Ukrayna merkezli gerginlikler sürerken, 21 Şubat 2022 akşamı/gecesi bütün dünyanın gözleri bir kez daha Rusya-Ukrayna gelişmelerine döndü ve Kremlin’den pek de şaşırtıcı olmayan şekilde peşpeşe gelen siyasi ataklara odaklandı. Bu atakların küresel ölçekte en meydan okuyucusu ise hemen üç gün sonra, 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya yönelik askeri harekatların başlaması oldu. Filhakika, küresel sistemin güçlü aktörlerinin Ukrayna üzerinden birbirlerini ölçme ve hesaplaşmaları gelişmelerin ilgi ve dikkat merkezini teşkil ediyor. Ukrayna ülkesi ve halkı ise Rus işgalinin kurbanı oluyor. Bölgedeki gelişmelerin nasıl bugünlere kadar geldiğine dair bazı değerlendirmelerimizi çeşitli tarihlerde yine bu sitede paylaşmıştık.
(http://ipekyoluhaber.net/yazar-ukrayna-gelismeleri-uzerine-Ii-kiev-den-bakis-795.html)
Putin’in sözkonusu siyasi/askeri karar ve adımları ile artık Avrupa’da yeni gerçekliklerin oluştuğunu, ileride söz sırası diplomasiye geldiğinde bile, Rusya ile genel anlamda Batı (AB/NATO/ABD vb.) arasındaki ilişkilerde yeni bir soğuk savaş dönemine girileceğini, bu çerçevede bir nevi yeni Berlin duvarlarının inşa edileceğini düşündüğümüzü çeşitli yorumlarımızda aktardık. Uluslararası sistem de bu durumdan doğrudan etkilenecektir. Siyasi, askeri, iktisadi, enerji, insani vb. bütün alanlarda 21/24 Şubat 2022 gelişmelerinin yıkıcı etki ve sonuçlarını önümüzdeki dönemde aşamalı olarak göreceğiz. Özetle, 21/24 Şubat 2022 günleri özelde Avrupa genelde ise küresel sistem için yeni bir dönemin de eşiğini teşkil edecek ve tarihe bu şekilde geçecekler.
Halefi Yeltsin’den “Rusya’yı koru. Sana emanet ediyorum” vasiyetiyle görevi devralan ve ülkeyi adeta ikinci sınıf bir ülke olmaktan çıkararak tekrar çok güçlü, mümkünse küresel ölçekte bir ülkeye dönüştürme sözü veren Başkan Putin bu mirasa sahip çıktığını, hatta çok daha ilerisine geçtiğini onyıllar boyunca Rusya içinde ve dışında (Kafkasya, Orta Asya başta olmak üzere) askeri, siyasi, iktisadi vb. bütün alanlarda gösterdi, her türlü senaryo için hazırlandı ve bugün de bu stratejisini Ukrayna’da sahaya indiriyor. Başkent Kiev dahil neredeyse ülkenin geneline yakınında savaş ortamı var ve Rus güçlerine karşı direniş görülüyor. Siyasi yaşamı boyunca izlediği sloganı ise zaten açık ve bugünkü durumu çok iyi özetliyor. “Kavga kaçınılmazsa ilk yumruğu sen vur” Bu tablo içinde, Putin, Başkanlıktan çok Yeni Çar Putin ünvanını da fazlasıyla hakkediyor.
