Bayram münasebetiyle arayan önemli bir firmanın yönetim kurulu başkanı, bayram kutlamasından sonra," durum çok vahim, ayakta zor duruyoruz, lütfen tüm muhalefet bir araya gelerek Türkiye'yi bu kötü yönetimden kurtarın" dedi.
Ekonomik krizi, sabit geliri olanlardan ziyade bu kesimler hissediyor. Yanlış yatırımlar, savurganlık, yolsuzluk ekonomiyi yönetilemez hale getirdi. 5-10 yıl önce yabancı sermayenin koşarak geldiği bir ülke şimdi yüksek faizle bile döviz bulamıyor. Hiçbir demokratik ülke Türkiye ile swap anlaşmasına yanaşmıyor. Bir tek kabile devleti Katar ile yapılan anlaşmayı bir kaç milyar dolar artırarak revize edebildik.
Peki bu niçin böyle?
Bir, iç politikada zemin kazanabilmek için önümüze gelen Batı ülkesine hakaretler yağdırdık. "Eyyy!" ile 'meytt' ile diplomasi yapılamayacağını şimdi çaldığımız kapılar üzerimize kapanınca anlıyoruz.
İki, giderek demokrasiden uzaklaşarak otoriterleşmeye yöneldik. AB, Sovyetlerin çözülmesinden sonra yeni üyeler alırken getirdiği kriterlerden biri de demokratik değerlere bağlı olmaktı. CB sistemi demokratik bir sistem değil, tüm erklerin aynı elde toplanması dünyanın her yerinde otoriterleşme olarak nitelendiriliyor.
Üç, kuvvetler ayrılığı yok edildi, yargının bıraktığı bir kişi iktidar tepki gösterince hemen tutuklanabiliyor. Bazı isimlerin Merkel ve Trump'ın ricası ile bırakılması uluslararası camiada Türkiye'de yargının bağımsız olmadığı kanaatini pekiştirdi. Yargıya güvenin olmadığı bir ülkeye ne sermaye gelir, ne de döviz bulabilecek itibarı olur.
Dört, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisi tercih edildi. Hala da öyle. Altın ve döviz alımlarına getirilen fahiş vergiler vatandaşı ev almaya yönlendirme, müteahhitleri koruma ve kötü ekonomi yönetiminin faturasını vatandaştan çıkarma amacı taşıyor. Oysa bir ekonomi kendi vatandaşına ev satarak döviz bulamaz. Önemli olan dünya pazarlarına sunabilecek üretimler yapmaktır.
Beş, sosyal yardımlarla tembellik, miskinlik teşvik edildi. İnsanlar çalışmadan, alın teri dökmeden para almaya alıştırıldı. Bu özellikle çiftçiliği hayvancılığı bitirdi. Bu alanlarda çalışanlar emeksiz paraya yönelerek işlerini güçlerini terk ettiler. Şimdi dünyanın yüz küsur ülkesinden gıda maddesi alıyoruz.
Altı, devlet ihale kanunu tam 187 defa değiştirildi, evet yanlış duymadınız tam 187 defa. Yani meclisin açık olduğu her ay bir defa ihale yasası değişmiş. Ne yazık ki, bir yasa niçin bu kadar çok değişti diye ısrarla soran bir muhalefet olmadı. Adrese teslim ihalelerle indirimler düşük tutularak devlet ve millet milyarlarca dolar zarara sokuldu.
Yedi, FETÖ/PKK gibi davalar bağlamından çıkarılarak muhalefeti susturmak, toplumu sindirmek için kullanıldı. Sade vatandaş olanları görünce kendini tehdit altında hmeye başladı, erklerin tek elde toplanması yargıya güveni sarsmıştı, bu daha çok sarstı.
Sekiz, topluma alenen yalan söylenmesi, sözde başka uygulamada başka davranılması siyaset kurumuna olan güveni yerle bir etti. Yerel seçimlerde Öcalan kardeşlere televizyonlar açıp sonrada muhalefet HDP ile işbirliği yapmakla suçlandı. Bu da iktidarın inandırıcılığını giderek aşındırdı.
Dokuz, 2010 referandumundan sonra iktidarın dili değişti, agresif, kırıcı ve kıyıcı bir dil kullanmaya başladı. Buna MHP ile ittifakın dili de eklenince siyaset iyice kavgacı bir mahiyete büründü. Bütün bunların muhassalasından da günümüzdeki vahim tablo çıktı.
Bu siyaset tarzı ile artık Türkiye'nin devam etmesi mümkün değildir. Millet kavga değil barış istiyor, millet laf değil iş istiyor, millet her gün yeni zamlar vergiler değil, insanca yaşayacağı bir düzen istiyor. Millet korku siyaseti değil, sevgi siyaseti istiyor. Milet din istismarı değil, dine saygı istiyor. Millet yumruk gösteren parmak sallayan bir siyaset değil, kucaklayan bir siyaset istiyor. Millet yaralayan bir politik dil değil, onaran bir siyaset dili istiyor. Millet kapalı kapılar ardında yapılan bir rant siyaseti değil, şeffaflık ve denetlenebilir bir yönetim istiyor. Millet yeni bir krallık rejimi değil gelişmiş, özgürlükçü, çoğulcu bir demokrasi istiyor. Millet, insanı bir dekor malzemesi gibi gören bir yönetim tarzı değil, insanı eşrefi mahlukat, siyaseti de onun hadimi ve hizmetçisi olarak gören bir zihniyet istiyor. Millet bunları mevcut iktidara bakarak onda görmediği için istiyor.
Türkiye'nin yeni bir siyasete yönelmesi artık bir mecburiyettir. Yanlışta ısrar ülkeyi felakete götürmekten, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirmekten başka işe yaramaz. Çare demokrasidir, çare kuvvetler ayrılığıdır, çare şeffaflıktır. Çare iktidarın tüm tasarruflarının denetimidir. Çare özgür basındır. Çare yargı bağımsızlığıdır. Çare içte ve dışta barışçı siyasettir. Çare tevazudur. Çare dini kullanmamaktır. Çare halka yalan söylememektir. Çare farklı siyasetlerin önünü keserek vatandaşın tercihlerine ipotek koymamaktır. Çare geleneklerimize, siyasi tecrübelerimize aykırı olan CB sisteminden vazgeçmektir.
Türkiye er geç demokrasiye, adalete, şeffaf ve denetlenebilir yönetime dönecektir. Bütün bu engellemeler, siyasi partiler kanununda yapılmak istenen değişiklikler bir bitişin ilanından başka bir şey değildir. Sonunda demokrasi kazanacak Türk milleti kazanacaktır.