( (
GÖKMEN
Köşe Yazarı
GÖKMEN
 

KAMUFLAJ

                                                               KAMUFLAJ Canlılar kendilerini koruyabilmek için veya kendi hayatlarını idame ettirebilmek için, kendi güvenliklerini sağlayabilmek için; bulundukları ortamın benzer bir rengine bürünmeleri veya bulundukları ortama göre benzer bir şekil almaları zannımca kaçınılmaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bukalemun, sürüngenler familyasından bir canlı olup, belli etmek istedikleri duygulara göre, renk değiştirebilen, omurgalı hayvan türüne verilen addır. Bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle doğadaki en dikkat çeken hayvanlardan birisidir. Birçok zaman ve birçok ortama göre, hal ve hareketlerini değiştiren insanlara “bukalemun gibi” yakıştırmaları hep yaparız. Ancak yeni yapılan araştırmalar, aslında bukalemunların renk değiştirmediği ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre bukalemunların bir pigment hücresinin içinde 130 nanometre boyutundaki küçük kristallere sahip oldukları ve bu kristaller arasındaki boşlukların artmasından dolayı da dışarıdan gelen ışınları yansıtmasının da farklılaştığı ortaya çıktı. Yani aslında bukalemunun rengi aynı kalıyor fakat bize yansıyan renkler değişiyor. Farklı kristaller arası mesafelerde farklı renkler ortaya çıkıyor. Bu durum da bizim algılarımızda sanki canlının renk değiştirdiği imaj ve olgusu oluşuyor. Aslında bizim yanılgımız ALGI’dan kaynaklı bir durumdan başka bir şey değil. Şahsım itibari ile çok uzun bir dönem, ben, ALGI’nın çok önemli bir husus olmadığını, asıl olanın, olayın bizatihi kendisi olduğu tezini hep savuna gelmişimdir. Özü itibari ile yine aynı noktada olduğumu ifade etmekle beraber; ALGI’nın da ne denli olumsuz sonuçlarının olduğu gerçeğini, benim ve benim gibi düşünen herkesin kabul etmesi gerekir. İslami konularda az çok mürekkep yalamış biri olarak şunun altının çizilmesi gerektiğini özellikle ifade etmek isterim. Hz. Muhammet (SAV)’i en çok yoran, O’nu en çok üzen, O’nun canını en çok sıkan, O’nun hayatını ve arkadaşlarının hayatını en çok riske eden, itikadi ve ameli noktada efendimizin bakış açısını en çok sabote eden; hem düşünce bazındaki, hem inanç bazındaki, hem de davranışlar bazındaki paganist yaklaşımlardır. Ve bu pagan kültürün, efendimizin getirdiği barış, hoşgörü, jakoben olmayan, kapsayıcı, korumacı, kardeşlik esasını temel alan inanç sistemine karşı açtığı sinsi, gizli, riyakar savaştır. Beni İsrail’in, avlanma yasağı konusundaki kuralı güya delmeme adına, o gün avladıkları balıkları, başka bir gün devşirip, akabinde de biz kuralı bozmuyoruz, bilakis uyguluyoruz mantığındaki temel yaklaşım, Mekkeli Müşriklerin Hz. Muhammet (SAV) için, amcası Ebu Talip’e yaptıkları ‘zengin olmak istiyorsa zengin yapalım, baş olmak istiyorsa baş yapalım, güzel kadın istiyorsa en güzel kadınla evlendirelim, yeter ki bizim dinimize dokunmasın’ teklifindeki temel mantık, yine aynı pagan kültürün sinsi, derin, ahlaksız, mesnetsiz ve zavallı bakış açısından başka bir şey değildir. Zira ‘Pagan Kültürü’nün temeli hegomanyaya, sömürüye, emperyalizme, vampirliğe, aşağılamaya, yok saymaya, inkara, kast sistemine, sinsiliğe, değerleri yok saymaya, gerektiğinde de her şeyi katletmeye dayanır.     