Dış Politika Anlayışı Üzerine Bazı Mütevazi Notlar…
16/17 Kasım 2021. Üstad Sezai Karakoç Bey’in vefatı ve cenaze töreni. Şehzadebaşı Camii’nin Hazire bölümüne defni. Samimi niyetlerini bilemesek de suni gösterişler içinde oldukları intibanı veren, bu tutumlarını müteakip günlerde de sürdüren, birkaç münferid şahıs ve çevrenin varlığı hariç gerçek bir Millet Buluşması’ydı son yolculuğu. Bu buluşma’nın samimi erleri ise dualarını derin bir huşu içinde, kameralardan uzak, gerek cenaze töreni sırasında gerek müteakip günlerde mezarı başında sürdürdüler. Vefatından bugüne de akın akın mezarını ziyaret ediyorlar. En başta gençlerin bu büyük düşünüre ilgisinin “ölümünden sonra değer bulmak” olarak tanımlanması şüphesiz yanıltıcı olacaktır. Bu gönül insanları her zaman Sezai Bey’in yanında oldular, bundan böyle de bu duruşlarını samimiyetle devam ettirecekler. Sahte ilgi sahipleri ise ne kendisinden ne de çevresinden hiçbir zaman kabul görmediler. Türkiye’nin bugünü ve geleceği üzerinde zihin yoranların Şehzadebaşı Camii’ndeki bu Millet Buluşması’nı doğru ve iyi okumaları gerekir.
Üstad Sezai Bey nereye defnedilebilirdi ki. Bir dörtlük olmaktan öte, gerçek bir misyon tanımlaması olan ve Mimar Sinan’ın dehasını, kendi kaleminin edebi derinliğiyle birleştiren;
“Gün de doğar gün de doğar, Bir gün mutlaka gün doğar.
Gün doğmadan neler doğar, Gün doğmadan Şehzadebaşında.”
mısralarının sahibi bugün bulunması gerektiği yerde medfun.
I.Cenaze törenlerinin ardından ilk duygular derin bir gariplik hissi oluyor. hayata anlam ve kimlik kazandıran bir düşünürün ardından yalnız kalmışlık hissi çok özel ve farklı, ancak gayet anlaşılabilir ve insani duygudur. Bu hislerin ve duygusallığın ardından önümüzdeki dönemde diriliş halkasının samimi mensuplarını gerçek sınamalar bekliyor olacak. Kendisinin de hemen her vesileyle dile getirdiği gibi bugüne kadar söylenecek her şey söylendi. Dün ve bugün yanında olanlar çizgilerini aksiyonlarıyla güçlendirerek yarınlarda da sürdürme görevini üstlenmek zorundalar. Bu tarihi bir sorumluluktur.
Sezai Karakoç hakkında değerlendirmelerde bulunmaya çalışmak, peşinen kabullenilmeli ki, iddialı bir çaba olacaktır. İhtiyat, özen, birikim ve sorumluluk gerektirir. Bu hassasiyetlerin bilincinde olarak, (maksadının parti veya günlük siyaset değil, hareket olduğunu çeşitli vesilelerle vurgulayan) Sezai Bey’in her şeyden önce bu toprakların yetiştirdiği gerçek ve samimi düşünce önderlerinden olduğunun tekrar tekrar vurgulanması gerekir. Son asrın fikir kuraklığı içinde yeşeren, bu kategorideki öncü insanlar maalesef sayıca azdır. Bugünlerin düşünce dünyasında içinde bulunulan telafi edilmez kırılmaların, savrulmaların ve yön kayıplarının nedenlerinin başında da esasen bu gerçeklik geliyor. Ve sayıları az bu önderler birer birer dünyamızdan “ kartal gibi göklere çekildikçe” geride doldurulması zor boşluklar oluşuyor. Ne hazin bir durum. Siyasi, iktisadi, sosyal vb. felaketlerden daha ağır bir tablo. Bütün bu alanlardaki sorunlar; yetenekli kadrolarla, rasyonel planlama ve proğramlar dahilinde ergeç aşılabilir. Ama bir Milletin düşünce kuraklığı çekmesinden daha vahim ne olabilir. Bu durumun ağırlığı Sezai Bey’in vefatı sonrasında daha da çok hissedilecektir. Düşünce dünyasına yeni öncü isimler gelmedikçe de topyekun bir siyasi, iktisadi, sosyal vb. canlanışın doğması, yeni bir medeniyet hamlesinin gerçekleştirilmesi maalesef mümkün de olmayabilecektir. Eserlerinde yaşayan düşüncesinin gelecek nesillerce daha fazla ve sağlıklı bir şekilde anlaşılması bu anlamda gerçek bir umut kaynağı teşkil ediyor.
II.Sezai Bey düşüncesi hakkındaki yorumların zaman zaman, büyük ölçüde sadece şairliği ekseninde yapıldığı, bunun öne çıkarıldığı görülüyor. Bu tür yaklaşımlar bize göre sağlıklı, bütüncüllük içeren bir yaklaşım değildir. Şüphesiz edebi kişiliği, düşünce ve fikir dünyasındaki öncülüğünün doğal bir uzantısı ve izdüşümü olarak küresel düzeydedir. Bu bakımdan şiiri düşünce derinliğinin de doğal bir uzantısıdır. Şiirinin sultanlığı kaleminin kaynağını aldığı düşünce ve inanç dünyasından gelmektedir. Gerçeklik üstü bir boyutudur. Ancak düşünce sistematiği herşeyin üzerinde, bir kapsayıcılık ve bütünlük içinde ele alınmalıdır. Bunun bir boyutu olmadan diğeri olmayacaktır. Sezai Bey yaşamı boyunca şair hassasiyetiyle de, makaleleriyle de topluma ışık olmuş bir fikir öncüsüdür. Bunların topyekun bütünlüğü diriliş düşüncesini meydana getirir. Hepsinin sentezi, birlikteliğidir diriliş.
Bu çerçevede Sezai Bey’in düşünce dünyasına vurduğu damganın en hayati boyutlarının başında dış politika ve dış dünya gelişmelerinin geldiğini, buna yaşamın pratik/ somut gerçekliği içinde de sürekli ve bizzat şahit olunduğunu da düşünmekteyiz.
Yukarıda işaret edildiği gibi, Sezai Bey’in dış politika anlayışı üzerinde yazmanın, değerlendirmelerde bulunmanın da cesaret işi olduğu şüphesizdir. Ancak, şiirinden dış politika görüşlerine kadar Onun kaleminin farklı boyutları hakkında çevresindekiler yazmazsa kim yazacaktır. İlk adımları kimler atacaktır. Aksine bir tutum sorumluluklardan kaçış olmayacak mıdır. Onun dış dünya gelişmelerine bakışı vizyoner ve kapsamlıdır, bütün yönleriyle araştırılmalı, incelenmeli, üzerinde doktora/doktora üstü çalışmaları yapılmalı, konferanslar, çalıştaylar düzenlenmelidir. Bütün bu faaliyetlerin Türkiye dışı ayakları da mutlaka bulunmalıdır. Çeşitli ülkelerde Onun adına düzenlenen seminerler, bazı bölgesel kuruluşlarda (örneğin EİT/ ECO) tanıtımı belki mütevazi ancak yine de katkı sağlayan adımlardır. Bu vesileyle, son dönemlerde Sezai Bey’in düşünce dünyasına dair bazı çalışmaların yapıldığını, bunların daha da artmasında yarar olacağını belirtmeliyiz.