A.Bununla birlikte, küresel ölçekte önemli bu gelişmeler yaşanırken gözlerden hiçbir şekilde uzak tutulmaması gereken bir başka bölge daha var. Orta Doğu. Esasen Orta Doğu gelişmeleri de Türkiye bakımından benzeri ölçüde önem taşıyor. Herşeyden önce Türkiye Orta Doğu’nun tam merkezinde yeralan bir ülke. Türkiye ile yıllardır gergin ilişkiler yaşadığı BAE, İsrail, Mısır, S.Arabistan gibi ülkeler arasında son dönemde bazı karşılıklı adımlar atılmaya başlamasıyla birlikte, ülkemizde birtakım kalem sahipleri hemen yeni dış politika açılımlarından ve (güya) normalleşmeden bahsetmeye başladılar. Şimdiden, henüz daha yolun başındayken bile, bu açılımların başarılarından bile konuşulur oldu. Son yıllarda “Yeni Türkiye” nin bir özelliği olarak dış dünya ile bir gün kavga etmek, bir gün miting meydanlarını bu kavgalara aracı kılmak, işler ters gitmeye başladığında ise birtakım revizyon çabalarına yönelmek dış politikada ana unsura dönüştü. Dış politikada bazı gelişmelere verilebilecek/verilmesi gerekli makul /doğal tepkiler ile sağduyu/rasyonalite/gerçeklik arasında dengeyi bir türlü oluşturamamanın faturası bütün ağırlığıyla önümüzde duruyor. Ve bunun en başta halkımız ödüyor. Bugüne kadarki durum her bakımdan kaybet-kaybet manzarası. Öte yandan, çeşitli yönlerden içeriğini eleştirdiğimiz ancak son tahlilde doğru ve gerekli olduğunu düşündüğümüz bu süreçler devam ederken karşımızdaki muhataplar da acaba böyle mi düşünüyor ve gelişmeleri Ankara’nın baktığı gibi mi değerlendiriyorlar sorusu kaçınılmaz olarak akla geliyor. İşin en kritik yönü de bu mesele zaten.
Küresel sistemin son yıllarına bakıldığında, Başkan Biden’la birlikte ABD’nin Hint-Pasifik bölgesine yönelimi ana dış politika tercihlerinden birine dönüştürmesi ve bu yeni stratejisini AUKUS, QUAD, ASEAN vb. yapılarla desteklemesi, ABD ve NATO’nun çekilmesi sonrasında Afganistan’da iktidar değişimi, Rusya’nın Orta Asya, Kafkasya atakları ve son olarak da halen içinde yaşadığımız Ukrayna gelişmeleri önemli gelişmeler olarak zikredilmelidir. Bunlardan başka daha bölgesel ölçeklerde birçok gelişme de Afrika’dan Asya’ya kadar dünyanın her yerinde yaşanıyor.
B.Orta Doğu ekseninden kısa bir bakışla geçtiğimiz yakın döneme ve Türkiye’nin normalleşme çabalarına dair neleri hatırlamalıyız.
Son dönemlerde Türkiye’den birçok heyet Orta Doğu’nun çeşitli başkentlerini ziyaret ediyor veya bu ülkelerden gelenler Ankara’da ağırlanıyor. Telefon/ özel temsilci diplomasisi işletiliyor. Çeşitli vesilelerle sempati mesajları da zaman zaman teati ediliyor. İsrail liderlerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a İstanbul’da tutuklu İsraillilerin serbest bırakılması nedeniyle teşekkür telefonları gibi. Ancak bütün bu hareketliliğin arka planında epeyce ciddi meseleler de bulunuyor.
*İsrail’le başlayalım. Türkiye-İsrail ilişkilerinin durumu bugün olduğu gibi gelecekte de bölgenin en belirleyici faktörlerinden biri ve bu önemini de her zaman sürdürecek. Hatırlanacağı üzere, Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinde en önemli kırılma noktalarını Bir Dakika, Mavi Marmara ve Türkiye’nin Hamas’la ilişkileri teşkil etti. İsrail yönetimlerin bu dönemde Filistinlilere yönelik insanlık dışı uygulamaları ise kamuoyumuzda tepki doğurmakla kalmadı,siyaset yapıcılarının kararları üzerinde de belirleyici olmayı sürdürdü. Bu zemin üzerinden hareketle başkaca sorunlar da ikili ve bölgesel ilişkiler gündemine yerleşti. Gerginlikler ve soğukluk, ikili/bölgesel ilişkiler tarihinin muhtemelen en dibe vurduğu noktalara ulaştı.
Türkiye bu dönemde genel anlamda dış politika yalnızlığı içine yuvarlanırken, İsrail’ in ikili/bölgesel/küresel anlamda önemli kazanımlar sağladığını izledik.
