“Kahraman içindeki susuzluğu toplumun yüreğine aşılayan kişidir. Hep gelecekte yaşar kahraman. Olağan şartları, zaman ve mekanı zorlayan kişidir. Kavminin kurtuluşu için olağanüstü çilelere katlanır” (Sezai Karakoç, Kahraman’da Yaşayan, Sütun)
Sanki dün gibi. 18 mayıs 1944. Bugün; 18 mayıs 2020. İnsanlık tarihinin, bizlerin ve bölgeyle ortak tarihimizin en acı günlerinden birinin yıldönümü. Kırım Türklerinin anavatanlarından bir gecede sökülüp uzaklara savruluşlarının 76.yılı.
Kırım’da aslında herşey çarlık Rusya’sının 2.5 asır kadar önce ülkeyi işgaliyle başladı. Toprakların asıl sahipleri adım adım kendi ülkelerinde azınlığa düştüler, Sömürgecilerse giderek arttı. 1780’lerde Kırım’ın % 80’den fazlası Tatar, sadece % 5’i de Rus iken 1990’larda bu oranlar neredeyse tersine dönmüştü. Bağımsızlığın ışıltılı yılları dışında 20. asır ise Kırımlılar için genelde karanlık dönemdir. Kitlesel göçler, sürgünler, açlıklar, toplumsal önderlerin, aydınların katli, işgaller...
1944 yılının meşum 17-18 mayıs gecesinden itibaren de 300 bine yakın Kırım Türkü/Tatarı Stalin’in emriyle binlerce yıldır yaşadıkları, kültür, sanat,edebiyat, mimari, entellektüel düşünce başta olmakla bütün alanlarda medeniyet zenginlikleri yarattıkları ana yurtlarından bambaşka yerlere sürüldüler. İnsanlık dışı şartlarda vagonlara tıkılarak ölüm sürgünlerine doğru yola çıkarılırken, çok sayıda Kırımlı da Kızılordu’da Alman Nazi ordusuna karşı, kendilerini sürgüne gönderen SSCB için savaşıyordu. Cepheden dönenler geride, memleketlerinde bıraktıkları ailelerini, yaşlılarını, evlerini bulamadıkları gibi kendileri de aynı baskıların, sürgünlerin kurbanı oldular. Cephede Alman nazizmine karşı madalya kazananlar bile. Orta Asya ve Sibirya’ya gönderilenlerin büyük bölümü de yollarda, gittikleri yerlerde açlık, susuzluk ve hastalık gibi çeşitli sebeplerden dolayı hayatını kaybetti. Geride kalan anavatanlarında nakış gibi asırlarca işledikleri kültürlerinin, kimliklerinin izleri silinmeye çalışıldı. Tarihi kentlerinin isimleri çiçek, böcek isimleriyle değiştirildi. Benzeri sistematik sürgünlerin kurbanı diğer halklara uygulananlar gibi. Ahıskalılar, Kafkasyalılar, Volga Almanları, Çeçenler, …Tatar kaynaklar bu süreçte en az 100 bin kişinin öldüğünü söylerken, Rus makamlarsa 1944-48 arasında 50 bin civarında ölümün gerçekleştiğini iddia ediyorlar. Aslında bu trajedinin ağırlığı karşısında rakamlar bile sessiz, hiçbir rakam bu insanlık suçunun mahiyetini anlatamaz, yetersiz kalır. Sonuçta, bütün bir halka yönelik kararın acımasızlığı neticesinde Kırım’ın insan dokusu Stalin’in emriyle kırıldı, parçalandı. Sonraki yıllarda Kruşçev’in bile tepkisini çeken bir uygulamaydı bu. Sadece Kırım’a değil bütün Türk ülkelerine bir nevi öğretmenlik yapan, kimlik kazandırma faaliyetlerinde öncülük eden Tatar aydınlar büyük kıyımlara uğradılar. Kırımlıların çilesi halen sürerken vahşetin mimarı Stalin ise bugün Rusya’da tarihin en büyük Rusları sıralamalarında en üstlerde yeralmayı sürdürüyor.
