( (
Selçuk Özdağ
Köşe Yazarı
Selçuk Özdağ
 

Diyanet İşleri ve Ankara Barosu Üzerinden Yapılan Tartışmaya Dair

Dünya tarihi bir yönüyle etik ve ahlak değerleri ile bu konuda verilen uzun soluklu mücadelelerin de tarihidir.    Her dönemin ahlak ve etik değerleri o döneme ait unsurlar barındırsa da sonuç olarak günümüze kadar gelen çoğu değer insanlığın ortak kazanımlarıdır. Bu kazanımlara her bir inanç, din, felsefi görüş ve bilimsel çalışma farklı boyutlarda değer ve katkı sağlayagelmiştir.   Söz konusu değer ölçülerinin oluşmasında din ve inanç sistemlerinin yeri oldukça fazladır.    Günümüzde, hukuk ve evrensel ilkelerin gelişmesinde ve bu boyuta gelmesinde de elbette din ve inanç olgusunun yeri tartışılmaz.   Geçtiğimiz gün, Sayın Diyanet İşleri Başkanı'nın sembolik Cuma hutbesinde değindiği konuların İslam dininin belli sosyal olaylar hakkındaki görüş ve kaidelerini içeren meseleler olduğunu biliyoruz. İnsanların birbirleri olan ailevî ve sosyal ilişkilerinde uyması gereken ahlakî ve etik bazı hususların dile getirildiği bu konuşmada son günlerde yaşamakta olduğumuz virüs salgınına ait konulara da dikkat çekilmişti.   Söz konusu hutbe, İslam dini başta olmak üzere semavî dinlerin tamamında yasaklanmış eşcinsel yaşam tarzının mahzurlarından da bahsetmektedir. Neredeyse tüm dinlerde insanlığın ortak bir görüşü olarak benimsenen bu husus, yaşadığımız son virüs salgını ile tekrar gündeme gelmiştir.   Hastalık ve salgınların, dinin yasakladığı bu olaylar ile ilişkilendirilerek gündeme getirilmesi herhangi bir kesimi aşağılamak anlamına gelmeyeceği gibi dinî bir kaidenin inananları için dile getirilmesi de yargılamaların ve eleştirilerin dışında kalması gereken bir husustur. Konu bu manasıyla sadece inananları ilgilendirmelidir.   Türkiye Cumhuriyeti devleti, imza ettiği uluslararası kaideler ve anayasasında belirtilen hususlar çerçevesinde bir hukuk devletidir. Kamu kurumu temsilcilerinin yaptığı bazı açıklamalara farklı anlamlar yüklenerek sanki yeni bir hukuk normu ihdas ediliyor algısı oluşturmak, iddia edilen birlik ve beraberlik gibi ortak yaşam değerleri ile çelişmektedir.   DİB Sn. Ali Erbaş’ın konuşmasının ardından Ankara Barosu’nun yaptığı açıklama, hukuk kaidelerinin yalnızca birtakım yazılı metinlerden ibaret olmadığı aynı zamanda bir etik ve üslup konusu da olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlatmıştır. Sivil toplum örgütleri ve sözcüleri toplumsal olaylar ve kendi konuları hakkında görüş ve eleştirilerini açıklarken bu hususa özellikle dikkat etmelidir. Bizleri şaşırtmayan ise, uzunca bir süredir her konu gibi bu mesele de bir kutuplaşma ve ötekileştirme aparatına dönüştürülmeye çoktan başlanılmasıdır. Aradıkları fırsatı yakalamanın verdiği coşku ile bir kesim, "İslam dinine ve inananlarına hakaret ediliyor ve bu asla kabul edilemez" diyerek olayı ajite etmenin taşlarını döşemeye başlarken bir diğer kesim de gerçekten bunu yapmanın hazzı ile kendilerinden geçmektedir. Elbette bir başka kesim de bu kavgayı ellerini ovuşturarak izlemeye ve ateşi harlamaya devam etmektedir, maalesef.   Bu millet, artık din üzerinden de din karşıtlığından da siyaset yaparak kendi muhkem kalelerini ve saraylarını sağlamlaştıran politikacı ve varlığı kendinden menkul figürlerden bıkmıştır. Ülkemiz her dinden, inançtan ve görüşten insanın yaşadığı ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkedir. Ama aynı zamanda Mevlâna ve Yunus Emre gibi Ahmet Yesevî gibi Hacı Bektaş gibi gönül erlerinin yeşerdiği bereketli topraklardır. Attıkları tohumlar ile barışın ve kardeşliğin her türlüsünü genlerimize DNA’larımıza işlemişlerdir. Bizler bu millete ve ferasetine hep güvendik ve güvenmeye devam edeceğiz.    Uzunca bir süredir iktidar temsilcileri ile sözde muhaliflerinin sahte kayıkçı kavgasının sonuna gelindiğinin farkındayız. GELECEK’te bu günleri her anlamda kardeşliğimize, özgürlüğümüze, refah ve huzurumuza saplanmış bir paslı çivi olarak hatırlayacağız. Toplum kesimlerini din ve inanç değerleri üzerinden yargılamak ve aşağılamak ne kadar kabul edilemez ise, farklı inanç ve yaşam tarzları konusunda da benzer bir yaklaşım asla kabul edilemez.   Sn. DİB‘dan sosyal hayatımızı ve insanlığın ortak değerlerini ilgilendiren; yetim malını yememek, yalan dolanla iş yapmamak, ihaleye fesat karıştırmamak, haksız kazanç sağlamamak, kamu gücünü şahsi çıkarları için kullanmamak, sabi ve kadınlara tecavüz etmemek ve öldürmemek, kamu malını har vurup harman savurmamak ve hırsızlık yapmamak gibi konularda da dinî kaidelerin ve emirlerin dile getirildiği hutbe ve konuşmaları sabırsızlıkla bekliyor ve yapacağı açıklamalar konusunda da kendisinin arkasında olacağımızı özellikle ifade etmek istiyorum.
Ekleme Tarihi: 29 Nisan 2020 - Çarşamba
Selçuk Özdağ

Diyanet İşleri ve Ankara Barosu Üzerinden Yapılan Tartışmaya Dair

Dünya tarihi bir yönüyle etik ve ahlak değerleri ile bu konuda verilen uzun soluklu mücadelelerin de tarihidir. 

 

Her dönemin ahlak ve etik değerleri o döneme ait unsurlar barındırsa da sonuç olarak günümüze kadar gelen çoğu değer insanlığın ortak kazanımlarıdır. Bu kazanımlara her bir inanç, din, felsefi görüş ve bilimsel çalışma farklı boyutlarda değer ve katkı sağlayagelmiştir.

 

Söz konusu değer ölçülerinin oluşmasında din ve inanç sistemlerinin yeri oldukça fazladır. 

 

Günümüzde, hukuk ve evrensel ilkelerin gelişmesinde ve bu boyuta gelmesinde de elbette din ve inanç olgusunun yeri tartışılmaz.

 

Geçtiğimiz gün, Sayın Diyanet İşleri Başkanı'nın sembolik Cuma hutbesinde değindiği konuların İslam dininin belli sosyal olaylar hakkındaki görüş ve kaidelerini içeren meseleler olduğunu biliyoruz. İnsanların birbirleri olan ailevî ve sosyal ilişkilerinde uyması gereken ahlakî ve etik bazı hususların dile getirildiği bu konuşmada son günlerde yaşamakta olduğumuz virüs salgınına ait konulara da dikkat çekilmişti.

 

Söz konusu hutbe, İslam dini başta olmak üzere semavî dinlerin tamamında yasaklanmış eşcinsel yaşam tarzının mahzurlarından da bahsetmektedir. Neredeyse tüm dinlerde insanlığın ortak bir görüşü olarak benimsenen bu husus, yaşadığımız son virüs salgını ile tekrar gündeme gelmiştir.

 

Hastalık ve salgınların, dinin yasakladığı bu olaylar ile ilişkilendirilerek gündeme getirilmesi herhangi bir kesimi aşağılamak anlamına gelmeyeceği gibi dinî bir kaidenin inananları için dile getirilmesi de yargılamaların ve eleştirilerin dışında kalması gereken bir husustur. Konu bu manasıyla sadece inananları ilgilendirmelidir.

 

Türkiye Cumhuriyeti devleti, imza ettiği uluslararası kaideler ve anayasasında belirtilen hususlar çerçevesinde bir hukuk devletidir. Kamu kurumu temsilcilerinin yaptığı bazı açıklamalara farklı anlamlar yüklenerek sanki yeni bir hukuk normu ihdas ediliyor algısı oluşturmak, iddia edilen birlik ve beraberlik gibi ortak yaşam değerleri ile çelişmektedir.

 

DİB Sn. Ali Erbaş’ın konuşmasının ardından Ankara Barosu’nun yaptığı açıklama, hukuk kaidelerinin yalnızca birtakım yazılı metinlerden ibaret olmadığı aynı zamanda bir etik ve üslup konusu da olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlatmıştır. Sivil toplum örgütleri ve sözcüleri toplumsal olaylar ve kendi konuları hakkında görüş ve eleştirilerini açıklarken bu hususa özellikle dikkat etmelidir.


Bizleri şaşırtmayan ise, uzunca bir süredir her konu gibi bu mesele de bir kutuplaşma ve ötekileştirme aparatına dönüştürülmeye çoktan başlanılmasıdır. Aradıkları fırsatı yakalamanın verdiği coşku ile bir kesim, "İslam dinine ve inananlarına hakaret ediliyor ve bu asla kabul edilemez" diyerek olayı ajite etmenin taşlarını döşemeye başlarken bir diğer kesim de gerçekten bunu yapmanın hazzı ile kendilerinden geçmektedir. Elbette bir başka kesim de bu kavgayı ellerini ovuşturarak izlemeye ve ateşi harlamaya devam etmektedir, maalesef.

 

Bu millet, artık din üzerinden de din karşıtlığından da siyaset yaparak kendi muhkem kalelerini ve saraylarını sağlamlaştıran politikacı ve varlığı kendinden menkul figürlerden bıkmıştır. Ülkemiz her dinden, inançtan ve görüşten insanın yaşadığı ve çoğunluğu Müslüman olan bir ülkedir. Ama aynı zamanda Mevlâna ve Yunus Emre gibi Ahmet Yesevî gibi Hacı Bektaş gibi gönül erlerinin yeşerdiği bereketli topraklardır. Attıkları tohumlar ile barışın ve kardeşliğin her türlüsünü genlerimize DNA’larımıza işlemişlerdir.


Bizler bu millete ve ferasetine hep güvendik ve güvenmeye devam edeceğiz. 

 

Uzunca bir süredir iktidar temsilcileri ile sözde muhaliflerinin sahte kayıkçı kavgasının sonuna gelindiğinin farkındayız. GELECEK’te bu günleri her anlamda kardeşliğimize, özgürlüğümüze, refah ve huzurumuza saplanmış bir paslı çivi olarak hatırlayacağız.
Toplum kesimlerini din ve inanç değerleri üzerinden yargılamak ve aşağılamak ne kadar kabul edilemez ise, farklı inanç ve yaşam tarzları konusunda da benzer bir yaklaşım asla kabul edilemez.

 

Sn. DİB‘dan sosyal hayatımızı ve insanlığın ortak değerlerini ilgilendiren; yetim malını yememek, yalan dolanla iş yapmamak, ihaleye fesat karıştırmamak, haksız kazanç sağlamamak, kamu gücünü şahsi çıkarları için kullanmamak, sabi ve kadınlara tecavüz etmemek ve öldürmemek, kamu malını har vurup harman savurmamak ve hırsızlık yapmamak gibi konularda da dinî kaidelerin ve emirlerin dile getirildiği hutbe ve konuşmaları sabırsızlıkla bekliyor ve yapacağı açıklamalar konusunda da kendisinin arkasında olacağımızı özellikle ifade etmek istiyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (