I. İlk çıkış tarihi hakkında farklı yorumlar bulunsa bile 8 Mart Kadınlar Günü 1977 yılından bugüne Birleşmiş Milletler tarafından da sahiplenilmiş olarak uluslararası düzeyde kutlanıyor. Türkiye de 8 Mart’ı Kadınlar Günü olarak, zaman zaman kesintiler olsa bile, neredeyse 100 yıldır kutlayan öncü ülkelerden birisi. Aslında ülkemizin tarihi gelişim sürecine bakıldığında kadın hakları alanında öncülük olarak nitelendirilebilecek epeyce aşamanın bulunduğu da görülecektir.
Öte yandan, bugünün dünyasında kadınlarla ilgili eğitimden iş yaşamına kadar hemen her alanda yığılmış ve çözüm bekleyen konuların bulunduğu dikkate alındığında sadece 8 Mart günüyle sınırlı kadın faaliyetlerinin yetersiz olacağının peşinen kabul edilmesi gerekir. Bununla birlikte bugünün çeşitli sorunlara eğilinmesi ve odaklanılabilmesi bakımından yararlı bir vesile teşkil edebileceği de doğrudur.
Genel anlamda insan hakları alanında bugün; BM, AGİT ve AK’den ECRI, AİHM, İHK, CERD ve CEDAW vb.’ne kadar çok sayıda örgüt ve bunlara bağlı birçok komite/komisyon, ülkeleri/sözleşmeleri denetleyen izleme mekanizmaları, keza İİT, ASEAN gibi bölgesel kuruluşlar bünyesinde çeşitli yapılar, ayrıca önemli sayıda enstitü, vakıf, STK vb. faaliyet göstermektedir. Bütün bu yapıların dayandığı uluslararası sözleşmeler de bu faaliyetlere yol ve hedef gösteriyor.
II. Kadınlarla ilgili konuların bilhassa son onyıllarda BM başta olmakla birçok bölgesel/uluslararası kuruluşun dikkat ve ilgi merkezine giderek daha fazla yerleşmeye başladığı ve çeşitli adımların atılmasına gayret sarfedildiği görülüyor. Bu konular artık bugün çok daha fazla ve etkin şekilde uluslarlarası toplumun gündeminde bulunuyor.
Kadın hakları alanında öncü konumdaki BM tarafından atılmış tarihi önemde köşetaşı adımların arasında, örneğin, 1975 yılında BM’nin Kadın Onyılı ilan edilmesini, 1995 yılında Çin’de yapılan BM 4.Dünya Kadın Konferansı’nda kabul edilen Pekin Bildirisini de görmekteyiz. Bütün bunlar ve diğer benzeri gelişmeler kadın sorunları, hakları, eğitim, sağlık, siyasette temsilleri vb. gibi kritik konularda önemli hedeflere doğru kaydadeğer aşamalardır. Bu kararları izleme mekanizmaları da etkin bir denetim ve uygulama için çalışmalarını sürdürüyorlar.
Bugünlere doğru gelinirken 2015 BM Zirvesinde 2030 sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin BM üyesi ülkelerce kabul edilmesi, bu amaçla belirlenmiş 17 ana hedef içinde kadın ve kız çocuklarına karşı ayrımcılığın, kaçakçılığın, şiddetin bitirilmesinin, kadınların her düzeyde karar verme/liderlik/siyasi temsil mekanizmalarına dahil olmalarının bulunması da keza önem taşımaktadır.
Kadınların bugün dünyanın her yerinde yüzyüze bulundukları sorunlar arasında şüphesiz şiddet en başta gelenlerde biri. Gelişmiş, gelişmemiş veya gelişmekte olsun ayrım göstermeksizin bütün ülkelerde durum bu şekildedir. Gelişmiş ülkelerden, örneğin ABD’de de her 4 kadından birinin yaralanma veya travma ile sonuçlanan şiddet kurbanı olduğunu, siber tacizlerin, cinsel istismarların, iş yerlerinde cinsiyete dayalı olarak üst makamlara gelebilmeden kaynaklanan sorunların, eğitim alanında eşitsizliğin ciddi anlamda kadınların aleyhine sürmekte bulunduğunu çeşitli araştırmalar ortaya koymaktadır. Dünya’da neredeyse her üç kadından fiziki şiddet mağdurudur. Ölümlü şiddetin yılda yaklaşık 80-100 bin kadının yaşamına malolduğu da çeşitli raporlarda yeralmaktadır. Ne yazıkki bu sayının ülkemizde de kaygı verici düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Kaldı ki tek bir yaşamın bile bu nedenle yitirilmesi sarsıcıdır. Hiçbir kurum/kuruluş veya ülkenin sayıların azlık veya çokluğunun arkasına saklanmaması gerekir. Herhalukarda kadınları koruyan önemli belge ve sözleşmelere rağmen bu tablo herhalde kabul edilemez bir durumdur.