Habile’ karşı işlenen cinayetin ve tabii ki Kabil’i kutsayan yapının çifte standartta etkili olan betimleyici kültürün mesnedinde de; bu pagan kültürü söz konusu değil midir? Hz. İbrahim’in getirdiği dine karşı çıkan, Nemrut ve avanesinin ilahlık iddiasındaki iğrenç yapının dayandığı argüman da bu yapı değil midir? İsrail Oğullarının, Rabbimizin sunduğu nimetlere, izzet ve ikrama karşı takındıkları tavrın bek raundunda da, Yahudi diyalektiği dediğimiz bu iki yüzlü, riyakar tavır söz konusu değil midir? Hz. İsa’nın ‘Çarmıha Gerilme’ hadisesinde, Hz. İsa’nın yerine çarmıha gerilen ihanet çetesinin iğrenç karaktersizliğinde söz konusu olan ucube tutumda da,  bu durum söz konusu değil midir? Yakın tarihimizde müşahid olduğumuz olaylar silsilesine bir bakarsak ve yakın tarihimizin inişli-çıkışlı olaylar serüvenini gözümüzün önünden bir geçirirsek; gerçekten günümüzde meydana gelen olayları daha iyi anlayabilir ve gelecekteki muhtemel meydana gelecek olumsuzluklara da daha doğru teşhisler koyarak, güzel, özgün tedavi yöntemleri ile rotamızı doğru bir şekilde çizebiliriz. Yaklaşık 10 yıl öncesine kadar, ülkemizin gündeminin ne olacağı konusunda, dördüncü kuvvet olarak kabul edilen görsel ve yazılı medya, hemen bir algı operasyonu düzenliyor ve hemen akabinden bu algı operasyonunun gereği, sistem harekete geçiyordu. Hatta bu, dördüncü kuvvet medya,  zaman zaman dördüncü güç olmaktan daha da ileriye gidiyor, bazen üçüncü, bazen ikinci ve hatta bazen birinci kuvvet olma durumu bile gelebiliyordu. Şu anda bile medya, dünyada ve ülkemizde oluşabilecek birçok hadisenin fitilini ateşleyebiliyor ve yanan yangını söndürmek de çok güçleşebiliyor ve zaten çıkan yangın söndürülse bile algı oluşuyor, gerçek daha sonra ortaya çıksa bile giden canlar, sönen ocaklar, kaybolan milli servetler asla geri gelmiyor ve geri getirilemiyor. Ülkemizin gündemini oluşturma ve algı operasyonları konusunda da mahir olan bu ‘zinde güçler’ ülkemizin en temel kurumlarını da kamçı olarak kullanmışlardır. Uzunca bir zaman yargıyı ve uzunca bir zaman kolluk kuvvetlerini kendi siyasi, sosyal, ekonomik ve ucube amaçlarını gerçekleştirmek için kullanma yolunu seçmişlerdir. Düşünebiliyor musunuz bizim elit olarak nitelendirdiğimiz kesimin, ki bu kesimler yıllarca ülkemizin siyasal ve sosyo-ekonomik egemenliğini elinde tutmuşlardır, literatüründe ‘darbe zemini oluşturma’ terimi medya ortamında sık sık kullanılır hale gelmiştir. Daha çocuk denebilecek yaşta iken, 12 Eylül Askeri Darbe süreci ile karşı karşıya kaldım. Darbe öncesi öyle vahim hadiseler meydana gelmişti ki, insan darbe yapanları neredeyse alkışlayası geliyordu. Hakeza 28 Şubat Post Modern Darbe sürecini şöyle bir gözümün önünden geçiriyorum, inanın olup biten hadiseler insanın kanını donduracak cinsten idi. O dönemde hükümette olan     Refah - Yol iktidarının özellikle Milli Görüş kanadı, muhafazakar duyarlılığı olan bir vasfa sahipti. Bu vasıf adeta, 54. Hükümetin yumuşak karnı olarak kabul edildi, Müslim Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler türetildi, Medya sabahlardan akşamlara kadar bu konuları ilmek ilmek, düğüm düğüm işledi ve bir desen oluşturuldu