“Asrın Anlaşması; Refah için Barış Vizyon Belgesi” İsrail merkezli Orta Doğu projesi yeni dönemin kilit adımı oldu. Sonradan gündemden düşşe de projenin birçok unsuru ilerleyen dönemde uygulamaya geçirildi. 2020 başlarından itibaren, ABD-İsrail ikilisinin yanlarına bazı bölge ülkelerini de alarak, eskiden hasım kamplarda bulunduğu BAE, Bahreyn vb. ülkelerle (sonradan Fas, Sudan’ın katılımıyla) ilişkilerinde önemli adımlar atarken, İbrahimi Anlaşmalar da bölge tarihinin en kritik aşamalarını teşkil ettiler. (Bu dönemde ülkemiz dış politika yapıcılarının "Filistin halkına ve davasına ihanet edenlerin hüsranını tarih elbette yazacaktır" yorumlarını hatırlıyoruz) Bu süreçlere paralel şekilde, İsrail’in bölge ülkeleriyle ikili/üçlü gruplaşmalara dahil olması da dikkat çekici oldu. BAE, Yunanistan, G.Kıbrıs ve diğerleri. Aralarında askeri/savunma dahil birçok işbirliği anlaşmalarını da imzalayabildiler. İsrail, Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi zeminlerde de bölgenin çeşitli aktörleri ile bir araya gelebilmeyi başardı. İlginçtir bu zeminlerin belki de en dikkat çekici özelliği üyelerinin tamamına yakınının Türkiye ile hasım ilişkiler içinde bulunmasıydı.
Türkiye, bugün geldiği aşamada İsraille ilişkilerindeki sorunların devamının bilhassa Filistinlilerle ilişkilerine de olumsuz etki yaptığını, bu konuların görüşüldüğü masalardan uzak tutulduğunu görmüş olabilir ve bu da yeni yakınlaşmanın ardındaki nedenlerden birini teşkil edebilir. Son olarak, Filistin’le İsrail arasındaki, çok sayıda masum Filistinlinin öldürüldüğü, 12 gün savaşında Türkiye’nin diplomasi süreçlerinde kendine yer bulamadığı hatırlanmalıdır.
İsrail tarafına baktığımızda ise, ilişkilerin geleceğine dair yorumlar farklılık gösterebiliyor. Derinden derine temkin, tereddüt ve şüpheler de ifade ediliyor. Cb.Erdoğan’ın Filistin, Hamas, Müslüman Kardeşler vb. konularına bakışında radikal dönüşümler olmayacağı, Türkiye’de yapılacak seçimler vb. gibi dönemlerde bölgeye yönelik radikal mesajlar da gelebileceği, İsrail’in buna hazırlıklı olması gerektiği, ancak normalleşmeye de açık olduğu, dolayısıyla her iki tarafın da bu şartlar altında normalleşmeye yöneldiği yorumları görülüyor. Öte yandan, İsrail, başta Yunanistan ve GKRY olmak üzere çeşitli bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği yakınlaşmanın Türkiye ile yeni dönem ilişkilerinden etkilenmeyeceği hususunu bilhassa vurgulamaya da önem veriyor.
*İsrail gibi, geçmişte Türkiye’nin ciddi sorunlar, gerginlik ve çatışmalar yaşadığı ülkeler arasında BAE de bulunuyor. Bu tablo içinde, Türkiye’nin bölgeye yönelik bakışında Müslüman Kardeşler odaklı yaklaşımı, bu siyasi tercihin de etkisiyle yaşanan bölgesel rekabetin (Libya gibi) karşılıklı tehditlerin, suçlamaların uzun yıllar ilişkilerin mahiyetini etkilediği biliniyor. Karşılıklı tehditler, saldırılar ise ikili ilişkilerin önemli boyutlarından biri oldu.
BAE ise bu dönemde kendisini önemli bir aktörü olarak gördüğü yeni bölgesel stratejiler çerçevesinde ABD ve İsrail’in en yakın müttefiki olarak 13 Ağustos 2020’de İsrail’le barış anlaşması imzaladı ve M.Bin Zayed de “Yeni Orta Doğu’nun gerçek öncü lideri” olarak birçok övgüye mazhar oldu. Son olarak 30 Aralık 2021 günü Başbakan Bennett’ in BAE’ni ziyareti de bu ilişkilerin ulaştığı düzeyi gösteriyor.