Bizim anlayışımıza göre, yakinen ve içinde yaşayarak şahit de olduğumuz bu küresel gücün dağılmasının arkasındaki gerçek nedenlerin başında yine SSCB topraklarında yetişmiş kahramanlar ve peşlerinden gelen kahraman halklar gelir. Ebulfez Elçibey, Mustafa A.Kırımoğlu gibi efsanevi isimlerdir bu devi sarsan. Türkler dahil birçok diğer halkın içinden çıkmış özgürlük kahramanlarının mücadeleleridir. Onyıllar süren ağır baskı rejimi içinde özgürlük kahramanları doğmuş, onlar da halklarına bağımsızlıklarını kazandırmışlardır. SB topraklarında kamplarda, sürgünlerde, hapishanelerde yitip giden milyonların çığlıklarıdır SB’ne ölümcül darbeleri vuran. Tabii ki bu süreç içinde SB’nin sözde efsanevi ordusunu perişan eden Afganlı mücahitlerin rolünü de her zaman hatırlamalıyız.
Dünyanın o dönemindeki süper gücü SSCB artık çok gerilerde, tarih kitaplarında kaldı. Soğuk savaş yılları bitti. Bu coğrafyada artık yeni bir dünya, yeni ittifaklar, önemli bölümü Türk ülkeleri olmakla bağımsız devletler bulunuyor. Küresel sistem yeniden yapılandı, farklı güç odaklarının bulunduğu farklı bir dünya,yeni rekabet alanları doğdu. Şimdilerde Kremlin duvarları dibinde yatan Reed’in Dünya’yı Sarsan On Gün’ünün devrim heyecanı da, Pasternak’ın Dr.Jivago’sunun fırtınalı kızıl devrim yılları da tarihte kaldı, bu devrimin kurduğu Sovyet devleti de bitti.
Kırım Tatarlarının bugünlere kadarki büyük mücadelelerinde tarihi kazanımlar sağlayabilmelerinde Mustafa Kırımoğlu ve arkadaşları gibi önderlere sahip olmalarının rolü şüphesiz büyüktür. Bu fiziken küçük yapılı ama gerçekte fikir, eylem dünyası, inancı ve ruhu dev önderin yaşamı sayısız romana, filme konu olmalıdır. Bütün gelecek nesiller örnek alsın diye. Küçücük bir bebekken bütün Kırım Türkleriyle birlikte 76 yıl önce bugün Stalin’in kurbanları olarak ülkelerinden sürülen bu mazlum ve kahraman halkın evladı Kırımoğlu hayatını Sibirya’da, hapishanelerde, çalışma kamplarında, mahkemelerde, açlık grevlerinde geçirirken bile geleceği düşünürdü. Özgürlüğü düşlerdi. Bu nedenlerle kahramanlar kategorisinden insanlardır Kırımoğlu, arkadaşları ve kendilerini izleyen Kırım halkı.
Milletini tanımayan Sovyetlerin ordusunda askerliği reddettiği için büyük çilelere maruz kalmış, ancak halkının mücadelesini her zaman sürdürmüş, bu amaçla daha Sovyetler ayaktayken, gücünün zirvesindeyken, baskı rejimi sürerken Kızıl Meydanda arkadaşlarıyla halkıyla birlikte gösteriler yapmış, işini gücünü, yaşamını idealizmi yolunda kurban etmiş Kırımoğlu gibi bir şahsiyet şayet bir başka, bilhassa da bir batılı ülkeden çıkmış olsaydı şimdiye kadar bütün okullarda ders kitaplarına girmiş, Nobel ödülleri almış olurdu. Kırımoğlu gibi bir özgürlük öncüsünden SSCB’nin Çekoslovakya, Afganistan işgallerine karşı çıkması beklenirdi, O bunu da yapmıştır, ağır cezalarla karşılaşmasına rağmen. Kahramanlık budur, zalimlere karşı ülkenin kalbinde hakkını arayabilmektir. Kendisini şahsen tanımaktan her zaman gurur duymuşumdur. Kısacası bütün Kırım Türklerinin ve liderlerinin sürdürdükleri mücadele her yönden insanlık tarihine geçecek bir ibretli dönemdir. SB’nin son yıllarında 1989’dan itibaren tekrar anavatanlarına yavaş yavaş dönebilmeleri de bu büyük mücadelenin sonucunda olabilmiştir. Dönebilenler yaşayacak yer bulma, işsizlik, eğitim, Rusların tepkileri, düşmanlığı gibi engellerle de karşılaştılar, ancak yılmadılar. Bütün bu trajedinin, acıların kurbanı bir halk varoluş, ayakta kalabilme ve sürgün edildikleri anavatanlarına geri dönme mücadelelerine halen devam ediyorlar.