ve bu kirli yapı topluma adeta empoze edildi yani tam anlamı ile bir ALGI operasyonu kumpası kuruldu ve neticede de başarılı bir sonuç ortaya çıktı kendilerince. İnanın tıpkı 12 eylül darbesi önceki süreçte olduğu gibi, bu ülkenin muhafazakar halk kesimleri dahi, bu ALGI OPERASYON’u tezgahına prim verdi ve zannımca benim gibi binlerce insan madur edildi. Yıllar sonra ben görevime döndüm ama amaç hasıl olmuş ve yangında yanan can ve mal kaybı ve bu esnada yaşanan paradigmadan kaynaklı psikolojik travmaların onlar nezdinde bir önemi asla yoktu. Zira bu Zinde Güçler açısından ‘amaç hasıl Olmuştu’.             Ülkemiz bazında durum böyle de, global bazda durum çok mu farklı diye insan düşünmeden edemiyor. Değerli dostlarım, bütün samimiyetle sizi temin ederim ki, global anlamda meydana gelen olayları birazcık irdelediğimiz zaman, olayın çok daha vahim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öncelikle NATO (Kuzey Atlantik Paktı),  BM ( Birleşmiş Milletler), İMF (Uluslararası Para Fonu), DB( Dünya Bankası), UNİCEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) gibi global bazda kurulan kurumlar; BATI’nın dünya üzerindeki siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel hegemonyasını devam ettirmeye ve tesis ettikleri hegemonyanın stasükosunu katmerleştirerek devam ettirmeye, bu statükonun ila nihayet bozulmamasını sağlamaya dönük ve semirip-sömürüp posa haline getirdikleri diğer milletlerin ,amiyane tabirle, etinten ve sütünden daha fazla nasıl yararlanabiliriz yaklaşımlarından başka bir şey değildir. ABD’nin gerek I. Körfez Harbinde ve gerekse Suriye krizinde takındığı tavra bakarsak olayın vahametini daha rahat bir şekilde ortaya koyabiliriz. I. Körfez Krizinde Irak’ın elinde nükleere silah var diye bir sun-i bahane üretildi. Irak’ın o gün itibari ile başında bulunan yöneticilerinin çok ama çok büyük basiretsizliği ile konu savaşa evrildi. Sonuç hem o liderlerin tarih sahnesinden silinmesine, hem yüzbinlerce insanın ölümüne, hem yeni nesillerin geleceklerinin kararmasına ve hem de İslam Coğrafyasının Coni’lerin at oynattıkları alanlara dönüşmesine sebep oldu. Suriye Krizinde de ABD’nin çok arzuladığı İsrail’in güvenliğini koruma altına alma içgüdüsü, Rusya’nın Bölge ve Akdeniz’e inmeye yönelik Megola İdea’sı meseleyi daha karmaşık hale getirmiştir. İran’ın mezhepsel değerlendirmeleri ise, Bölge’yi dinamitlemenin diğer bir tezahürü tabi ki. Bu kadar girift menfaatlerin, bu kadar girift bir sorun yumağının ve bu kadar girift meselelerin çözümüne yönelik ortaya koyduğumuz hamleler ise, çok cılız girişimler olmaktan öteye gidememiş olsa da, problemi KÖRDÜĞÜM olmaktan çıkarmış ve problem yumağı teker teker çözüm emareleri göstermeye başlamıştır. Acizane ve fakirane, ülkemiz ve dünyadaki ‘ZİNDE GÜÇLERİN’; ALGI operasyonları ile, BUKELEMUN vari yaklaşımları ile, gerçeği örten KAMULAJ yöntemleri ile, kurdukları ve işlevsel hale getirdikleri yerel ve global KURUM ve KURULUŞLAR’ı tarafından semirilmek ve sömürülmek istenmiyorsak; gelin hep beraber zihinsel ve bedensel İNOVASYON’numuzu yapıp, ülkemizi, milletimizi, bölgemizi ve dünyamızı bu VAMPİR’lerden kurtaralım. Saygılarımla …
Ekleme Tarihi: 28 Kasım 2017 - Salı
GÖKMEN