BAE ulusal güvenlik danışmanı’nın Türkiye’yi ziyaretiyle başlayan ilişkilerde yeni dönem arayışları önce Veliahd Prens M.bin Zayed’in Türkiye’yi, daha sonra da Cb. Erdoğan’ın geçtiğimiz ayki BAE ziyaretiyle en üst düzeylere erişti. Yeni dönem Türkiye-BAE ilişkilerinde, BAE’nin konumu bölgesel düzeyde en önemli anahtar ve eşiklerden birini teşkil ediyor. Bu anlamda Türkiye’nin bölgeye bakışında İsrail ve BAE’ni önemli saçayakları olarak görmek doğru olacaktır. İki başkentin, Libya, Suriye, doğu Akdeniz gibi çatışma alanlarında politikalarını birbirlerine nasıl yakınlaşabilecekleri ise yeni dönemin ciddi sınamaları arasında yeralacak.
*Mısır; Türkiye’nin yakınen desteklediği, halkının güven ve oylarıyla iktidara gelmiş Mursi yönetiminin Sisi darbesiyle devrilmesine yol açan gelişmeler sonrasında, Türkiye-Mısır gerginliği aslında ilişkileri hep mesafeli olmuş bu ülkeler için çok farklı gelişmeleri de doğurdu. Taraflar bu süreçte birbirlerine karşı her türlü siyasi, iktisadi, askeri enstrümanı sahaya sürdüler, bu tutumlarını en üst düzeyde ve en ağır tehditlerle de devam ettirdiler. Bu gelişmelere paralel bir şekilde Mısır ve Yunanistan’ın liderliğinde Türkiye hasmı ciddi bir gruplaşmanın meydana geldiği de görüldü. Türkiye-Mısır gerginliği birçok bölge aktörü için istismar edebilecekleri son derece elverişli bir zemini sunuyordu. Şimdi iki taraf için de sürdürülebilir olmayan bu durumu düzeltmeye yönelik bazı adımların atılmaya çalışıldığı görülüyor. Ancak bu işler o kadar kolay değil. Bunda Mısır’ın bölgesel rekabet bir tarafa her şeyden önce Türkiye’yi içişlerine müdahale eden bir aktör olarak görmesi asıl belirleyici unsurlardan biri oluyor.
Son dönem gelişmeleriyle birlikte, Mısırlı muhaliflerin Türkiye’den veya Türkiye üzerinden yaptıkları yayınlara sınırlamalar getirildiği, mitinglerde, televizyon programlarında Mısır Cb. Sisi’ye yapılan suçlamaların giderek daha az duyulduğu izlenebiliyor. Bir anlamda bilhassa Cb. Mursi’nin ölümü sonrasında Mısır’ın Türkiye’nin gündemindeki yerinin geri planlara düştüğü de görülüyor. Bu durumun ise ilişkilerin gözden geçirilmesi yönündeki adımlara olumlu katkı yaptığı ve baskıları hafifletebildiği söylenebilir.
Mısır Dışişleri Bakanı Şükrü’nün, zaman zaman dile getirdiği normalleşmenin önünün “içişlerine karışmama, birbirlerinin egemenliklerine saygı” ilkeleri temelinde açılabileceği vurgusu da Mısır tarafının konuya bakışı bakımından yeterince ipucu veriyor.