Doğal olarak, bütün bu durum kadına yönelik şiddeti, maruz kaldıkları ihlalleri, istismarı, hak kayıplarını, siyasi/sosyal alanlarda temsil eksikliğini vb. küresel bir meseleye dönüştürmektedir. Bu konular 2020 yılı boyunca da çeşitli bölgesel/uluslararası kuruluşların gündeminde yeralmayı sürdürmüştür.
Bu çerçevede; yukarıda bahsettiğimiz BM 4.Dünya Kadın Konferansı ve Pekin Bildirisi’nin 25.yılına da rastlaması nedeniyle BM bünyesinde 2020 içinde çeşitli faaliyetler gerçekleştirilmiş, BM 75. Genel Kurulu’nun 2020 sonbahar oturumlarında kadınlarla ilgili olarak çeşitli kararlar kabul etmiştir.
BM’nin kabul ettiği bu kararlar arasında; Kadın ve Kızlara Yönelik Kaçakçılıkla Mücadele (75/158) Kadınlara Karşı Şiddetin Her Türlüsüyle Mücadele’nin Güçlendirilmesi (75/161) Covid19 Salgını ve Kadınların Durumu (75/156) Covid19’un Kadınlara Etkilerinin Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Ulusal/Uluslararası Mücadelenin Güçlendirilmesi (75/156) ile Kadınların Silahsızlanma ve Silahların Yayılmasının Önlenmesi Süreçlerine Etkin Katılımları (75/48) da bulunmaktadır.
III.Herkesin malumu olduğu üzere, kadın hakları konusunda BM’nin yanı sıra öncü kuruluşlardan olan Avrupa Konseyi bünyesinde kadına karşı şiddetin önlenmesiyle ilgili olarak 1990’lı yıllardan itibaren önemli çalışmalar yapılmıştır. 2002’de AK Bakanlar Komitesi’nde kadınların şiddete karşı korunması konulu bir karar alınmış (Rec.2002/5), AK Başkanlar/Başbakanlar 2005 Varşova Zirvesi’nde aile için şiddetle ilgili kapsamlı çalışmalar yapılması kararlaştırılmış, AK Parlamenter Meclisi de bu çalışmalara destek vermiştir. (1450/2000, 1582/2002, 1777/2007, 1327/2003 sayılı kararlar) Bu faaliyetler neticesinde AK Bakanlar Komitesi aralık 2008’de bir Uzmanlar Grubu oluşturmuş ve Gruba bu alanda bir Sözleşme taslağı hazırlaması görevini vermiştir. Sözkonusu çalışmalar aralık 2010’da tamamlanmış ve AKBK’de 7 nisan 2011’de onaylanan Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair AK Sözleşmesi 11 mayıs 2011’de İstanbul AKBK sırasında imzaya açılmıştır. Bu dönemde AK Bakanlar Konseyi Dönem Başkanlığını Türkiye’nin yaptığı hatırlanmalıdır. İstanbul’da imzalanan ve yeterli onaycı ülke sayısına (10 onay) ulaşarak 1 ağustos 2014’de yürürlüğe giren adıgeçen Sözleşme kendi alanında ilk uluslararası belge olmuştur. Bugün itibariyle 45 ülke (ve AB) imzacı, 34 ülke Sözleşmeyi onaylamış durumdadır. Sözleşmenin izleme mekanizmaları faaliyetlerini sürdürmekte, ülkelerin çalışmalarını peryodik görüşme ve raporlarla mercek altında tutmaktadır. Nitekim uzmanlardan müteşekkil Grevio 5 yıl boyunca 20 izleme ziyareti gerçekleştirmiş ve 17 ülke raporu hazırlamıştır.