KAMUFLAJ

                                                               KAMUFLAJ


Canlılar kendilerini koruyabilmek için veya kendi hayatlarını idame ettirebilmek için, kendi güvenliklerini sağlayabilmek için; bulundukları ortamın benzer bir rengine bürünmeleri veya bulundukları ortama göre benzer bir şekil almaları zannımca kaçınılmaz bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.


Bukalemun, sürüngenler familyasından bir canlı olup, belli etmek istedikleri duygulara göre, renk değiştirebilen, omurgalı hayvan türüne verilen addır. Bukalemun, renk değiştirme özelliğiyle doğadaki en dikkat çeken hayvanlardan birisidir. Birçok zaman ve birçok ortama göre, hal ve hareketlerini değiştiren insanlara “bukalemun gibi” yakıştırmaları hep yaparız.


Ancak yeni yapılan araştırmalar, aslında bukalemunların renk değiştirmediği ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre bukalemunların bir pigment hücresinin içinde 130 nanometre boyutundaki küçük kristallere sahip oldukları ve bu kristaller arasındaki boşlukların artmasından dolayı da dışarıdan gelen ışınları yansıtmasının da farklılaştığı ortaya çıktı. Yani aslında bukalemunun rengi aynı kalıyor fakat bize yansıyan renkler değişiyor. Farklı kristaller arası mesafelerde farklı renkler ortaya çıkıyor. Bu durum da bizim algılarımızda sanki canlının renk değiştirdiği imaj ve olgusu oluşuyor. Aslında bizim yanılgımız ALGI’dan kaynaklı bir durumdan başka bir şey değil.


Şahsım itibari ile çok uzun bir dönem, ben, ALGI’nın çok önemli bir husus olmadığını, asıl olanın, olayın bizatihi kendisi olduğu tezini hep savuna gelmişimdir. Özü itibari ile yine aynı noktada olduğumu ifade etmekle beraber; ALGI’nın da ne denli olumsuz sonuçlarının olduğu gerçeğini, benim ve benim gibi düşünen herkesin kabul etmesi gerekir.


İslami konularda az çok mürekkep yalamış biri olarak şunun altının çizilmesi gerektiğini özellikle ifade etmek isterim. Hz. Muhammet (SAV)’i en çok yoran, O’nu en çok üzen, O’nun canını en çok sıkan, O’nun hayatını ve arkadaşlarının hayatını en çok riske eden, itikadi ve ameli noktada efendimizin bakış açısını en çok sabote eden; hem düşünce bazındaki, hem inanç bazındaki, hem de davranışlar bazındaki paganist yaklaşımlardır.


Ve bu pagan kültürün, efendimizin getirdiği barış, hoşgörü, jakoben olmayan, kapsayıcı, korumacı, kardeşlik esasını temel alan inanç sistemine karşı açtığı sinsi, gizli, riyakar savaştır.


Beni İsrail’in, avlanma yasağı konusundaki kuralı güya delmeme adına, o gün avladıkları balıkları, başka bir gün devşirip, akabinde de biz kuralı bozmuyoruz, bilakis uyguluyoruz mantığındaki temel yaklaşım, Mekkeli Müşriklerin Hz. Muhammet (SAV) için, amcası Ebu Talip’e yaptıkları ‘zengin olmak istiyorsa zengin yapalım, baş olmak istiyorsa baş yapalım, güzel kadın istiyorsa en güzel kadınla evlendirelim, yeter ki bizim dinimize dokunmasın’ teklifindeki temel mantık, yine aynı pagan kültürün sinsi, derin, ahlaksız, mesnetsiz ve zavallı bakış açısından başka bir şey değildir.


Zira ‘Pagan Kültürü’nün temeli hegomanyaya, sömürüye, emperyalizme, vampirliğe, aşağılamaya, yok saymaya, inkara, kast sistemine, sinsiliğe, değerleri yok saymaya, gerektiğinde de her şeyi katletmeye dayanır.


 


 


Habile’ karşı işlenen cinayetin ve tabii ki Kabil’i kutsayan yapının çifte standartta etkili olan betimleyici kültürün mesnedinde de; bu pagan kültürü söz konusu değil midir?


