Vakıfbank Yönetim Kuruluna atanan yeni isimler açıklandı. Bunlar arasında eski Dünya Olimpiyat şampiyonu güreşçimiz Hamza Yerlikaya da var. Yerlikaya, hiç şüphesiz sporcu olarak önemli bir isim. Lakin, bankacılık farklı bir alan. Yönetim Kuruluna atanan bir ismin bankaya bilgi ve tecrübesi ile katkıda bulunması gerekir. Yerlikaya'nın böyle bir arka planı yok. Belli ki sadece oradan maaş alsın, dostlar alış-verişte görsün diye ataması yapılmış.
Ne yazık ki ülkemizde yönetim kurullarının çoğu arpalık olarak kullanılıyor. Devlet her yıl bu kurumlara hiç bir katkısı olmayan, tek özelliği iktidara sadakat olan bu kadrolara milyarlar ödüyor. Bir tarafta akşama kadar didinip, çırpınıp iki yakasını bir araya getirmeye çalışan insanlar, öbür tarafta yandaşlığına karşı milletin kesesinden milyonlarla yemlenen insanlar. Toplumlar böyle tefessüh ediyor, böyle sosyal doku parçalanıyor. Böyle devlete olan güven sarsılıyor.
Hani bir de dinden imandan bahsetmiyorlar mı?
Bazıları da sanıyor ki iktidarı din/iman hassasiyeti yönlendiriyor. Halbuki Cumhuriyet tarihinde icraatları yüce dinimizle en bağdaşmayan iktidar bugünkü iktidardır. Allah, emaneti ehline vermeyi emrediyor, bunlar emaneti ehil olana değil, biat edene veriyor. Bunun neresinde İslam var? Din, bazıları için sadece toplumu kandırmak, iktidarı sürdürmek için bir araç. Tepe tepe de kullanıyorlar. Çünkü vatandaş muhasebe yapma, riya ile ihlası birbirinden ayırt etme yeteneğini adeta yitirdi. Medyanın illüzyonundan gerçeği göremiyor. Yahut maalesef görmek istemiyor.
Allah emaneti ehline vermeyi emrediyor, vermeyince de kıyameti bekleyin diyor. Kıyamet sadece kainatın dürülüp yok olacağı günü ifade etmiyor. Kötü yönetim, rüşvet, anarşi, hırsızlık, yolsuzluk da kıyametin başka bir şekli. Yani siyasetin bir soyma aracına dönmesi, adalet terazisinin doğru çalışmaması, yalanın siyasete hakim olması hep kıyametin yönetimdeki tezahürleridir. Bugün yaşadığımız ekonomik krizin, yargıdaki tenakuzların, enflasyonun, işsizliğin arkasında hep bu ehliyetsiz insanları iş başına getirmekten kaynaklanan sorunlar var. Lakin, bu işten sadece yönetim erkini elinde tutanları sorumlu tutmak doğru değil, bir halk bozulmadıkça onun hukukunu hiç kimse çiğneyemez. Hırsızlık, yolsuzluk, yalan ancak buna teşne, göz yuman veya zorunda kalan bir halk varsa bu kadar normal karşılanabilir. Yani iktidarları cesaretlendiren, halkın duyarsızlığı, iktidarı denetleme, tarassut etme hassasiyetini kaybetmesi, yahut bizdense çalsınlar, mahsuru yok anlayışıdır. Böyle olmasa bu yanlışlar bu kadar alenileşmez, kimse bu kadar pervasız davranamazdı.
Peki bu gidişatı kim düzeltecek? Tabi ki halk. Ama hangi halk, yolsuzluğu, hırsızlığı, yalanı kanıksayan bir halk bunu yapabilir mi? Yapamaz, bunun yolu önce vatandaşın kendisini sıgaya çekmesidir. Bizde yaygın bir halk dalkavukluğu vardır, kimse cesaret edip halka eleştiri oklarını yöneltemez. Bu da muhasebe yapmayı, aynaya bakmayı engelleyen amillerden biridir. Oysa halka dönüp, ey halk bu noktaya gelinmesinde senin de vebalin var demek gerekir. Sen bu kadar duyarsız olmasaydın bu hırsızlıklar olmazdı. Sen bu kadar sessiz kalmasaydın bu kadar adaletsizlik olmazdı. Sen denetim görevini yapsaydın kimse seni aldatmaya bu kadar cesaret edemezdi. Sanıyorum siyasi rekabet esnasında unuttuğumuz şeylerden biri de bu. Halkı ihmal ettik, ona hiç bir zaman sorumluluklarını hatırlatmadık. Seçenin de, göz yumanın da, alkışlayanın da o olduğunu unuttuk.