AK bünyesinde kadın haklarıyla ilgili çalışmalar 2020 boyunca da sürmüş, AK bu Sözleşmenin diğer ülkelerce de imzalanması ve onaylanması yönünde çağrılarını sürdürmüştür. AK çalışma grupları kadına karşı dijital şiddetin önlenmesi, salgın döneminde ev içi şiddetin artmasının önlenmesi gibi konuları da ele almıştır.
BM ve AK gibi İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da kadın hakları alanına son dönemde giderek daha yakın bir ilgiyle yaklaşan kuruluşlardan biri olduğu izlenmektedir. 1 Kasım 2016’da İstanbul’da kabul edilen İİT Kadının Güçlendirilmesi Eylem Planı (OPAAW) bilindiği gibi önemli belgelerden birini teşkil etmektedir.
İİT Kadının Geliştirilmesi Merkezi 2020 içinde yürürlüğe girmiştir. İİT’in bir uzman kuruluşu olarak Merkezin Kahire’de tesisi Dışişleri Bakanları’nın Şam (2009) toplantısında kararlaştırılmıştır. Kuruluş Statüsünü ise bugüne kadar 24 ülke imzalamıştır.
Kadınların durumu konusu İİT Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Niamey-Nijer’de 27/28 Kasım 2020 tarihinde gerçekleştirilen toplantısında da ele alınmıştır. Buna göre İİT ülkelerinde kadının durumuyla ilgili olarak 2 karar alınmış (57/47-Pol ve 4/47-Cul), modern esaret ve kadınların istismarına karşı eşgüdüm içinde mücadelenin önemine dikkat çekilmiş, bilhassa az gelişmiş İİT ülkelerinden gelişmiş ülkelere yönelik insan kaçakçılığı şiddetle kınanmıştır. İİT gibi kapsamlı bir çatı kuruluşunun kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve durumlarının iyileştirilmesine ilişkin süreçlerde faal olarak devreye girmesi muhakkak ki önemli bir aşama teşkil edecektir.
IV. Öte yandan; yeni bir yüzyıla girişimizin üzerinden 20 yıl geçtiği malumdur. Kadın hakları, eşitliği, temsili vb. alanlarında yapılacak daha epeyce iş olmasına karşın bugüne kadar önemli adımların atıldığı, kararların alındığı, eylem planlarının hazırlandığı da yukarıda belirtilmiştir. Bütün bunların ne ölçüde başarılı olduğu veya olmadığı ilgili uluslararası kuruluşların raporlarına da yansıtılmaktadır.
Son olarak dünyamızın 2020 içinde başlayan ve halen süren covid19 tecrübesi bu salgın karşısında da kadınların en ağır zorluklarla yüzyüze kalan kesimlerden biri olduğunu göstermiştir.
Bütün bunların ötesinde, bugün dünyada kadınların yüzyüze kaldığı çok daha farklı sorunlar da var. Emsalsiz baskılar, zulümler, asimilasyon vb. gibi. Bu yönden bakıldığında kadınların küresel ölçekte en büyük yıkımlarla yüzyüze kaldığı ülkenin Çin olduğu da görülüyor. Burada bahis konusu olan Doğu Türkistan’lı kadınlardır. Doğu Türkistan’da herkesin, bütün kesimlerin istisnasız maruz kaldığı gibi kadınlar da bu baskıların ve ağır uygulamaların ana hedefleridir.
D.Türkistan’da Uygur, Kazak ve Kırgızlar başta olmakla genelde Müslüman-Türk nüfusa karşı işlenen insanlık suçlarıyla ilgili olarak çokça rapor ve analiz mevcut. Bunların sayıları da sürekli artıyor.
Kanada Parlamentosu Avam Kamarası Dış İlişkiler ve Uluslararası Kalkınma Komitesi’ne bağlı Uluslararası İnsan Hakları Alt Komitesi 20 Ekim 2020 tarihinde “Sincan’da Uygurların ve Diğer Türk-Müslümanların İnsan Haklarının Durumu” başlıklı kapsamlı bir Bildiri kabul etmiş, bu Bildiride D.Türkistan’lı kadınlara karşı psikolojik, fiziki ve cinsel istismarı, kadınlara doğum kontrolü baskılarını da vurgulayarak, bölgedeki yerel nüfusun giderek azaldığını açıklamıştır.