Bu yaklaşımlar çerçevesinde; Sezai Bey’in dış politika’ya bakış sistematiğin bazı ana unsurlarının şöyle sıralanabileceğini düşünmekteyiz;
a.Batı’nın Roma’sına karşı tarihi mükemmellikte evrensel bir cevap da teşkil eden Devlet-i Ali’nin yıkılışının tahlili. Asırlara yayılan bu yıkılışın nedenleri, bölgesel/küresel ölçekte ortaya çıkan sonuçları. Milletin öncüsü olması gereken aydın ünvanlı kesimlerin bu tarihi ve medeni sorgulamayı bile henüz layıkınca, sağlıklı bir şekilde yapamadığı.
b.Bugünün bölgesel/küresel sisteminin nihai olmadığı, adeta bir geçiş/ara dönemin yaşandığı, köklü değişimlerin mutlaka görüleceği. (Örneğin onyıllar öncesinden söylediği gibi, SSCB’nin dağılışı, kardeş halkların özgürlüklerini elde etmesi) Milletlerin, devletlerin ve ülkelerin tarihinde değil onyılların, asırların bile uzun zaman dilimleri olarak görülemeyeceği.
c.Dağılmışlığın, parçalanmışlığın kader olmadığı, bilhassa II. Dünya Savaşı sonrasında sömürgeciliğin kurbanı olmaktan kurtulabilmiş mazlumların büyük mücadelelerle ve peyderpey özgürlüğünü elde ettiği, bunun ilk aşamayı oluşturduğu, ancak nihai aşamayı teşkil etmediği, asıl mücadele alanı olan düşüncede dirilişle Milletin dünyada hakkettiği yeri mutlaka tekrar kazanacağı.
d.Yeni bir dünyanın kuruluşu için imkanların mevcut olduğu. En başta akıllı, sağduyulu yönetimlerin ve kendilerine düşen tarihi görevin bilincindeki aydınların öncülüğünde Türkiye’nin ve Milletin bu yeni dünyanın kuruluşunda öncü rolünü üstlenebileceği. Bu topraklarda yaşayanların bu tarihi sorumluluklardan kaçınmanın esasen mümkün olmadığı. İsmail Bursevi Hazretlerinin öngörüsüne de atıfla ahir tasarrufun Milletin olduğu.
III. Bu perspektiften Sezai Bey’in yaşadığı dönemlere bakıldığında, bölgesel ve küresel düzende önemli değişimler meydana gelmektedir. II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesi yıllarıdır. Bu dönemler, Devlet-i Ali’nin yıkıldığı, Milletin büyük ölçüde parçalandığı ve sömürgeciliğin pençesine düştüğü dönemlerin ardılıdır aynı zamanda. İki yüzyıldır süren düşünsel, fiziki, medeni vb. yangının geride bıraktığı küllerin içinden de yeni bir ülke kurulmaktadır. Kendi ifadeleriyle, Maraş’da ortaokul yıllarında Mesnevi’yi anlamaya başlamasıyla birlikte, zihninde çok erken bir uyanma da yaşamakta, dünyayı görmekte, kavramaktadır da artık. Bu dönemlere bakıldığında dünya nasıl bir tablonun içindedir?
a.İçinde küresel çapta savaşları, yıkımları, imparatorlukların parçalanışını ve yeni bir uluslararası sistemin kuruluşunu da barındıran son bir asrı özetlemek kolay değildir. Yine de başlıklar halinde bakılmaya çalışıldığında, 19. asrın başlarından itibaren sanayi devrimiyle güç kazanan sömürgeciliğin, kültürel, siyasal, iktisadi vb. bütün boyutlarıyla küresel hakimiyet peşinde koştuğu ve insanlık tarihinin şahit olduğu en büyük yıkımlara da yol açarak bunu gerçekleştirdiği görülecektir. Avrupa merkezli bir tahakküm düzeni neredeyse bütün dünyaya hakim olmuştur ve bunun sonuçları bugün bile etkisini sürdürmektedir. Sadece bazı bölgeler değil, kıtalar paylaşılmıştır. Bu küresel sistemin hakimlerini tanımlamak bakımından üzerinde güneş batmayan imparatorluklar değil gerçekte insanlığın üzerine çökmüş sömürgeciliğin kara bulutları ifadesi doğru olacaktır. Küçücük Belçika bile, birkaç Avrupa devletiyle birlikte bütün Afrika’yı ele geçirmiştir. İşte Afrika’nın bu trajedisi Sezai Karakoç’un zihninde, yazılarında, şiirinde her zaman özel bir tutmuştur. Bütün Afrika, Asya, Amerika, özetle bütün dünya bu trajediyi paylaşmaktadır.