*S.Arabistan ise Türkiye’nin bölgeye yönelik girişimlerinde en zor aktörlerden biri oluyor. Geçtiğimiz yıl Bakan Çavuşoğlu ülkeyi ziyaret etti ancak Kaşıkçı cinayeti sonrasında iki ülke arasında oluşmaya başlayan derin uçurumun kolay aşılamayacağı şüphesiz. Bu vesileyle Türkiye’nin bu cinayet sürecini iyi yönetemediğini, ilişkilerin bu aşamaya gelmesinde de bunun etkili olduğunu düşündüğümüzü söylemeliyiz. Gerçekleşirse Cb. Erdoğan’ın önümüzdeki yakın dönem için öngörülen ziyaretinin kritik bir eşiğin aşılması anlamına gelip gelmediğini göreceğiz. Bütün bu görünüm içinde ve Müslüman Kardeşler boyutunun giderek geri plana düşmeye başlamasıyla birlikte, SA’ın Ankara’dan beklentileri arasında bölgesel güvenlik sorunları, savunma/teknoloji konuları en başta gelecektir. Yemen, Libya, Suriye gibi. Türkiye’nin ise bu beklentileri ne ölçüde karşılayabileceği zorluklar içerecektir. Örneğin son savaşta Ukrayna’nın Türk yapımı droneları kullanmış olmasının çeşitli taraflarda doğurduğu tepkiler hatırlandığında SA’nın bu konuda olası satın alım ve işbirliği talepleri nasıl karşılanacaktır. Her halukarda SA ile ilişkilerin bugünkü konumunun siyasi,iktisadi vb. boyutları bir tarafa insani ilişkiler ve ülkemiz insanının Mekke-Medine’ye de evsahipliği yapan bu ülkeye bakışı bakımından da kabul edilemez bir düzeyde bulunduğu şüphesizdir. Türkiye-S.Arabistan ilişkilerinin durumu ve geleceği bölgenin önemli eşiklerinden biri olacaktır.
*Suriye ile ilişkilerin geleceği ise bütün diğerlerinden daha zorlu olacak ve her türlü senaryonun da önü açık gibi gözüküyor. Ancak Ankara’nın son bir yıl içinde bölgeye yönelik adımlarında görüldüğü gibi umulmayan hamleleri yapması da şaşırtıcı gelmeyebilir. Suriye bağlamında bakıldığında, Şam yönetiminin çeşitli Arap ülkeleriyle (Ürdün, BAE) ilişkilerinde yaşanan olumlu hava ve önümüzdeki ay yapılacak Zirve’de Arap Ligi’ne dönüşünün ihtimal dahiline girmesi gibi faktörlerin Türkiye’nin Suriye’ye bakışını etkilemesi ihtimali mevcuttur. Tabii ki şayet gerçekleşirse, Suriye ile ilişkilerin farklı bir mecraya girmesi, geçmişte olduğu gibi ileride stratejik işbirliği düzeyini geri getirir mi sorusunun cevabı şimdilik açıkça hayır olacaktır. Bu tür soruların cevabının olumlu bir tona bürünebilmesi için en az onyılların geçmesi gerekiyor.
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini gözden geçirme çabalarına kategorik şekilde olumsuz yaklaşımlarla bakmanın doğru olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak bugünlere neden ve nasıl gelindiğini, maliyetinin ne olduğunu sormanın, yeni döneme dair bilgilendirme talep etmenin de haklı olduğu şüphesizdir. Herşeyden önce populizmle beslenen bu ağır maliyetin faturası geleceğe ve millete çıkmıştır. Bu gayretlerin sonuçta bir normalleşmeyi getirip getiremeyeceği ise ancak önümüzdeki dönemde görülebilecektir. Herhalukarda çok zor bir süreçtir.
C.Sonuç olarak, Orta Doğu’dan Ukrayna’ya ve diğer birçok bölgeye kadar çok geniş bir coğrafya üzerinde yaşanan gelişmeler ve değişimler hakkında söylenmesi gerekli birçok husus bulunduğu şüphesizdir. Her ülke/bölge kendisinin adeta unutulmaması gerektiğini volkan türü patlamalarla zaman zaman uluslararası topluma hatırlatıyor. Birgün Myanmar, Libya, Suriye bir başka gün Ukrayna, Irak, Kafkasya…
Bütün bu görünüm içinde Orta Doğu’nun özel bir önem taşıdığını vurguladık. Bu durum herşeyden önce Türkiye’nin bölgeye aidiyeti, tarihsel ve güncel konumuyla da doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’nin bu anlamda bölgeyle gergin ve sorunlu değil yapıcı, ciddi, populizmden uzak, ileriyi gören ilişkiler ve işbirliği içinde bulunması, bu yönde de üzerine düşen bütün sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor. Aslında bu hususlar bölgenin bütün diğer ülkeleri için de aynı eşit derecede geçerli olmaktadır. Orta Doğu ülkelerinin bütün aktörlerine düşen tarihi ve ortak sorumluluklardan bahsediyoruz. Aksi takdirde yeni bir döneme girmekte olan dünyanın yeni dinamiklerine bölgemizin hazır olması mümkün olmayacak, bu ise ülkeleri, halkları, siyasi, sosyal-iktisadi yaşamın bütün unsurlarını olumsuz etkileyecek, yeni kaos dönemlerinin önünü açacaktır.
