizdeki İrlandalıları rahatsız etse de, bu gemi limandan ayrılmıştır artık. Büyük hedeflere demir atmak üzere yol almaya başlamıştır. O zatlar ya bu geminin rotasını değiştirecekler, ya bu gemiyi batırmak için gemiyi delecekler veya bu gemideki yolculuğa devam etmek durumunda kalacaklardır.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Katar Emiri Temim Bin Hamad Al Sani, Bosna Hersek Devlet Başkanlığı Konseyi Başkanı Bakir İzzetbegoviç, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nur Sultan Nazarbayev, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas ın da aralarında bulunduğu İslam ülkelerinin liderleri, İslam İşbirliği Teşkilatı 13. Zirvesi"nin düzenlendiği İstanbul Kongre Merkezi ne sabah saatlerinden itibaren gelmeye başlamış, Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirveye katılan liderleri, kongre merkezinin dışında oluşturulan ve katılımcı ülkelerin bayraklarının yer aldığı platformda karşılamıştır. Erdoğan’ın, liderlerle tek tek tokalaşarak kısa süre sohbet etmiş olması, Aliyev ile kucaklaşarak selamlaşması dikkate şayandır. Öte yandan, basın mensupları da kendileri için oluşturulan platformdan karşılama anını görüntülemişlerdir.
Yukarıdaki paragrafı bir haber sitesinden aldım. Bu tip bilgilendirmeler genelde Batılı Liderlerin katıldığı toplantılarda yapılırdı. Özellikle çağdaş, modern, ne amaçla ve niçin toplandığını bilen Liderlerin, kendi siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlarının farkında olarak ve bunlara çözümler üretmek üzere bir araya gelmiş olmaları, İslam toplumları adına bir ümit olduğu kadar ; İslam ülkelerinin kırılma ve paradigmalarından nemalanan Batılı ve Doğulu devlet ve milletleri de oldukça rahatsız etmiştir.
Toplantı sonunda yayınlanan bildiride İran’ın tabiri caiz ise sorgulanmaya alınması, sanırım önemlidir. İran İnşa Allah durumu yanlış yorumlayıp kendini soyutlama noktasına değil de, bu uyarıyı doğru değerlendirip, Batılıların İslam dünyasının doğal ve insan kaynaklarını semirip- sömürmesine zemin hazırlayan değirmenlerine su taşıma gibi bir yanlışın içine düşmez.
Düşünebiliyor musunuz, temel vurgunun sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Etnisite, Mezhepçilik ve Terör gibi temel üç kavram üzerinde odaklanması hakikaten dikkate değerdir.
Gerçekten havanda boşuna dövünüp durmak istemiyorsak,
anlamsız, verimsiz, başkalarının senaryosunu yazıp rejisörlüğünü yaptığı oyunlarda, piyon durumuna düşmek istemiyorsak ,
doğal ve insan kaynaklarımızı verimsiz ve işlevsellikten uzak hale getirmek istemiyorsak;
aramıza başkaları tarafından yerleştirilen buz kütlelerini eritmemiz ve bu aysbergi yok ederek sıcak atmosferden hepimizin nefes almasını sağlamamız gerekmektedir.
Ülkemizdeki sıcak tartışmalardan biri de, şu bir türlü normal platformlarda, sağlıklı zeminlerde ve uygun düzlemlerde tartışamadığımız laisite meselesi. TBMM başkanımız Sayın İsmail KAHRAMAN bir toplantıda Yeni Anayasa çalışmaları ile ilgili olarak, laiklik kavramının tanımının da yapılmadığı gerekçesi ile yazılmaması gerektiğini ve yeni anayasanın dindar bir anayasa olması gerektiğini söyleyince, malum çevreler neredeyse Meclis başkanımıza karşı ciddi bir linç girişiminde bulunmuşlardır.. Allah’tan ki, Cumhurbaşkanımız ve hükümet yetkilileri gerekli, sağduyulu ve ortamı yumuşatan açıklamalar yaparak konuyu doğru bir zemine oturtmuşlardır.
Bütün samimiyetimle şunu ifade etmek isterim ki, her inanışın, her mezhebin, her meşrebin her dini veya dini olmayan dogmanın başkalarının hak ve hukukuna saygılı olduğu zaman; o anlayışın yaşamasında, büyümesinde ve gelişmesinde hiçbir beis görmüyorum. Kendi düşünce ve inancımız ne olursa olsun, yeter ki başka inançlara, başka düşüncelere, başka dogmalara saygın davranalım. Bunu ister laiklik kavramını anayasaya yazarak yapalım, ister bunu anayasamıza yazmayarak gerçekleştirelim. Asıl olan bu anlayış ve hoşgörünün bütün toplum kesimleri tarafından içselleştirmiş olmasıdır. Sanırım problem, laiklik kavramı değil de, yaşam tarzımız üzerinde birilerinin farklı despotluklara girişebilme olasılığıdır.
Özellikle güç ve iktidarı elinde tutanların, kendi yaklaşımlarını, başkalarına dayatma ihtimalinden korkulmaktadır. Ancak burada laiklik kavramının anayasaya yazılmasının mutlak gerekli olduğunu ve O’ndan asla vazgeçilmemesi gerektiğini savunanların daha birkaç yıl öncesine kadar, laiklik kavramını toplumun belli bir kesiminin inançlarını yok sayan hareketlerde bulunmaları, kimsenin aklından çıkarmayacağı ve kimsenin de aklından çıkarmaması gereken bir husustur. Benim için anayasamızda laiklik olsa da olur olmasa da olur. Olursa da, daha önce yaşananların yaşanmaması için, mutlak anlamda, her kesimin laikliğin tanımı itibari ile, asgari müştereklerde mutabık kalacağı bir tanımının yapılması gerekmektedir. Yoksa daha çok bağırmak zorunda kalırız. Türkiye laiktir, laik kalacak diye.
Ve bunun üzerinden karşı taraftaki insanları yok sayıp onları ezmeye ve onların siyasal –sosyal ekonomik, akademik ve diğer alanlardaki görüş ve önerilerini yok saymaya ve bunu bir çatışma argümanı olarak kullanmaya devam ederiz.
Dünyadaki bütün emperyal güçlerin Irak ve Suriye bağlamında ortaya koydukları işbirliği, İslam Ülkeleri arasında, oluşmasına asla izin vermeme noktasındaki tutum ve siyasal yaklaşımları ve İslam toplumlarının gerek kendi içlerinde ve gerekse birbirleri arasında oluşturdukları paradigmalar bizlerin ne denli dikkatli olmamız gerektiğinin ve siyasi basirete ne denli ihtiyaç duyduğumuzun en açık göstergesidir.