Hilal
Zannedersem Hilal, damarlarında Türk kanı dolaşan herkes için bir anlam ifade eder
Özellikle tarihin arkaik odalarında dolaşanlar için tam bir diyagramı ifade eder
Tarihin derinliklerini ve inceliklerini deruhte edenler içinse bir filigranı ifade eder
Muhafazakar ve milliyetçi insanlar için ise, tam anlamıyla İslam’ı ifade eder
Ben her ayın doğuşunda özellikle gökyüzünü seyru-temaşa eylerim
Yine ben, her ayın nihayetinde gökyüzünü hassaten yakından gözetlerim
Acaba Hilal’i görüp yeni bir heyecanı, yeni bir başlangıcı görebilir miyim diye
Acaba Hilal’in doğuşunu, süzülüşünü ve kayboluşunu müşahede edebilir miyim diye
Hilal’in doğuşu benim için, adeta tabiatın dirilişi gibidir
Hilalin hareketleri benim için, adeta füzenin atmosferi delişi gibidir
Hilal’in bulutlarda kayboluşu benim için, adeta bir Seyyahın gezişin gibidir
Hilalin batışı benim için, adeta kıyametin gelişi gibidir
Ya bütün bunların dışında Hilal’in düşündüklerine ne demeli
Belki de O’nun söyleyeceklerine ve söylediklerine birazcık kulak vermeli
Hani zoraki aşk misali O’nun Umutlarını ve Ümitlerini şöyle bir dinlemeli
Ya da eline bir bağlama verip uzun uzun O’nun aşklarını dillendirmeli
Hilal, aldı bağlamayı eline, vurdu sazın teline
Benzetti kendisini telli duvaklı geline
Doladı, şühedayı simgeleyen al yazmayı, beline
Haykırdı bütün dünyaya, el sürdürtmem kainatın Gül’üne
Benzetmeyin sakın beni, kendi haline dönüp duran bir su çarkına
Demeyin sakın bana, mahvedeceksin kendini platonik bir aşk uğruna
Söylemeyin sakın bana, hiçbir zaman mehlem olmaz O, senin gönül ağrına
Ateş böceği misali, yansam da, yakılsam da, Güneş basacak beni bir gün bağrına
Adımız Hilal olduğundan olsa gerek çabuk kanarız biz
Gönlümüz yufka olduğundan olsa gerek çabuk yanarız biz
Kanımızın rengi, al olduğundan olsa gerek çabuk kızarız biz
Aşkımız yüce olduğundan olsa gerek daima hazırız biz
Bu hercü-merc içinde gökyüzünden arz-ı endam etmek bir başka oluyor
Bu hengame içinde arz-ı gözetlerken derin hülyalara dalmak insana zevk veriyor
Pamuk tarlasını andıran bulutlar arasında rüya aleminde dolaşmak insanı mest ediyor
Derken gök gürlemesi, beni bir anda deprem bibi sallayarak kendime getiriyor
O zaman, bana Yaratan tarafından bahşedilen ilahi aşkı aramak kalıyor
Onca yıldız arasında çoban yıldızı gözlerime ilişiyor ve sanki beni çağırıyor
Boşluktaki insan misali yavaş yavaş ve isteksiz bir şekilde bana duygusal ışınlarını saçıyor
Benimse, O’nun çobanlara bile rehberlik etmesinden dolayı, gözlerim fal taşı gibi açılıyor
Selam faslından sonra mutluluk iksirini aradığımı söylüyorum kendisine
‘Güzel ama kardeşim, bu aradığına ancak Nirvana’ya erişenler’ ulaşır der beni terslercesine
Nasıl yani ‘mutluluk iksiri’ne Cemalullah’ı görünce mi ulaşırım dedim delicesine
Kafasını öne eğerek, senin aradığını bulmak için azık yapmak lazım dercesine
Oradan eli boş olarak ayrılıyor ve hızlı bir şekilde gidiyorum kutup yıldızına
Hasbihalden sonra soluğu alıyorum sabah yıldızı ve akabinden uğruyorum Ülker yıldızına
Onda da aradığımı bulamıyorum başlıyorum Uzay boşluğunda başı boş dolaşmaya
Ölüm fermanı imzalanmış hedef gibi her gelen vuruyor bana ve başlıyorum ağlamaya
Allah için akıtılan bir damla gözyaşının tesiri oracıkta eritiveriyor bütün surları
İnanılması mümkün olmayacak bir şekilde, galaksi ve gezegenler başlıyorlar anlatmaya sırları
Sanki rüya aleminde dolaşıyor ve geziyorum Cennetteki bağları, bahçeleri, ovaları ve kırları