Avrupa Parlamentosu’nun 17 Aralık 2020 tarihli kararı da geçen yılın önemli açıklamalarından biri olarak zikredilmelidir. 604 leyhte, 20 aleyhte oyla kabul edilen bu karar diğer hususların yanı sıra Uygur kadınlara mecburi doğum kontrolü uygulamalarını kınamış ve Çin yönetimine ivedilikle buna son verme çağrısı yapmıştır.
D.Türkistan’da kadınlara yönelik baskıların ele alındığı son raporlardan biri de İngiltere’de Essex Hukuk Bürosu’nun 26 Ocak 2021 tarihli çalışması olmuştur.
Rapor özetle;
-Çin hükümetinin kadınlara yönelik uygulamalarının (eğitim kamplarında cinsel şiddet, zorla kısırlaştırma, ortak aile, aşağılama, mecburi kürtaj vb) Roma Statüsü’ne göre (Md.6, 7 gibi) insanlığa karşı suç teşkil ettiğini, Çin tek parti devleti olduğu cihetle Çin liderliğinin de bunun suçlusu olduğunu, Çin’e karşı Magnitski yaptırımlarının uygulanması hususunun İngiliz hükümetince dikkate alınması gerektiğini,
-Kurbanların ifadelerinin, STK araştırmalarının, uydu görüntülerinin, dışarıya sızan hükümet verilerinin vb. Rapora kaynaklık ettiğini,
-Çinli Hanlara doğum engeli yokken Uygurlara mecburi nüfus sınırlaması uygulandığını, nitekim 2019 verilerine göre Çin’in diğer bölgelerinde doğum oranı % 4.2 düşerken bu oranın D.Türkistan’da % 24 olduğunu bildirmekte ve bütün ülkeler bu zulmün farkında olmaya davet edilmektedir.
Nihayet en son olarak 22 Şubat 2021 günü Cenevre’de başlayan BM İnsan Hakları Konseyi 46.Oturumu’nun Yüksek Düzey Konuşmalar bölümünde başta Fin Başbakanı Marin olmakla çeşitli ülkelerden üst düzey temsilciler; çatışma ve savaşlarda fiziki/cinsel saldırı kurbanı olan kadınların durumu, Uygurlar, Rohingalar ve Tigrayların maruz kaldıkları yıkımlar hakkında endişelerini dile getirmişlerdir. Toplantıdaki konuşmalarda kadın hakları, kadınlara yönelik şiddet, kadın hakları gibi hususlar da vurgulanmıştır. Uzun yıllardır süren utanç verici suskunluk sonrası Türk dışişleri bakanının ilk kez konuyla ilgili bazı endişelerini ifadesi ise olumludur. Birçok ülke liderinin kadınlar başta olmakla müslüman-Türk nüfusun durumuna dair kaygılarını en üst düzeyde dile getirdiği bir forumda Türk Bakanın suskunluğu herhalde tarihe geçerdi. Bunun çokça örneğine zaten bu dönemde şahit olmaktayız. Bununla birlikte D.Türkistan bağlamında gerek bölgede gerek küresel anlamda özel bir ağırlığı bulunan Türkiye’nin bu konuda sadece tepkisel siyasetler değil, sistematik, istikrarlı ve Çin üzerinde sonuç getirici politikalar geliştirmesi gerekiyor ve bunun da vakti geçmek üzere. Örneğin yıllardır bölgeye tek bir Türk heyeti gidebilmiş değil…
Yine geçen hafta içinde Kanada Avam Kamarası ile Hollanda Parlamentosunun aldıkları kararlar da bu alanda kaydadeğer köşe taşlarını teşkil ettiler. Benzeri bir adımın önümüzdeki yakın dönemde Belçika Parlamentosunca da atılması bekleniyor. Bu kararlar her ne kadar tavsiye mahiyetinde olsalar da Çin’deki uygulamaları en açık şekilde ortaya koymaları ve ilgili hükümetleri buna karşı gerekli adımları atmaya teşvik bakımından en başta bölgedeki mazlum halka büyük moral desteği sağlıyor.