Rusya 27 şubat 2014’de Kırım’ı işgal etti. BM 27 mart 2014 tarihinde büyük çoğunlukla aldığı karar (sadece 11 ülke Rusya’yı destekledi) bu ilhakı reddetti, Rusya’ya yönelik ambargolar başladı. Ancak işgal durumu halen geçerli.
Artık Kırım Tatarları için yeni bir dönem başladı. Ancak geçmişten bugüne ne sürgünler, işgaller, yıkımlar ne de kimliklerini yoketme siyasetleri başarı sağlamadı. Gaspıralı İsmail Bey’in, Mustafa Kırımoğlu’nun ocağında yetişmiş Kırımlılar her sarsıldıklarında ayağa tekrar kalkabildiler ve özgürce yaşamlarına devam ettiler. Yurtlarını Yitiren Kırımlılar bir gün mutlaka ona kavuşacaklar. Bu zor dönemleri aşacaklar ve milletimiz de her zaman yanlarında olmayı sürdürecek.
III. Üç gün sonra tarihi trajik bir yıldönümünü daha yaşayacağız. 21 mayıs 1864 kuzey Kafkas halklarının tarihlerinin, kimliklerinin, ata mezarlarının, kültürlerinin, medeniyetlerinin, özgürlüklerinin bulunduğu anavatanlarından Çarlık Rusyası tarafından sökülüp atılmaya başlandıkları trajik bir dönemin başlangıcıdır. Asırlarca sürmüş savaşların da son halkasıdır. 1 milyonu aşkın Kafkasyalı yurtlarından Osmanlı devletine sürüldü. Bir halkın büyük bölümü acımasız sürgünlerin kurbanı oldu. Sadece bir bölümü ata topraklarında kalabildi. Karadeniz bu yolculuklarında çoğunun da mezarı oldu. Ne yazık ki bu büyük insanlık trajedisi giderek daha fazla hatırlansa, gündeme gelmeye başlasa da, halen uluslararası düzeyde yeterince bilinmiyor. O dönemlerde yaşamını yitirenlerin gayretli torunlarının atalarını anma çabalarını her yıl daha büyük bir inançla yükselttiklerini de heyecanla görüyoruz. Ataları bunu şüphesiz hak ediyorlar.