İnsan o zaman anlıyor bir ömür boyu anlamsız geçirilen o kocaman yılları
Tam bu esnada bir gezegen başlıyor bana nasihat etmeye
‘Ey yolcu istemez misin sırlar alemini fütühat etmeye
Tereddüt ediyorum ve korkuyorum artık itimat etmeye
Ya başlarlarsa sormaya veya derlerse işlediğin kabahat nerden nereye
Jüpiter’miş adı, sonradan öğrendim O gezegenin
Eflatun gibi derin ve özden geldi bana O sözlerin
‘Güneşi ara be kardeşim, durma hemen, gideceğin vadi derin’
Sana mani olamaz artık korkma ne ağrıların ve ne de dertlerin
Düşündüm bir an için Güneşe nasıl giderim
Ben nasıl gidecektim bunca yolu ve ayrıca Güneş’e ben hep şöyle derim
İksirim, zehirim, sevgilim, aşkım ve büyük değerim
İlacım, mehlemim, ekmeğim, aşım, acım ve şekerim
Dedim kendi kendime ‘ yolcu yoluna gerek’ var git aşkına doğru
Bir kartal misali süzülüyorum yıldızlar arasından yolum olsa da eğri büğrü
Uzunca bir zamandan yalvarıyor, yakarıyor ve bırakıyorum meleklere bir çağrı
Ya Rab! Hiçbir duamı kabul etmesen de bu duamı müstecab eyle bari
Yarı uyur yarı uyanık olarak kalkıyor ve yol alıyorum Güneşin cihetine
Ulaşmak zorundayım eşsiz ve tükenmeyen Güneş’in enerjisine
En azından bir teşekkür etmeliyim ebediyet abidesine
Rıza-i Bari’ye giden yolda canımı feda edercesine
Belli bir zaman sonra her tarafım başlıyor cayır cayır yanmaya
Biraz daha gidiyorum ve artık sanki dönüşüyorum yerin derinliklerindeki mağmaya
Bu arada geriye dönüp bir bakıyorum ta oradan dünyaya
Heyhat bir de ne göreyim, herkes bizi gözetliyor, utancımdan bakamıyorum aynaya
Yeryüzü çalkalanıyor adeta, her yer karanlık, her yer sis, her yer bulanık
İnsanlar sokaklarda, insanlar caddelerde, insanlar alanlarda her yer kalabalık
Güneş tutulması olmuş naraları ve insanları almış bir korku ve panik
Biçare ve bilgiden yoksun olanları görüyorsun, tam bir rezalet
Ancak her tabi meselede olduğu gibi yine de, hatırlayanlar var Rabbimizi ve O’nun azametini
Açmış ellerini semaya, arzuluyor ve yükseltmek istiyor ilahi rahmet debisini
Kazanmak istiyor Allah-ü Teala’nın rızasını, hoşnutluğunu, yardımını ve sevgisini
Bu manzara beni adeta param parça ediyor, görünce çaresizliğin insanı ne hale getirdiğini
Anladım artık egoist bir sevginin bana ve diğer insanlara nenlere mal olduğunu
Anladım artık Rıza-i Bari için bile olsa, benim de bir köle ve kul olduğumu
Anladım artık yok etmemek gerek, kendi saadeti için, başkalarının mutluluğunu
Ve anladım artık Rabbimizin her zaman Hazır, Nazır ve Kadir-i Mutlak olduğunu
O zaman ebedi olarak kalacak olan bir değer üzerine çalışmak lazımdı
Bir de baktım ne göreyim, Haçlılar Balkanlardan çıkarmak istemişlerdi Türkleri ve İslam’ı
Kosova’da öyle bir muharebe oluyordu ki, doldurmuştu şehitlerin kanı dağ, ova ve yanı Müslüman oldum diyen Sırp soylusu Miloš Obilić, yaralamıştı I.Murad-ı Hüdavendigar-ı
Temmuz ayının son günleri idi ki şehitlerin kanı bir gölet’i andırıyordu
Yanımdaki en parlak yıldız ve benim Hilal halim, al üzerindeki bayrağı yansıtıyordu
Artık bu siluet, benim en inanılmaz arzu ve hedefimi ebedi hale getiriyordu
Artık bu bayrak Türklerin bağımsızlığını ve İslam’ın ebediliğini simgeliyordu
Şimdi size sesleniyorum ey Türk İstikbalinin ve İstiklalinin evlatları
Bırakacak mısınız şehit kanları ile sulanmış ve şehit canları ile bezenmiş bu Toprakları
İndirtecek misiniz gönderden, körü körüne bir bağlılık uğruna, bu bayrakları
Yok edecek misiniz veya yok ettirtecek misiniz bu milleti ve aziz hatıraları