Hz. İbrahim’in getirdiği dine karşı çıkan, Nemrut ve avanesinin ilahlık iddiasındaki iğrenç yapının dayandığı argüman da bu yapı değil midir?


İsrail Oğullarının, Rabbimizin sunduğu nimetlere, izzet ve ikrama karşı takındıkları tavrın bek raundunda da, Yahudi diyalektiği dediğimiz bu iki yüzlü, riyakar tavır söz konusu değil midir?


Hz. İsa’nın ‘Çarmıha Gerilme’ hadisesinde, Hz. İsa’nın yerine çarmıha gerilen ihanet çetesinin iğrenç karaktersizliğinde söz konusu olan ucube tutumda da,  bu durum söz konusu değil midir?


Yakın tarihimizde müşahid olduğumuz olaylar silsilesine bir bakarsak ve yakın tarihimizin inişli-çıkışlı olaylar serüvenini gözümüzün önünden bir geçirirsek; gerçekten günümüzde meydana gelen olayları daha iyi anlayabilir ve gelecekteki muhtemel meydana gelecek olumsuzluklara da daha doğru teşhisler koyarak, güzel, özgün tedavi yöntemleri ile rotamızı doğru bir şekilde çizebiliriz.


Yaklaşık 10 yıl öncesine kadar, ülkemizin gündeminin ne olacağı konusunda, dördüncü kuvvet olarak kabul edilen görsel ve yazılı medya, hemen bir algı operasyonu düzenliyor ve hemen akabinden bu algı operasyonunun gereği, sistem harekete geçiyordu. Hatta bu, dördüncü kuvvet medya,  zaman zaman dördüncü güç olmaktan daha da ileriye gidiyor, bazen üçüncü, bazen ikinci ve hatta bazen birinci kuvvet olma durumu bile gelebiliyordu. Şu anda bile medya, dünyada ve ülkemizde oluşabilecek birçok hadisenin fitilini ateşleyebiliyor ve yanan yangını söndürmek de çok güçleşebiliyor ve zaten çıkan yangın söndürülse bile algı oluşuyor, gerçek daha sonra ortaya çıksa bile giden canlar, sönen ocaklar, kaybolan milli servetler asla geri gelmiyor ve geri getirilemiyor.


Ülkemizin gündemini oluşturma ve algı operasyonları konusunda da mahir olan bu ‘zinde güçler’ ülkemizin en temel kurumlarını da kamçı olarak kullanmışlardır. Uzunca bir zaman yargıyı ve uzunca bir zaman kolluk kuvvetlerini kendi siyasi, sosyal, ekonomik ve ucube amaçlarını gerçekleştirmek için kullanma yolunu seçmişlerdir. Düşünebiliyor musunuz bizim elit olarak nitelendirdiğimiz kesimin, ki bu kesimler yıllarca ülkemizin siyasal ve sosyo-ekonomik egemenliğini elinde tutmuşlardır, literatüründe ‘darbe zemini oluşturma’ terimi medya ortamında sık sık kullanılır hale gelmiştir. Daha çocuk denebilecek yaşta iken, 12 Eylül Askeri Darbe süreci ile karşı karşıya kaldım. Darbe öncesi öyle vahim hadiseler meydana gelmişti ki, insan darbe yapanları neredeyse alkışlayası geliyordu.