Türkiye’nin yakın çevresi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika sömürgeciliğin güçlü izlerinin devam ettiği bölgelerin başındadır. İsrail, gökten inercesine, hak hukuk sözkonusu olmaksızın haritada yerini almıştır. Filistin içinse yeni bir trajik dönem başlamıştır. Bilhassa bütün yakın bölgemiz darbeler, yıkımlar sarmalından çıkamamakta, fikri planda yeni atılımlar yapabilme zemini de bulunmamaktadır.
İslam ve Türk dünyası adeta bir varoluş savaşı vermekte, dünyanın diğer çeşitli halklarıyla birlikte koloniyalizme karşı mücadelesini sürdürürken önemli bir bölümü Sovyet sömürgeciliğinin altında kalmaktan kurtulabilmek için daha 1990’ları beklemektedir. Devlet-i Ali’nin mirasçısı Türkiye de sömürgeciliğin kurbanı olmaktan zar zor kurtulmuş olarak kendisine uluslararası sistemde yer bulmaya çalışmakta, öte yandan, bütün bu zorluklara rağmen bile sadece eski coğrafyalarına değil, Orta Asya’dan Baltıklara kadar geniş bir alanda kendisi için sorumluluk alanı gördüğü bölgelere el uzatmaya da çabalamakta, en azından gelişmelere ilgisiz kalmamaya çalışmaktadır. (Sezai Bey’in bu anlamda, örneğin, Türk devletlerinin birlikteliğini hedefleyen çabaları, bir takım eksik veya sorunlu yönleri olsa bile, olumlu bir süreç olarak gördüğünü de düşünmekteyim)
Dünya savaşlarının yıkımını merkez bölge olarak en ağır şekilde yaşamış Avrupa da kendine çeki düzen vermekte, siyasi, iktisadi, askeri başta olmakla hemen her alanda birliğini sağlamaya çalışmaktadır. Bugünün Avrupa Birliği’nin ilk tohumları da yine bu dönemlerde atılır. Batı dünyası, bilhassa da Avrupa, tarihinde ender görülür tarzda, askeri tahakkümle değil, ortak vizyon ve gelecek temelinde geleceğini tasarlamakta, bu yönde somut adımlara yönelmektedir.
Bununla birlikte; II. Dünya Savaşı ve müteakib Soğuk Savaş sonrasında İslam-Türk ve diğer mazlum ülkeler siyasi ölçekte bağımsızlıklarını genelde elde edebilmişlerse de, 21. yüzyılın yeni dünyasına nasıl geçiş sağlanacağı, nasıl bir konum içinde bulunulacağı hususunda zihni karmaşa sürmekte, temelde kendileriyle barışık ve kimliklerine karşı sorumlu aydınların eksikliğinin de etkisiyle çok geniş bir coğrafyada düşünce dünyasında ağır buhranlar geçirmektedir. Yön arayışları sürmekte, çoğu kez de yabancı duvarlara çarpan bu atılımlar daha vahim gelişmeleri beraberinde getirmektedir. Yine bu kargaşa içinde topluma öncülük edebilecek sağlıklı aydın sesleri mevcutsa da cılız kalmakta, mesajlar yöneticilere, topluma, geniş kesimlere ulaşamamaktadır. 20. asrın asıl meselesi de zaten budur.
b.İşte bütün bu durum Sezai Bey için derttir. Sadece bugünün değil geleceğin de meseleleridir bunlar. Zira sağlıklı zeminde oluşturulamayan değerlendirmeler ülkeyi ve Milleti geleceğe de taşıyamayacaktır. Bir aydın sorumluluğu içinde bir taraftan ülke içindeki meselelere bakarken, dış politika gelişmelerine karşı da asla ilgisiz veya suskun değildir. Her şeyden önce bunların birbirinden ayrılmaları da mümkün değildir. Bundan ötürü de kendi öz kültürüyle bağlarını kesip koparmış, ruhunda şüphe tohumları ekilmiş, ülke içi ve dışındaki gelişmeleri sağlıklı şekilde değerlendirmekten aciz güya aydınlara karşı da açık bir tutum içindedir. Onları en açık şekilde eleştirir ve gerçek aydınları da göreve çağırır. (Çağ ve İlham) Aydınlara önce kendilerini bilme çağrısında bulunur. Yeni bir dünyanın kuruluşunda yöneticilere, üniversitelere ve en başta da ülke aydınlarına özel ve tarihi sorumluluklar düştüğünü vurgular.
