SSCB bugün bilhassa genç nesiller için tarih kitaplarında kaldı. Yıkılışının üzerinden 30 yıl geçen, bir zamanlar dünyanın iki süper gücünden biri olan SSCB artık çoğu insan için bir entelektüel bilgiden fazla anlam taşımıyor. Tarihçiler içinse sadece bir araştırma konusu. Bununla birlikte ömrü bir asrı bile bulamayan ve öngörülmez şekilde çatırdayarak kısa sürede çöken bu sistem artık tarihe karıştıysa da insanlığa miras bıraktığı unutulmaz izlerin etkisi halen bütün canlılığıyla sürüyor. Tarihi anlamda SB için farklı tanımlamalar, değerlendirmelerde bulunulabilir. Sonuçta 70 yıl kadar süren ömründe bilhassa kapitalist sisteme karşı olma iddiasıyla kendine has siyasi, iktisadi, sosyal vb. bir model geliştirmiş, küresel ölçekte de bunun öncülüğünü yapmıştır. Bazı alanlarda da dikkat çekici, hatta olumlu atılımlar da gerçekleştirebilmiştir.
Bununla birlikte; en başta insani/milli/dini vb. hak ve özgürlüklerin yıkım ölçüsünde ihlali ve başta Müslüman Türk halklar olmakla birçok halkın maruz tutulduğu büyük zulümler hatırlandığında SB için belki en iyi tanımlamalardan biri de Milletler Hapishanesi olduğudur. Esasen SB’nin sonunu hazırlayan en önemli amillerin başında da mazlum insanların, milletlerin direnişi ve özgürlük arayışları gelmiştir. Kırımlılar, Kafkasyalılar, Ahıskalılar ve nice diğer millet.
Onaşırlardır anavatanları olan Ahıska / Mesketya (Gürcistan) bölgesinde yaşayan, 16. yüzyıldan itibaren de Osmanlı bünyesinde kader birliği yaptığımız Ahıska Türkleri, II.Dünya Savaşı döneminde Stalin’in Türkiye’ye baskı kurma stratejilerinin de bir unsuru olarak 14-15 Kasım 1944’de bir-iki gece içinde, kimlikleri, dini ve milli değerleri dışında, her şeylerini yitirerek ülkenin içlerine sürgün edildiler. Kırımlı, Kafkasyalı ve diğer nice mazlum kardeşlerinin kaderlerini paylaşmaya gönderildiler. İnsanlık dışı uygulamalara maruz kalarak, hayvan vagonlarına doldurulan yüz bini aşkın Ahıskalının önemli bir bölümü vahşi sürgün yollarında ve gittikleri yerlerde soğuğa, açlığa ve hastalıklara yenik düştüler. Yollarda yaşamını yitirerek kızıl muhafızlarca vagonlardan atılan yaşlı, kadın, küçük çocuk Ahıskalının bugün mezarları bile bulunmuyor. Anılarına dikilmiş taşlar bile yok. Onbinlerce Ahıskalı sürgün bu şekilde Sovyet sistemi ve Stalin’in unutulmayacak kurbanları arasına katıldı. II.Dünya Savaşı’nda Kızılordu saflarında savaşmak zorunda bırakılan on binlerce Ahıskalı gençten sağ kalabilenlerin küçük bir bölümü geri döndüğünde ise sadece boşaltılmış köylerini, evlerini bulabilmişti. Sovyet vahşeti, kendisi için savaşan askerlere bile saygı duymamıştı. Bugün o yerleşim bölgelerinin kimi dışarıdan getirilenlere verilmiş, kimi de halen boş durumda.
Ahıskalıların 14-15 Kasım 1944’de sürgünlerle başlayan çilesi hiçbir zaman bitmedi. Halen de çeşitli şekillerde sürüyor. KGB başta olmakla Sovyet yönetimlerinin kışkırtıcılığı da bu mazlum halka karşı her zaman devrede oldu, zulümlere zulüm kattı. Halkları birbirine düşürmekte mahir olan Sovyet sistemi yaşadıkları bölgelerde çoğunlukla Ahıskalıları kurban gibi kullandılar. 1989’daki acı Fergana olayları bunlardan sadece bir oldu. Çalışabilecek işyeri, ölülerini defnedecek mezarlık, çocuklarını evlendirebilecek gelin-damat, gidebilecek okul, işleyebilecek toprak, altına sığınabilecek çatı bulamadıkları zamanlar oldu. Sadece ve sadece milli-dini kimlikleri ve bir gün mutlaka anavatanlarına dönecekleri inancıyla ayakta kalabildiler. Asırlarca yaşadıkları anavatanlarından; soğuk savaşlar, işgaller, acı sürgünler sonucu koparılan bu halkın önünde yükselen ve bir türlü aşılamayan insanlık dışı siyasi duvarlar bir daha geri dönüşlerine imkan vermedi.
