Medeniyeti yaşayan ve yaşatan ecdadın evlatları olmakla ne kadar gururlansak azdır derim.
Onca tahrifata rağmen büyüğünü sayan, küçüğünü seven saygıyı yaşam tarzı edinmekten hiç çekinmeyen bir milletiz.
Dünya da bu milleti ayrı kılan, İslam inancımız ile ecdadımızın bize devrettiği gelenek ve göreneklerimizdir.
Ecdadımızın yaşam felsefesi olarak söylediği ‘atasözleri’ ise ülkemizde çok yaygın olarak kullanılır.
Atalarımız zamanında deneyimlerini ve gözlemledikleri şeyleri harmanlayarak ortaya bu kısa ve özlü sözleri çıkarmışlar.
Bu sözlerden biri de “Söz gümüşse sükut altındır” atasözüdür.
Onca tahrifat dedim ya.
Dikkat etmek gerekir.
Çünkü bu değerler bize, gelecek nesillerimizin emanetidir.
Bazı insanlar çok güzel konuşmalarına rağmen, bazen ne zaman susmaları gerektiğini bilmiyorlar.
Ecdadımız doğru yerde ve doğru zamanda susmayı bilmek, güzel ve doğru konuşmaktan daha önemli olabilir demiş.
Örnek mi?
Dikiş diken yaşlı teyzeye sordum; niye az konuşursun?
Bana şu yanıtı verdi;
Evlat cümle kurmak, yırtık gömleği dikmeye benzer.
Düğümü içten atsan tene, dıştan atsan göze batar.
Hz. Mevlana, Mesnevisinde söz kadar davranışa da dikkat çekmiş.
Hatta ibret alınsın diye bizlere deve ile fare hikayesini anlatmış.
Hikaye aynen şöyle.
Günlerden bir gün, kendini beğenmiş bir fare ile alçak gönüllü bir deve arkadaş olmuşlar. Farenin kendisini beğendiği kadar deve de o kadar mutevazıymış. Fare devenin bu halinden faydalanıp devenin yularını eline alıp nereye gitse ona kılavuzluk edermiş. Tabii orman sakinleri bu duruma pek şaşırmışlar çünkü devenin neredeyse burnu kadar olan bir fare, koca devenin yularını eline almış, onu her gittiği yere götürüyor.
Alçak gönüllü deve, arkadaşının kalbini kırmamak için hiç itiraz etmeden ardı sıra yürüyormuş. Fare ise bu durumdan oldukça memnunmuş. Kendisinden kat be kat büyüklükte olan bir deveye kendince üstünlük sağladığını düşünüyor, kendisiyle övünüyormuş; “Ben ne kadar da güçlü, zeki ve akıllı bir fareymişim. Kocaman deveyi yularından tutmuş gittiği her yere götürebiliyorum” diyormuş.
Farenin bu şımarık tavrı nihayet bizim devenin de dikkatini çekmiş. Farenin ormandaki hayvanlara caka satarak yürüyüşüne bir hayli öfkelenmiş ve ona güzel bir ders vermek istemiş. Çok geçmeden bir nehrin kenarına gelmişler. Fare suyu görünce durmuş, adeta ayakları kilitlenmiş. Deve fareye seslenmiş;
– Ey asil fare dostum, ormanda, dağlarda, bayırlarda önümde yürüyüp bana kılavuzluk yapan cesur fare. Sen benim kılavuzumsun. Önden yürü ki ben de ardın sıra geleyim demiş.
Fare;
– Bu nehir benim için çok derin. Boğulmaktan korkuyorum, diye cevap vermiş.
Deve suyu derinliğini fareye göstermek için suya girmiş. Sular devenin ancak dizine kadar geliyormuş.
Deve fareye;
– “Şu kadarcık sudan mı korkuyorsun? Su ancak dizlerime kadar geliyor.” demiş.
Fare konuşmuş:
– Sevgili dostum, dizden dize fark var. Sen dev gibisin ben ise ufacığım. Senin dizine gelen su benim boyumu aşar.
Bu sözler üzerine deve fareye dönerek;
– O zaman bir daha küstahlık edip, kendini başkalarından üstün görme. Haddini ve yerini bil! Kendin gibi farelerle boy ölçüş, develerle, devlerle boy ölçüşme! demiş.
Daha bitmedi.
Ecdadımız Osmanlı camilerinde ama’lar (gözü görmeyenler) namaz vaktini bilsin diye Sabah ezanı saba, Öğlen ezanı hicaz, İkindi ezanı rast, Akşam ezanı seğah, Yatsı ezanı da hüseyni makamında okunurmuş.
İnceliğe bakarmısınız.