Özetle bazı başlıkları vurgulamak istersek;
a.Bugünkü küresel sistemin, başta her bir üyesi birbiriyle çatışmalı BMGK olmak üzere, yeni dünya gerçeklerini taşıyamadığı en bariz şekilde ortaya çıkmıştır. Son dönemde Afganistan’dan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline kadar yaşanan birçok gelişme bunun en somut göstergesidir. Artık yeni gerçeklikler ışığında yeni bir düzen arayışları hızlanacaktır ve bu arayışların geri dönüşü yoktur. Bu geçiş döneminde çok ciddi ve ağır sorunlar, krizler, savaşlar dünyamızın gündeminde sürekli yeralabilecektir.
b.Avrupa yıllar değil, onyıllar sürebilecek bu geçiş döneminin ve yeni arayışların en somut yaşanacağı bölge olacaktır. Orta Doğu da nasibini alacak, değişim fırtınalarından uzak duramayacaktır. O halde Türkiye de bu süreçlerde güçlü ve etkili şekilde yeralmalıdır.
c. Türkiye’nin karşısında yeralan bölge ülkelerinin tamamına yakınının bugüne kadar Türkiye aleyhtarı zeminlerde bir araya gelebildikleri ve bu sürecin başını BAE, İsrail gibi aktörlerin çektiği dikkate alındığında (Doğu Akdeniz Gaz Forumu gibi) ülkemizin de güçlü şekilde bu zeminlerde bulunması gerektiği herhalde Ankara tarafından anlaşılmaktadır. Bu durum aslında hepimiz için özel hassasiyet taşıyan Türkiye-Filistin ilişkileri bakımından da yararlı olacaktır. Gerekli olan rasyonel, makul, uzun vadeli politikalardır.
Türkiye’nin yeni geçiş döneminde önünde büyük engeller olacağı, zor süreçlerin sözkonusu olduğu, bu dönemde başta Yunanistan, GKRY gibi ülkelerin tutumunun dikkatle izlenmesi gerekeceği şüphesizdir.
Yine Orta Doğu ile ilişkilerin normalleştirilmesi girişimlerinin en hassas yönlerinden birini İran boyutu teşkil etmektedir. Süreç iyi yönetilemediği takdirde diğer ülkelerle ilişkilerde atılacak adımların Türkiye-İran ilişkilerine olumsuz yansımaları olabileceği gibi, İran’ın bu gelişmeleri, içinde Türkiye’nin de yeraldığı yeni bir bölgesel yapılanma olarak değerlendirmesi ve tepki seviyesini yükseltmesi beklenir.
Türkiye’nin bugüne kadar desteklediği, koruması altına aldığı MK, Hamas gibi bazı yapılarla ilişkilerin hassasiyetle değerlendirilmesi çok önemlidir. Mısır, BAE vb. ülkelerle ilişkilerini geliştirme yollarını ararken bu yapılarla topyekun yıkıcı bir ayrılık sözkonusu olmamalı, dengeli ilişkiler korunmalı, aksi takdirde Türkiye’nin bölgedeki geleceği bakımından çeşitli aktörler bakımından çok ciddi güvensizlik tohumları anlamına geleceği de bilinmelidir.
-Yeni küresel ve Orta Doğu süreçlerine girilirken, Türkiye’de güçlü, gerçekçi, vizyoner, bugünleri ve geleceği iyi görebilen yeni bir yönetim yapısının oluşması gerektiği de en temel ön şartların başında gelmektedir.
Umarız Türkiye, başta içinde bulunduğu yakın coğrafya/Orta Doğu olmak üzere bütün dünyayı etkileyecek değişim rüzgarlarının etkisini iyi analiz eder ve yeni bölgesel/küresel sistemde en güçlü şekilde yerini alır.
****