Açık Mektup
Ta ruhlar aleminden hatırlıyor gibiyim Muhammed isminin dal, ha ve mim’ini
Bilmiyorum, bilemiyorum; sanırım ondan olsa gerek, bir türlü ifade edemiyorum seni
Daha doğarken fısıldamışlar kulağıma senin tılsımlı adını ve enjekte etmişler sevgini
Bilmiyorum, bilemiyorum; sanırım ondan olsa gerek, bir türlü ifade edemiyorum seni
Ödeyebilmek için sadece İslam dünyasının değil, tüm dünyanın sana olan borcunu
Defalarca yazdım, ama hep silmek zorunda kaldım karşılamadığı için ayağının tozunu
Görebilmek için sadece yıldızları değil, Ay’ı ve Güneşi bile söndüren nurlu yüzünü
Kaç kere istiareye yattım, ama, bana hep hatırlattın ‘Bekle Kevser Havuzun Başı’ sözünü
Temiz soyun, daha doğmadan kurbanlık olarak adanan İsmail (a.s.)’ e dayanır
Samimi halin, ceddin Abdulmuttalip’çe kurban edilen yüz deveyle sınanır
Halim huyun, dünyada iken bir kez bile göremediğin baban Abdullah’a uzanır
İşte bunun için, Mevlüd-ü Nebi, kıyamete kadar yediden yetmişe herkesçe kutlanır
Sütannen Halime’nin evine vardığın zaman, ocağına bolluk ve bereket götürdün
Susuz, sessiz ve bir çöl olan Arabistan topraklarına Rahmeti İlahiye’yi getirdin
Çatlamış, kan revan olmuş dudaklara, baldan tatlı ve buz gibi soğuk sular içirdin
En büyük mucize olan Kuran-ı Kerim ile Gaddar Amr’ı, Adil Ömer’e çevirdin
Masumiyetin, letafetin ve emanete riayetin seni eyledi Muhammed-ul Emin
Merhametin, zerafetin ve akrabaya hürmetin seni eyledi Rahmana Yakın
Mazlumu koruma adına, üye olduğun Hılful Fudul adlı yardım cemiyetin
Yaşamalıydı bugüne dek ve getirmeliydi sonunu, zulmün, karanlığın ve cehaletin
Yüce Mevlaya sığındığını ifade ettiğin; korkaklık, tembellik ve acziyet
Rızkın onda dokuzu diyerek kulaklarımıza taktığın küpe misali ticaret
Her türlüsü ayağımın altındadır diyerek yok ettiğin faiz gibi bir mel’anet
Ne zamana kadar sürecek, sanal ve siluet vari sürdürülen, bu ekonomik zillet
Hani, o mübarek Hacer-ul Esvedi yerine koyma konusunda çıkmıştı bir ihtilaf
Hani, manevi bir aleme uruc ettirirdi, ramazan ayının son çeyreğindeki itikaf
Hani, Hira mağarası gibi, bazen münzevi bir hayat; kalbe veriyordu inşirah
Hani, nerede, nasıl ve ne zaman olacak ülkemde ve Alemi İslam’daki İntibah
Kırk yaşında verilmişti sana yeryüzünün imarı, inşası ile insana tebliğ görevi
Kırkıncı sayı Ömer olunca cemaatle dikilmişti Kabe’nin ortasına dinin direği
Kırk hadis ezberleyip, onunla amel eden Cennete girecekti emrin gereği
Kırk yıldır bekliyorum, gerekirse kırk yıl daha beklerim icazet ve bineği
Zor şartlar ve Vahyi-İlahinin gereği olarak hicret ettin Mekke’den Medine’ye
O sadece bir göç değildi, aynı zamanda bir inkılaptı zerreden kürreye
O bir yürüyüştü karanlıktan- nura, vahşetten- medeniyete ve Devleti A-li’ye
Projektörlerini yaksan, sanırım haykırırsın Ümmetine, BU GİDİŞAT NEREYE?
Bedir’de, Uhut’ta ve Hendek’te destanlar yazdın baş komutan olarak
O günün dünya liderlerini davet ettin İslam’a, tebliğ amaçlı mektuplar yazarak
Mutluluk Asrı diye bir kavram yerleştirdin literatürümüze, tüm ezberleri bozarak
Seni anlatamadığımı bilerek yine de yazdım, acizane affını ve şefaatini umarak
Kan ve gözyaşı dökmeyerek tarihte bir ilki başardın Mekke’nin fethi ile
Saygı duymak zorunda kalıyor en barbar, en vahşi ve en soykırımcı Batı bile
İstanbul’u fethederek övgüne nail olan Fatih Sultan Mehmet Han da gelse dile:
Derdi ‘Emanetime sahip çıkın, kapılmayın asla sizi sürükleyen rüzgar ve sele
Veda Haccı ile bize iki şey bıraktığını söyleyerek ayrıldın aramızdan
Bin dört yüz yıllık tecrübe de diyor ki bize: vazgeçin artık kardeş kavganızdan
Birlik ve beraberlik içinde uzaklaştırın küfrü, kutsal toprak ve diyarlarımızdan
İnşallah mahkum olmayız, hesap edemediğimiz nefsi ve dünyevi hatalarımızdan
Başını kaldırıp baksaydın, buyururdun her halükarda :
KURTULUN ARTIK İHTİRASLARINIZDAN