Uluslararası sistemin o günkü görünümü içinde, sömürgecilere karşı net bir tavır koymuştur. Çoğu Türk-İslam dünyasından olmakla bütün mazlumların yanındadır. O günlerin Türkiye’nin yeni dünya düzeninde kendisine batılı ülkeler içinde yer bulmaya çalıştığı dönemler olduğunu tekrar hatırlamak gerekir. Buna rağmen Sezai Bey için gerçekler her zaman, her vesileyle haykırılmalıdır. Aydınların sorumluluğudur bunlar. Bun nedenle de, örneğin, Fransa ile müttefik olunsa bile, Kuzey Afrika’da Tunus ve Cezayir’in bağımsızlığı onun için bütün mazlumlar adına vazgeçilmez direniş sembolleridir. (Ötesini Söylemeyeceğim/Kutsal At) Fransa’ya karşı tavrı da bu nedenle açıktır. “ Sizin defolup gitmenizi istiyorum”
Onun için özgürlük mücadelelerinin sınırı, kimliği ise yoktur. Özgürlük herkes içindir. “Kan İçinde Güneş” şiiri bu hissiyatla Doğu Avrupa halklarının Sovyet işgaline direnişini selamlamaktadır. (Bu vesileyle meslekdaşımız Ankara’daki Macar Büyükelçi Matis’i de Sezai Bey’in vefat sonrası anlamlı sözleri için tebrik ediyoruz.Türkiye-Macaristan dostluğuna yakışır bir tavır olmuştur)
Kıbrıs, Balkanlar, Bosna, Makedonya, Ege adaları, Doğu Türkistan, Rusya’nın esaretindeki mazlum kardeş halklar ve nice diğerleri hepsi birden O’nun kaleminin ilgisi içindedir.
Dış politika’da Sezai Bey kaleminin saçtığı ışıkla gerçek bir aydınlatıcı, yol gösterici olmuştur. Uzun yıllar öncesindeki tahlillerinin zamanı geldiğinde gerçekleşmesi sahip olduğu derinlik, sağduyu ve ilhamın da yansımalarıdır. Sure-i Rum ışığında, komunizmin Batı’nın karşısında yenileceği, sonra ikisinin de tarihten silineceği öngörüsü bunlardan sadece biridir. SSCB’nin yıkılışına onyıllar öncesinden işaret etmiştir.
Sezai Bey için bütün dünya mazlumların mücadele alanıdır. Ve kendisi de her zaman onların yanındadır. Ömrünün son dönemlerine kadar ve her vesileyle bu kaygısını ortaya koymuştur. Nitekim, Ağustos 2019 Kurban Bayramı konuşmasında da işlediği Doğu Türkistan konusu dünya sisteminde bugün giderek daha güçlü şekilde yer bulmaya başlamıştır. “ Doğu Türkistan'ın başına gelenlerden bütün hepimiz suçluyuz. Afganistan'ın başına gelenlerden suçlu biziz. Her suçun bir cezası vardır. Bu dünyada da kendimizi toparlamazsak, biz de teker teker cezamızı çekeceğiz" Bu konuda izlenmesi gereken çizginin temel taşlarıdır bunlar.
Çözüm nedir; Diriliş’tir. Sezai Bey’in düşünce sistematiğinin merkezinde derin ve kapsamlı tahliller bulunurken, Ne/Nasıl Yapmalı sorusunun cevabı da bu tahlillerle yan yana gelir. Dolayısıyla eleştirileri havada kalan felsefik yorumlar değildir. O düşünce ve aksiyon adamıdır. Biri olmadan diğeri de olmayacaktır. Öncelikle ruhlarda, düşüncede diriliş şarttır. Birlik, dayanışma, bütünlük gerekmektedir. Küçük lokmalar halinde ayakta kalabilmenin, varolabilmenin imkanı bulunmamaktadır.Ardından insanlığın dirilişi, medeniyetin uyanışı gelecektir. Türkiye’nin artık kendisini “ yenilgiye uğradığı I. Dünya Savaşı şartlarında kabul etmemesi gerektiğini, bugün şartların değiştiğini, sınırların, varsayımların bugün için geçerli olmadığını, asıl sınırların Milletin sınırları olduğunu” söyler. Meselenin aslı da budur. Bu sınırları sadece fiziki sınırlar olarak görmemek gerekir. Zihinlerdeki sınırların yıkılması öncelikle şarttır. Sorumluluk sahibi herkesin, bölgemizde ve dünyada bilhassa son yüzyılda yaşanan gelişmeleri sağlıklı bir şekilde tahlil etmesi ve ezilmişlik psikolojinin etkisinden kurtulması şarttır.
IV.Sonuç olarak, Sezai Beyi anlamak ve düşünce sistematiğini kavramaktan uzak, bu zaafiyetlerini de (kendisinin hiçbir zaman itibar etmediği) parlak ödül törenleriyle perdeleme çabasındakiler muhtemelen bundan böyle etrafta pek görünmeyeceklerdir. Varlıkları, vefat yıldönümlerinde paylaşacakları kısa birer mesajdan öteye de geçemeyeceklerdir. Onların düşünce sınırları budur ve suni misyonları zaten tamamlanmıştır. Ancak samimi inanç sahipleri için diriliş misyonu asıl bundan sonra başlıyor. Ektiği tohumlar Diriliş Erlerinin elinde bu misyonu başaracaktır. Dikilen gül fidanı onlar tarafından küresel bir misyona dönüşecektir. Değil onlarca, yüzlerce yıl gerekse de bu kutlu yolculuk sürecektir.
Millet her şeyi başarabilecek güçtedir. Sezai Bey’de bu Millet inancı her zaman sarsılmaz olmuştur. Yeter ki doğru rehberlik kendisine ışık tutsun. “Bir zamanlar biz bir çivi bile çakamayız, toplu iğne bile yapamayız denilirken bugün bu ülkenin çocukları her yere koşuyor, kendisine imkan sağlanınca harikalar gösteriyor. Demek ki Milletin bir özelliği var. Bir atılım ruhu, ortaya bir eser koyma gücü ve iradesi mevcut” (Günlük Yazılar IV) Bütün engellemelere, sıkıntılara, beceriksiz, liyakatsız ve vizyonsuz yönetimlerin sebep olduğu yıkım derecesindeki sorunlara rağmen Millet geleceğine sahip çıkacak, geçmişte olduğu gibi, yarın da yine tarihin akışını değiştirebilecektir. Yeter ki uygun şartlar oluşturulsun.
Sezai Bey tarihe, düşünce dünyamıza derin bir damga vurarak ahirete göçtü. Şimdi yeni bir dönem başlıyor ve bunun üzerinde kapsamlıca düşünmek gerekir. Sezai Bey anısına kapsamlı konferanslar düzenlemek, düşüncesini ve eserlerini yaşatacak vakıflar, düşünce merkezleri kurmak üzerinde düşünülebilir. Özetle, samimi insanlara düşen öncelikli görev, kurdun lambayı söndürmesine izin vermemek olacaktır. Bu ışık yandıkça kurtuluş umudu korunabilecektir. (Kurt ve Lamba, 1971) Zira tarih şahittir ki kurtun hedefi önce lambanın ışığını söndürmektir.
17 Kasım 2021 günü Şehzadebaşı Camiindeki defin töreni aynı zamanda düşünce dünyasında büyük bir boşluğunun doğduğu anlamına da geldiğine işaret ettik. Ancak eserleri her zaman yol göstermeyi sürdürecektir. Asıl olan da bu değil midir.
O’ndan geldik. O’na döneceğiz...Allah rahmet eylesin... Herkesin başı sağolsun, mekanı cennet olsun.