Sovyet karanlığının insanların ve mazlum halkların özgürlük talep ve arayışlarına fırsat vermediği ve ezdiği dönemlerde Türkiye’den bir şekilde gelebilmiş bir müzik kaseti, bir gazete veya kitap, fuar, toplantı, kültürel etkinlik vb. vesilesiyle Türkiye’den yolu oralara düşmüş birkaç kişiyle selamlaşıp konuşabilmek, bu etkinliklerde bir köşede Türk bayrağının dalgalandığını uzaktan da olsa görebilmek, bir Ahıskalı için gerçek bayramdı. Bunun ne anlama geldiğini, kitaplardan okuyanlar değil, bizzat yaşayan Ahıskalılar en iyi bilirdi.
SB’nin genelde orta asya olmakla birçok bölgesine dağılmış Ahıskalılar uzun yıllar boyunca kendileri için tanınan özel rejim altında ve çok sınırlı haklarla yaşayabildiler. Stalin sonrasında kısmen serbest dolaşım hakkına kavuşabildilerse de çileleri asla bitmedi. Gürcistan kabul etmediği için vatanlarına da dönemiyorlardı. Bugün de birçok yerde sorunları aynı şekilde sürüyor. Rusya-Krasnodar gibi bölgeler bunlardan biri. Nitekim yerli Rus Kazakların saldırıları, baskıları neticesinde çok sayıda Ahıskalı bir kez daha yaşadıkları bölgeden ayrılmak zorunda kaldılar ve başka yerlere, ülkelere göç ettiler.
Bugün bu asil halk parçalanmış bir şekilde ve başta Kazakistan, Rusya, Kırgızistan, Türkiye, Özbekistan hatta Atlantiğin ötesinde ABD olmakla dünya’nın çeşitli ülkelerine yayılmış olarak yaşıyor. Türkiye’ye uzun mücadelelerden sonra gelebilenler bir bakıma anavatanlarına kavuşabilmiş oldular. Kendileri ve çocukları için yeni bir yaşam kurdular. Çok uzaklara gidenler ise kimliklerini, değerlerini koruyabilmek için gayret sarfediyorlar. Eski SB topraklarında kalanlar da yaşam ve ayakta kalabilme mücadelelerini, birgün Türkiye’ye veya bir başka yere gidebilme arayışlarını sürdürüyorlar. Bilindiği gibi, SSCB içinde milyonlarca Türk kökenli nüfus vardı. Ancak kimliklerinde Türk ibaresi bulunan tek halk Ahıskalılardı. Büyük ve insanlık üstü mücadelelerle ayakta kaldılar, kimliklerini korudular ve bugünlere gelebildiler. Bugün yüzyüze bulundukları sorunları da aşacaklarından en küçük bir şüphemiz yok. Zaten bunu onyıllardır bütün dünyaya gösterdiler. Bu mazlum halk adaleti, güzel bir dünya ve geleceği her bakımdan hakkediyor.
Öte yandan, Ahıska konusunun önemli unsurlarından biri olan Gürcistan maalesef bugüne kadar sorumluluklarını yerine getirmedi. 1999 yılında Avrupa Konseyi’ne kabul edilirken en geç 2011 yılında arzu eden Ahıskalıların anavatanları Ahıska/ Mesketya bölgesine dönebileceklerini de taahhüd etmişti. Ancak birtakım kabul edilmez şartlar da öne sürerek arzu eden Ahıskalıların bu bölgeye dönüşlerini engellemeyi sürdürüyor.
Yaşamımda en büyük mutluluklarımdan biri Ahıskalıları tanıyabilmiş ve bu mücadelelerini bazen kendileriyle birlikte içeriden, bazen dışarıdan izleyebilmiş olmaktır.
Birgün…Ahıskalılar, Kırımlılar, Kafkasyalılar başta olmak üzere sadece SSCB’nin değil insanlığın bütün kurbanlarının en yüksek düzeyde, örneğin Birleşmiş Milletler’de anılacağına, bunun için gerekli kararların çıkarılacağına ve maruz bırakıldıkları zulümler nedeniyle bütün insanlık adına kendilerinden özür dileneceğine inanıyorum. Rusya da bu konuda cesaretle öncülük yapabilmeli, Sovyet sisteminin kurbanı halklara karşı tarihi ve vicdani sorumluluğunu yerine getirebilmelidir. Yeni bir dünya birgün kurulacaksa bunun ilk adımlarından biri başta Ahıskalılar olmakla geçmişin kurbanlarının trajedileriyle yüzleşmeden geçecektir.
( Bu vesileyle yine bu büyük zulmün kurbanlarından biri olan, ancak onyıllar süren mücadele neticesinde bir grup Ahıskalı’yla birlikte anavatan Türkiye’ye gelebilen Sn.İbrahim Gazigil’in “ Karasevdam Türkiye; Ahısta Türklerinin Yeniden Doğuşu (1829-1992) ” başlıklı eseri de bu alanda ilgilenenlere ciddi ve önemli bilgi kaynaklarından biri olarak tavsiye ederim)