V.Son dönemde bölgedeki gelişmeler üzerinde yoğunlaşan ilgi ve hassasiyet neticesinde çeşitli kararlar, raporlar ve çalışmalarda D.Türkistan’lı kadınlarla ilgili olarak dile getirilen endişe ve tespitlerin bazı ortak noktaları şu şekildedir;
a.Bölgedeki Uygur ve diğer akraba toplulukların kadınlarına yönelik uygulanan doğum kontrol, kısırlaştırma politikaları. Çinli yetkililer bunları reddetmekle birlikte son yıllarda bölgede bir nüfus düşüşünün yaşandığını kabul ediyorlar. Ancak Pekin’e göre bu durum sadece aile planlamasının doğal bir sonucu!
b. Doğum kontrol baskıları Çin’in bölgedeki asimilasyon politikalarının da önemli bir ayağını teşkil ediyor ve bir strateji içinde yürütülüyor.
c. Çin hükümetinin Uygur ve diğer Müslüman Türk kadınlara doğum kontrolü baskıları sürerken Çin Hanlara karşı bunun sözkonusu olmadığı, hatta nüfus artışlarının teşvik edildiği. Ülke genelinde nüfus düşüşü % 4/5 civarında iken bölgede bu oranın % 20’ lerin üzerinde olması son derece dikkat çekiyor. Çin iç savaşından sonra bölgeye yerleşen Çinli Han nüfus o günlerde nüfusun küçük bir bölümünü teşkil ederken bugün çeşitli şehir/kentlerde hakim unsur haline dönüştüler.
d.Çeşitli nedenlerle sözde eğitim kampı olarak anılan gerçekte topyekun dini/milli/kültürel vb. asimilasyon merkezleri olarak faaliyet gösteren ideolojik merkezlerde kadınların baskılara, cinsel istismara maruz kalmaları.
e. Aile buluşma/ Ortak aile programları çerçevesinde Çinli resmi görevlilerin müslüman ailelerin evlerine uzun süreli mecburi misafir olarak gelmeleri ve birlikte yaşamalarının, ailevi değerlere, yaşam tarzına vb. müdahale etmelerinin toplumun dokusunda doğurduğu büyük yıkımlar.
Burada işaret ettiğimiz hususlar D.Türkistan’daki Müslüman Türk kadınlara karşı uygulanan trajik ve yıkıcı baskı uygulamalarının sadece bazı örnekleridir. Bu konularda yapılacak kapsamlı çalışmalar durumun vahametinin çok daha ağır olduğunu muhakkakki ortaya koyacaktır.
Sonuç olarak; 8 Mart Kadınlar Günü yaklaşırken bunun D.Türkistan’daki kadınların vahim durumunun bir kez daha dünya gündemine getirilmesine vesile teşkil etmesini umuyoruz. Filhakika, bölgede yaşananlar artık meselenin topyekun bir anlayış ve sistematik yaklaşımlarla ve ikili, bölgesel/ küresel ölçekte ele alınmasını gerektiriyor. D.Türkistan’daki durumun giderek daha fazla gündeme gelmeye başlamasının Çin hükümeti üzerinde siyasi, ekonomik vb. her türlü baskının artmasına ve Pekin’i bu politikalarını gözden geçirmeye yöneltmeye teşvik etmesi umulur. Bugünkü küresel sistemin en büyük güçlerinden biri de olsa, insanlığa karşı suçlar bağlamında hiçbir devletin eleştirilere ve sonuçlarına karşı durması mümkün değildir. Eninde sonunda bu acı gerçekle yüzleşmesi gerekecektir.
Sözkonusu suçların kurbanlarının Müslüman-Türk halklar olduğu göz önüne alındığında ise Çin’in bu yıkıcı asimilasyon politikalarına en başta karşı çıkması gereken ülkenin Türkiye olduğu da şüphesizdir. Halkımız bu konuda hassastır, vicdan sahibir. Ancak hükümetin bakışının ise halkımızın bu vicdani duyarlılığının gerisinde kaldığı da aynı derecede bellidir. Tarih ve insanlık; milletleri ve devletleri; en başta mazlumların seslerine verdiği tepkilerle, bu yönde attığı kararlı adımlarla hatırlayacak ve yargılayacaktır.