“...Yol boyunca uzanan hendeğin dibinde, kan kırmızısı renkte iyice açmış bir devedikeni gördüm. Hendeğe indim, çiçeğin ortasında tembel tembel uyuklayan tüylü at arısını kovaladıktan sonra, çiçeği koparmaya çalıştım. Bu güç bir işti. Elime mendil sardığım halde yine de dikenler batıyordu. Sapı öylesine sert ve sağlamdı ki dakikalarca uğraşıp lif lif ayırmak zorunda kaldım. Nihayet koparmayı başardığımda sapı parça parça olmuştu. Devedikeninin ilk gördüğümdeki güzelliğinden eser kalmamıştı. Üstelik, onca emek vererek topladığım zarif kır çiçekleri arasında kaba ve çirkin görünüyordu. Dalında çok güzel görünen, beni kendine hayran bırakan bu çiçeği boşu boşuna kopardığıma üzüldüm. Attım onu. Koparmak için sarf ettiğim çabayı düşünerek, "Ne güçlü bir yaşama arzusu bu!" diye düşündüm. "Direnmek için büyük çaba gösterip, kolay lokma olmadığını nasıl da ispat etti." Eve giden yol, yeni sürülmüş tezekli tarlaların arasından geçiyordu. Bir yandan da elimde olmaksızın bu ölü tarlada canlı bir varlık arıyordum. İşte yolun sağ tarafındaki yeşilliği o anda fark ettim. Yaklaşınca gördüm ki, az önce koparıp attığım devedikeninin bir eşi... Bu kez gördüğüm devedikeninin sadece üç dalı vardı. Dallarından biri kopmuş, kesik bir el gibi aşağı uzanmış, ucundaki çiçekler çamura bulanmıştı. Öbür iki dalında ise birer çiçek vardı. Yağlı kara toprağa bulaştıklarından kararmışlardı; ama dimdik duruyorlardı. Belki de bir araba tekerleği geçmişti üstlerinden. Ama o, yeniden doğrulmuştu. Biraz eğik duruşu bundan kaynaklanıyor olmalıydı. Hali; iyice hırpalanmış, kolu kesilmiş, gözü karartılmış, gövdesinin bir parçası kopmuş bir insanı hatırlatıyordu. Yine de kardeşlerini yok eden insanlara teslim olmamıştı. Savaşını tek başına veriyordu… ”
Kırım ve Kafkasya halklarının yaşama, ayakta kalma, toprağa tutunma, kopmama, direniş, kimliğini teslim etmeme mücadelesini ne güzel sembolleştiriyor. Baskılara, zulümlere, acılara teslim olmadan direnç, kararlılık, mücadele...Günün birinde bu mazlum halkların maruz kaldıkları bu büyük insanlık trajedileri sadece ülkemizde, bütün dünyada çok daha güçlü şekilde anılacak. Onlar da, torunları da bunu hakkediyorlar. Ve bu mücadelelerinde bizler, hepimiz de onlarlayız. Toplumsal yaşamda bekledikleri varsa onlar da hassasiyetle ele alınmalı, dinlenmeli, sorunlarının çözümüne destek olunmalıdır.
Tıpkı Azerbaycan gibi, 1917-21 döneminde Kızılordu’nun işgaline kadar özgür yaşayan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti de tarihte hak ettiği yerini almalı ki bugün de bilinsin. Ders kitaplarında da bulunmalı. Bugünün genç nesilleri bu dönemin acı tecrübesini çok iyi bilmeli, Uzun Hacıları, Gotsinskileri, kısa süreli de olsa ülkelerinde bir özgürlük rüzgarı estiren Kafkas İslam Ordusunu, Nuri Paşa’yı...ve nicelerini tanımalı, unutmamalı. Bütün bunlar ilişkilerimize ve işbirliğimize önem verdiğimiz, daha da ileri ve gelişmiş düzeylere yükseltilmesini istediğimiz, Rusya’ya bir husumet anlamına gelmiyor. Sadece yurtlarından sökülmüş bir halkın onbinlercesinin sürgün sırasında yaşamını yitirmesinin layıkınca ve hakkınca anılmasıyla ilgilidir bütün bunlar.
Her mayıs ayının 9. günü başta başkent Moskova olmakla birçok şehirde çoluk,çocuk, kadın, genç,yaşlı Ruslar savaşlarda yitirdikleri dedelerini sükûnet içinde geniş faaliyetlerle anarlar. Buna saygı da duymuşumdur. Benzeri saygıyı anavatanlarından koparılıp sürgünlerde, denizlerde, yollarda, açlıklarda, hastalıklarda yaşamını yitiren yüzbinlerce Kırım Türkü ve kuzey Kafkasyalı akrabalarımız ile torunları da bekliyor ve bunu hak ediyorlar.
(twitter: @umityardim1961)