2011 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesinden, Türkiye CB kararnamesi ile çekildi. Sözleşmeden yana olanlar, usulüne göre yürürlüğe girmiş bir sözleşmenin ancak meclis kararı ile ortadan kaldırılabileceğini söylüyorlar.
Bu tepkilere, hukuk hassasiyeti bekleyenlere şaşırıyorum. Bugüne kadar iktidar ne zaman hukuka riayet etti? İşine gelen kararlara uydu, gelmeyenlere uymadı. AYM'nin bazı kararlarını tanımadıklarını birinci ağızdan duymadık mı?
Şahsıma saldıranlar, tamamen siyasi yönlendirme ile bırakılmadılar mı? O sürecin her dakikasını, kimin kime telkinde bulunduğunu en ince ayrıntısına kadar biliyorum. Zamanı gelince de faillerini tek tek teşhir edeceğim. Hukuk olsa sokak çocukları bu kadar pervasızlaşabilirler miydi?
AKP, en çok oyu kadınlardan alıyordu, bu kadınlara atılmış en büyük kazık oldu. Tepkiler yükselince yine yerli-milli edebiyatına başlayacaklar. Kültürümüzün kadını ve aileyi korumaya yettiğini söyleyecekler. Hiç bir kültür -cezai yaptırım- olmadıkça kadını ve aileyi koruyamaz. Din bile insanın sadece cennet vaadi ile terbiye olmayacağını bildiğinden önemli suçlara cezalar getirmiştir.
Sözleşme, ezilen, baskılanan kadının hukukunu koruyordu. Anlatıldığı veya iddia edildiği gibi çarpık ilişkileri teşvik etmiyordu, bununla ilgili tek bir hüküm ihtiva etmiyordu. Kadının beyanını doğru kabul ediyordu. Onu erkek şiddetinden korumak için bunu gerekli görüyordu.
Din yobazı çevrelerin baskısı ile sözleşme olduğundan farklı yorumlandı. Sanki sözleşmeden önce her şey güllük gülistanlıktı da sonrasında aile bozulmuş, kadın zincirlerinden boşalmıştı. Kadına eşit muameleyi kendi kendilerine yonttukları dine ve dindarlığa aykırı buldular. Oysa kadın erkeğin eşi, benzeri, dengidir diyen bizzat Hz.Peygamberdir. Aile yapımız bir sözleşme ile bozuluyorsa orada zaten aile diye bir şey yoktur.
Türkiye'nin bir sorunu da bağnaz, çıkarcı din adamları kadrosudur. Daha geçen gün her Cuma akşamı TV ekranlarında ahkam kesen bir ilahiyatçının 4 fakülteye birden kendini dekan atadığını öğrenmedik mi? Bunlar dini bize anlatan, nefsine anlatmayan, ona her şeyi mubah gören tipler. Daha önce Hayrettin Karaman da-hırsızlık yolsuzluk değildir- dememiş miydi. Soymayı, çalmayı,kul hakkı yemeyi çeşitli manevralarla mubah gören kirli bir zihniyetle karşı karşıyayız. İnsanlar bunlara bakıp din buysa deyip deizme sapıyor. AKP'nin icraatlarına bakarak, dine sempati duyacak tek bir kişi gösterilebilir mi?
Bütün bunlar seçim hazırlığı. HDP'nin kapatma davası da öyle. HDP'yi kapatıp, seçmeni Öcalan'ın direktiflerine bırakacaklar. Dertleri PKK ile mücadele değil. Öyle olsa bile toplum o kadar çok yalana tanıklık etti ki, artık bu tür operasyonlara şüpheyle bakıyor. Ülke sorunlarının çözülmemesinin sebebi de bu, iktidarda kalma hırsı millete hizmetin önüne geçti. Kimse, Türkiye ne kazanır diye düşünmüyor. Bir daha nasıl iktidarda kalırım diye düşünüyor. Bunun için geçmişte PKK ile masa kuruldu, şimdi de masada oturanlar dövülüyor. Bu siyasetin samimiyeti var mı?
İstanbul sözleşmesi kimsenin ahlakını bozmadı, bozamazda. Bu ülke insanının evvelden beri bir ahlak sorunu var, bunu bu iktidar iyice tetikledi. Şimdi suçu İstanbul sözleşmesine atarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar. İktidar sadece siyasi dengeleri bozmakla kalmadı ahlaki dengeleri de bozdu. Onun için yapboz tahtası gibi ülke yönetiliyor. Dün kabul edilen bugün reddediliyor, dün Merkez bankasına atanan bugün görevden alınıyor. İktidar çaresizlik içinde çırpınıyor, çırpındıkça da hata yapıyor. Bu da onlardan biri, hadi bakalım, sözleşmeden çekilince ahlakınız düzeliyor mu, görelim.