Hakeza 28 Şubat Post Modern Darbe sürecini şöyle bir gözümün önünden geçiriyorum, inanın olup biten hadiseler insanın kanını donduracak cinsten idi. O dönemde hükümette olan     Refah - Yol iktidarının özellikle Milli Görüş kanadı, muhafazakar duyarlılığı olan bir vasfa sahipti. Bu vasıf adeta, 54. Hükümetin yumuşak karnı olarak kabul edildi, Müslim Gündüz’ler, Fadime Şahin’ler türetildi, Medya sabahlardan akşamlara kadar bu konuları ilmek ilmek, düğüm düğüm işledi ve bir desen oluşturuldu ve bu kirli yapı topluma adeta empoze edildi yani tam anlamı ile bir ALGI operasyonu kumpası kuruldu ve neticede de başarılı bir sonuç ortaya çıktı kendilerince. İnanın tıpkı 12 eylül darbesi önceki süreçte olduğu gibi, bu ülkenin muhafazakar halk kesimleri dahi, bu ALGI OPERASYON’u tezgahına prim verdi ve zannımca benim gibi binlerce insan madur edildi. Yıllar sonra ben görevime döndüm ama amaç hasıl olmuş ve yangında yanan can ve mal kaybı ve bu esnada yaşanan paradigmadan kaynaklı psikolojik travmaların onlar nezdinde bir önemi asla yoktu. Zira bu Zinde Güçler açısından ‘amaç hasıl Olmuştu’.            


Ülkemiz bazında durum böyle de, global bazda durum çok mu farklı diye insan düşünmeden edemiyor. Değerli dostlarım, bütün samimiyetle sizi temin ederim ki, global anlamda meydana gelen olayları birazcık irdelediğimiz zaman, olayın çok daha vahim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öncelikle NATO (Kuzey Atlantik Paktı),  BM ( Birleşmiş Milletler), İMF (Uluslararası Para Fonu), DB( Dünya Bankası), UNİCEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu) gibi global bazda kurulan kurumlar; BATI’nın dünya üzerindeki siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel hegemonyasını devam ettirmeye ve tesis ettikleri hegemonyanın stasükosunu katmerleştirerek devam ettirmeye, bu statükonun ila nihayet bozulmamasını sağlamaya dönük ve semirip-sömürüp posa haline getirdikleri diğer milletlerin ,amiyane tabirle, etinten ve sütünden daha fazla nasıl yararlanabiliriz yaklaşımlarından başka bir şey değildir.


ABD’nin gerek I. Körfez Harbinde ve gerekse Suriye krizinde takındığı tavra bakarsak olayın vahametini daha rahat bir şekilde ortaya koyabiliriz. I. Körfez Krizinde Irak’ın elinde nükleere silah var diye bir sun-i bahane üretildi. Irak’ın o gün itibari ile başında bulunan yöneticilerinin çok ama çok büyük basiretsizliği ile konu savaşa evrildi. Sonuç hem o liderlerin tarih sahnesinden silinmesine, hem yüzbinlerce insanın ölümüne, hem yeni nesillerin geleceklerinin kararmasına ve hem de İslam Coğrafyasının Coni’lerin at oynattıkları alanlara dönüşmesine sebep oldu. Suriye Krizinde de ABD’nin çok arzuladığı İsrail’in güvenliğini koruma altına alma içgüdüsü, Rusya’nın Bölge ve Akdeniz’e inmeye yönelik Megola İdea’sı meseleyi daha karmaşık hale getirmiştir. İran’ın mezhepsel değerlendirmeleri ise, Bölge’yi dinamitlemenin diğer bir tezahürü tabi ki.


Bu kadar girift menfaatlerin, bu kadar girift bir sorun yumağının ve bu kadar girift meselelerin çözümüne yönelik ortaya koyduğumuz hamleler ise, çok cılız girişimler olmaktan öteye gidememiş olsa da, problemi KÖRDÜĞÜM olmaktan çıkarmış ve problem yumağı teker teker çözüm emareleri göstermeye başlamıştır.


Acizane ve fakirane, ülkemiz ve dünyadaki ‘ZİNDE GÜÇLERİN’; ALGI operasyonları ile, BUKELEMUN vari yaklaşımları ile, gerçeği örten KAMULAJ yöntemleri ile, kurdukları ve işlevsel hale getirdikleri yerel ve global KURUM ve KURULUŞLAR’ı tarafından semirilmek ve sömürülmek istenmiyorsak; gelin hep beraber zihinsel ve bedensel İNOVASYON’numuzu yapıp, ülkemizi, milletimizi, bölgemizi ve dünyamızı bu VAMPİR’lerden kurtaralım. Saygılarımla …

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (