Demokratız demekle demokrat olunmuyor, demokrasinin dünyanın her yerinde geçerli kriterleri var. Kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk, insan hak ve hürriyetleri, basın özgürlüğü gibi.
Bunların hangisi Türkiye'de var?
Kuvvetler ayrılığı mı var?
Çoğulcu bir yönetim anlayışı mı var?
İktidarın yalan makinesine dönen basın mı özgür?
CB bir açıklama yapıyor aynı anda 30-40 televizyon birden canlı yayın yapıyor. Nereyi açarsanız açın aynı görüntü. Vatandaşın başka görüntü izleme özgürlüğü bile yok. İlla Sn Cumhurbaşkanını seyredeceksiniz.
Bakın televizyonların izlenme oranlarına, en düşük olduğu dönemler vatandaşın aynı görüntüyü izlemeye icbar edildiği saatlerdir.
TRT'nin muhalefete ayırdığı saatlere bakın, bir de muhalefete lütfen verdiği dakikacıklara bakın, bu mudur demokrasi? Osman Öcalan'a tanınan imkan legal parti liderlerine tanınmıyor.
Öcalan'ı TV'ye çıkaran TRT Sn Davutoğlu'nu, Sayın Babacan'ı niçin ekranlara çıkarmıyor?
İnsanlar artık adaleti mahkemelerde aramıyor, derdi olan CB'den veya sn Bahçeli'den tavassut talep ediyor. Trump, Merkel öyle yapıp adamlarını kurtarmadılar mı?
Türkiye demokrasiden hızla uzaklaşıyor, hiç bir denetim mekanizmasının kalmaması keyfiliği bir siyaset tarzı haline getirdi. Kurallar sadece muhalifler için geçerli. İktidar, karşısında birleşmiş, örgütlü iç bir güç istemiyor. Birlik olan her şeyi dağıtarak zayıflatıyor. Bunun son örneği alternatif baroların kurulması ile ilgili yasa tasarısı. Baro parçalanarak iktidarın karşısında etkin bir güç olması engellenmeye çalışıyor.
Kuralların ikinci planda kaldığını gösteren hususlardan biri de son Şehir Üniversitesi ile ilgili karar. Sayın Davutoğlu muhalefete geçti, parti kurdu diye hiç bir hukuki gerekçe olmadan ülkenin en seçkin üniversitelerinden biri olan Şehir Üniversitesi kapatıldı. Yasalar değil, duygular, nefretler belirleyici oldu. Yönetimi yasalar belirlemeyecek yönetenlerin hırsları, kinleri, nefretleri belirleyecekse kanunlara ne gerek var? Böyle bir devlete hukuk devleti denilebilir mi?
Demokrasilerde parti, dernek, vakıf kurma özgürlüğü vardır. Kimse bu haklardan mahrum edilemez, kimse parti kurdu diye muaheze edilemez, üstelik altına imza koyduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin koruduğu haklardan biri de örgütlenme özgürlüğüdür. Bir siyasetçi parti kurdu diye onunla irtibatlı diye bir ilim yuvasını yok etmek hangi demokrasi anlayışına sığar.
Çok haksız dayanaksız bir ithamla mevcut iktidarın siyasal İslamcı olduğu ileri sürülüyor. Bu çok yanlış bir itham, bu ülkede İslam'la bir araya gelmeyecek bir parti varsa o da AKP'dir. Günü, zamanı geldiğinde dindar görüntüsü verenlerin nasıl bir ahlaki sefalet içinde oldukları, nasıl devlet malına saldırdıkları ortaya çıkacaktır. Hiç bir devlet hukuksuz yaşayamaz. Hiç bir devlet soyguna, rüşvete uzun süre tahammül edemez. Türkiye bu badireyi er geç atlatacaktır. Türkiye'deki kavga da bunun içindir. Bir tarafta demokrasi, ahlaklı yönetim, insana saygı ve adalet isteyenler, bir tarafta iktidarda kalmak için her yolu meşru görenler.
Devletleri batıran, iktidarda kalma uğruna her yöntemin meşru kabul edilmesidir. Siyaset hukuk içinde yapılırsa meşrudur. Rekabet eşit şartlarda olursa adildir. 100 metrelik yarışa devlet imkanlarını kullanarak 90 metre önde başlayıp ipi göğüslemek ne yarıştır ne de demokrasi. Türkiye niye döviz bulamıyor, niye turist gelmiyor, niye itibar görmüyor, niye giderek yalnızlaşıyor sorularının cevaplarından biri demokrasiden savrulmadır. Bu kafayla devam edilirse Türkiye çok ağır maliyetlerle karşı karşıya gelebilir. Dilerim bu siyasi körlük biter de daha makul daha demokrat daha kurallara uygun bir siyasete dönülür.