98 yıl önce bugün, 25 Haziran 1922 günü, İstanbul limanına bir vapur yaklaşır. Ümit Vapuru. O dönemler Kurtuluş Savaşı’nın da artık yavaş yavaş son aşamasının yaklaştığı günlerdir. Vapurun yolcuları binlerce km. uzaklıkta, Rusya’nın en doğusunda, Vladivostok bölgesinde 6-7 yıllık esaretten sonra ana vatana dönebilen Türk esirleri idi. Bu uzun ve meşakkatli yolculukta son durakları olan İtalyan Asinara adasından İstanbul’a doğru da bir hafta önce yola çıkmışlardır.
Türk-Rus ilişkileri tarihinin en acı sayfalarından biridir I.Dünya Savaşı yıllarında Rus ordusunca Doğu Anadolu’nun işgali ve ardından 65-70 bin civarında asker-sivil Türk esirin en zor, insanlık dışı ve vahşi şartlarda yıllarını esarette geçirecekleri Rusya’nın iç bölgelerine götürülmeleri. Azerbaycan’ın Nergin adasından, Kafkaslara, orta Rusya’ya, Sibirya’nın çeşitli şehirlerine, Pasifik okyanusu kıyılarına kadar her yere. Kamplara giden yolculuklarında yaşamlarını yitirenler, açlığa, hastalıklara, soğuğa, susuzluğa, Türk düşmanı çetelerin saldırılarına maruz kalanlar. İnsanlık dışı her türlü zulüm ve acımasızlık bu esirlerin başına gelmiştir.
Büyük bir imparatorluğu yitirdiğimiz I.Dünya Savaşı döneminde İngilizlerden Ruslara işgalci güçlerce esir alınan Türk-İslam insanlarının hikayesi her bakımdan ibretliktir. Romanlara, belgesellere, konferanslara vb. konu olmalıdır. Son yıllarda bu alanlara giderek artan bir ilgiyle eğilinmekte oluşu da büyük memnuniyet vericidir.
I.Dünya Savaşı’nın en zor dönemleri yaşanır, Devlet-i Ali Mondros mütarekesiyle çok ağır şartlara razı olur ve artık tarihe karışmaya doğru giderken, Rus esiri Türkler, hem anavatan Türkiye’nin, hem kızıl-beyaz savaşının ortasında kalan Rusya’nın başına gelen bela ve karmaşaların kurbanları da olmaktaydılar. Rusya’nın çeşitli bölgelerindeki kamplarda mahkum esirlerin acı hikayeleri gibi Pasifik kıyısındaki Vladivostok bölgesine götürülmüş esirlerin de keza büyük trajedileri olmuştur. Rusya’nın bu bölgesi savaş döneminde bir ara, nisan 1920’de Japonların eline geçer. Bu dönem bilindiği üzere Ankara’da I. Meclis’in açılma günleridir, Anadolu’nun işgali sürmektedir. İstanbul da keza işgal edilmiştir. Yine de bu ağır şartlar altında, Osmanlı devletinin girişimleri neticesinde bölgedeki esirlerin anavatana dönüşlerini Japon hükümeti üstlenir. İngilizlerin bütün savsaklama, engelleme çabalarına karşın sonuçta Japon Heymeymoro vapuru yarbay Comora’nın kaptanlığında 21 Şubat 1921’de 1030 yolcusuyla Vladivostok’dan hareket edebilmiştir. Yolcular, yukarıda söylediğimiz gibi yıllardır Rusya’da esarette bulunan Türklerdir.
Vapurun ve esaretten evlerine dönmekte olan Türklerin 20 bin km.lik bu yolculuğu sırasında da başlarına gelmeyen kalmaz. Nisan ayında ulaştıkları Midilli adasında Anadolu işgalini sürdüren Yunanlıların esirleri teslim almak istemeleri, vapurun aylarca Midilli ve Pire’de limanda rehine tutulması, kaptan Comora’nın asil direnişi ve esirleri teslim etmeyişi, nihayet içlerinden sadece 395’inin ağustos 1921’de İstanbul’a gönderilişleri. Geri kalanların, 620 kişinin ise İtalyan Asinara adasına gönderilmesine izin verilmiştir. Ekim 1921’de esirler adaya çıkarlar, artık dost gördükleri Japon kaptan Comora ve Heymeymoro vapuruyla vedalaşma vakti gelmiştir. Comora 1030 esir Türk’ü başta Yunanlılar olmakla tehditler, felaketler ve zorluklardan kurtara kurtara 8 aylık bir yolculuktan sonra buralara kadar getirebilmiştir. Ve hüzünlü bir vedalaşmayla ayrılırlar…
Bazılarının yaşamlarını yitirdikleri bu ada’da zorlu şartlarda yine aylarca yaşamak zorunda kalan esir Türkler nihayet Milletler Cemiyeti ve Kızılay’ın ortak çalışmalarıyla bu kez Ümit Vapuru’yla yolculuklarına devam ederler, 19 Nisan günü Asinara adasından hareketle yukarıda bahsettiğimiz gibi 25 Haziran 1922’de İstanbul’a, anavatana, evlerine, ailelerine kavuşurlar...
Peki ya bu vapurla anavatana dönemeyenler, on bin km. uzaklarda yaşamlarını yitirenler. Bir daha vatanlarını, evlerini, sevdiklerini göremeyenler. Okyanuslara bakarak çok uzaklardaki memleket hasretiyle, hayaliyle son nefeslerini veren esirler.
Gerçekten de çok sayıda esir Rusya’nın değişik bölgelerinde, bu çerçevede Vladivostok’un farklı şehir ve köylerindeki kamplarda yaşamlarının yitirdiler, oralarda kaldılar. Türkiye’ye bir daha geri dönemediler.
Onların bir kısmının mezar yerleri bile bilinmiyor. Esarette vefat eden Türklerin bilinen mezarları yaklaşık 100 yıl sonra ilk kez Moskova Büyükelçisi ve heyeti tarafından 28 Eylül 2016 günü ziyaret edildi. Anavatanları Türkiye’den 10 bin km. uzaklıkta, Japon denizi kıyılarındaki Vladivostok’un Spassk-Dalni ve Skotovo köylerinde yapılan anıtların açılışları da Rus, Alman, Avusturyalı ve Macar temsilcilerle birlikte gerçekleştirildi. Mezarlara ziyaret yapıldı. Dualar edildi, çelenkler konuldu. Anıtların açılışlarında yapılan konuşmada Türk Büyükelçi şunları dile getiriyordu;
“Geçtiğimiz yüzyıllarda hepimizin bildiği gibi büyük insan kayıplarına yol açan savaşlar yaşandı. Milyonlarca insan hayatını kaybetti. Büyük acılar ve yıkımlar oldu. Dünya’da çatışmalar, savaşlar bugün halen sürüyor. Kalıcı bir barışa herkesin çok ihtiyacı var.
Bir asır sonra bugün, 20. asır başlarındaki dünya savaşında esir düşerek bu kamplarda hayatını yitirmiş asker, sivil Türk ve diğer ülkelerden insanları anmak için buradayız. Hepsini başımızı eğerek dua ve hürmetle selamlıyorum.
Biz Türk milleti belki çok uzun yıllar burada yatanlardan ayrı düştük ancak bu insanlarımızın hatırasını hiçbir zaman unutmadık. Bu duygularla huzurlarına geldik. Biz belki görmesek, anlayamasak da bu aziz insanlarımız aslında diridir.
Onlar dönemin şartlarında orta doğu’dan, Balkanlar’dan, Anadolu’dan buralara getirilmişler, şehitlik rütbesine ulaşmışlardır. Onlar yükselenebilecek en yüksek rütbeye çıkmış insanlardır. Hiçbir zaman unutulmayacaksınız. Her zaman kalbimizde yaşayacaksınız.
Burası Rusya’nın Türkiye’ye belki en uzak coğrafi bölgelerinden birisi. Ancak ülkemiz insanının kalplerinin de en yakın olduğu bir bölge. Rus ev sahiplerimiz bugün iki ülke arasında bir dostluk köprüsü kurdular.
Sizler bir asır sonra bugün bizleri atalarımızla buluşturdunuz. İki ülke dostluğunun da en güzel örneklerinden birini verdiniz. Asil bir davranış sergilediniz. Sizlerin bu yakınlığınızı da unutmayacağız. Sizin ülkenizden, Rusya’dan, geçtiğimiz yüzyıllarda ülkemize gitmiş kardeşlerinizin hatırasının da Türkiye’de büyük bir özen ve saygıyla korunduğunu, Gelibolu’daki Rus mezarları ve anıtının bize emanet olduğunu bu vesileyle hatırlatmak isterim. Buradaki şehitliğimiz de dostluğumuzun bir nişanı olarak sizlere emanettir. Çok iyi bakacağınızı biliyoruz. Burada yatan herkesin huzurunda bir kez daha başımı eğiyor, aziz şehitlerimiz için de Fatiha diyorum.”
Rus işgali sonrasında yıllar süren esaretten kurtulamayan ve Heymeymoro ve Ümit Vapurlarıyla ülkelerine geri dönemeyenler işte bugün oralarda yatıyorlar. Aylar süren zor yolculuktan sonra evlerine dönebilenler ise çocuklarına, torunlarına aktardıkları anılarda yaşıyorlar.
İşte İstanbul’da boğazı, gelip geçen gemileri, vapurları seyrederken bir 25 Haziran gününün kısaca hatırlattıkları. Bu 25 Haziran günü vesilesiyle, isminin geçtiğimiz yıl bir vefa örneği olarak Beykoz’da bir caddeye verildiğini öğrendiğimiz Japon kaptan Yarbay Comora’yı saygıyla, Rus işgalcilerin esir ederek Rusya’nın çeşitli bölgelerindeki kamplara götürdükleri ve ülkelerine geri dönemeyerek yaşamlarını bu yabancı topraklarda yitiren binlerce vatan evladını da bir kez daha rahmetle anıyoruz…
(Bu vesileyle İngiliz, Rus vb. işgalcilerce Asya’dan Afrika’ya çeşitli ülkelere götürülmüş, bir kısmı oralarda yaşamını yitirmiş, bir bölümü ise geri dönebilmiş Türk savaş esirleriyle ilgili, yıllar süren emekle hazırlanmış Mustafa Karahan / Cem Fakir projesi “Esaret Günlüğü” isimli belgesel dizisi
https://www.youtube.com/playlist?list=PLulibo_kZyQxO2G0VoVZplpJJRDA2yo7o
ile yine bu alanda değerli çalışmalar yapmış Dr.Cemalettin Taşkıran’ın “I.Dünya Savaşı’nda Türk Esirleri-Ana Ben Ölmedim” isimli eserini bilhassa genç okurlarımıza önermekteyim. Bugünlere nasıl, hangi yaşamların pahasına gelindiğini bir kez daha anlasınlar diye…)