I.ABD’de Seçimler. ABD’de her başkanlık seçimi kritiktir. Her seçim döneminin gerek ülke içi gerek dış dünya gelişmeleri ve şartları itibariyle özel önemi bulunur. Birkaç gün sonra, 3 kasım 2020’de yapılacak başkanlık seçimleri de böyle bir tabiatta. Bu vesileyle bir kez daha hatırlayalım; 3 kasım seçimleri sadece başkanlık seçimleri olmayacak. ABD siyasi yapısının en güçlü organlarının başında gelen Kongre’nin bugün için Senato kanadında Cumhuriyetçi, Temsilciler Meclisinde ise Demokrat ağırlık var ve bu seçimlerle Senato’nun üçte biri ile TM’nin de tamamı yenilenecek. Aynı şekilde eyaletlerde valiler, meclisler için de seçimler yapılacak. Dolayısıyla Amerikan siyasi sisteminde ciddi bir değişim yaşanacak. Orta Doğu’dan Avrasya’ya kadar ülke dışındaki siyasi gelişmeler de dikkate alındığında, bu tablo 3 kasım seçimlerinin ABD tarihinin en önemli seçimlerinden biri olduğu yönündeki analizleri de destekliyor.
ABD seçim sistemine göre ülke içinde alınan oyların toplamı değil, her eyalet için sayısı değişen, toplam 538 seçiciler kurulu üyesinden kaçının kazanıldığı önemli oluyor. Nitekim, geçmiş seçimlerde Clinton, Trump’a, Gore da Bush’a karşı genel toplamda daha fazla oy almalarına rağmen seçiciler kurulundaki temsilcilerinin sayısı daha az kaldığı için Başkanlık seçimini de kaybetmiş oldular.
SK üyelerinin sayısı, örneğin Kaliforniya’da 55, Teksas’da 38, N.York’da 29 ve Florida’da 29 olarak belirlenmiş. İki eyalet (Nebraska ve Maine) dışında bu eyaletlerde en fazla oyu alan aday o eyaletin çıkardığı ikinci seçmenlerin tümünü de kazanmış oluyor. Geçmişte, örneğin Clinton en fazla oyu aldığı Kaliforniya’lı SK üyelerinin de tamamını, aynı şekilde Trump da Teksas’ın, keza çok az bir oy farkla bile olsa Florida’daki bütün SK üyelerini kazanabilmişti. Özetle; en az 270 seçiciler kurulu üyesi kazanan aday ABD Başkanlık seçimini de kazanmış olacak. Bugün itibariyle; bazı kritik eyaletlerde yoğun bir mücadelenin halen sürmekte olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında Arizona, Florida, Georgia, Iova, Ohio ve Teksas gibi eyaletler de var. 2016’da bunların tamamına yakınını Trump ciddi bir farkla kazanmışken şimde Biden ya önde veya Trump’la baş başa gidiyor.
Trump ve Biden; partilerinin resmi adayları olarak ilanlarını müteakiben ülke genelinde covid19’dan etkilenseler de, mümkün olan en geniş çaplı kampanyalara giriştiler. Bu kampanyalarda ekonominin durumu, Covid19 salgınıyla mücadele, vefat eden Yüksek Mahkeme yargıcı Ginsburg’un yerine Trump’ın önerdiği yeni yargıç adayı A.C.Barrett’in ne zaman atanacağı tartışmaları (seçimden önce veya sonra), dış politika, eğitim reformu gibi konular ağırlıklı oldu. Barrett’in önceki gün Senato’dan onay alması ve yemin ederek görevine başlaması da önemli zira seçimlerle ilgili (örneğin oyların sayımı vb) herhangi bir sorun doğduğunda onun vereceği oy kritik olacak.
Burada belirtilmesinde yarar olan bir husus daha var. 2020 ilk aylarından itibaren bugünlere kadar DP adayı Biden anketlerde sürekli önde yeralıyor. İki aday arasındaki bu fark daima % 4-10’ lar arasında gitti-geldi, ancak hiçbir aşamada Trump lehine olmadı. Bugün seçimlere çok az kala bile Biden lehine fark oldukça açık ve Trump’ın son günlerdeki nisbi kımıldanışı da henüz bu farkı kapatamadı.. Bununla birlikte bu anket sonuçları ancak sınırlı bir yoruma imkan veriyor zira yukarıda da vurguladığımız gibi, ülke genelinde alınan toplam oy değil, bu oyların seçiciler kurulunun 538 üyesinin belirlenmesini nasıl etkileyeceği önem taşıyor. Ayrıca son seçimlerde Clinton’un, bütün anketlerde sürekli önde gitmesine ve daha fazla da oy alabilmesine rağmen sonuçta Trump’ın bahsettiğimiz nedenle Başkan seçildiğini hatırlayan Demokratlar dahil siyasi çevreler halen ihtiyatlarını koruyor ve sandık sonuçlarını beklemeyi tercih ediyorlar. Kampanyalarda tartışılan konular arasında mektupla oy verme usulüne karşı Trump’ın ağır eleştirileri ile yabancı ülkelerin ABD seçimlerine müdahaleleri (!) gibi hususlar da geniş şekilde yeraldı. Buna rağmen büyük ölçüde virüs salgınından kaynaklanan nedenlerle Amerikan halkının mektup ya da e postayla oy vermeye büyük ilgi gösterdiğini de görüyoruz.
Seçmen profiline bakıldığında, kadınların, gençlerin Trump’a epeyce mesafeli oldukları da söylenebilir. Siyahiler, Latin kökenliler için de aynısı geçerli görünüyor. Nitekim DP adayı Biden’ın bir tartışmada Trump’ın modern tarihin en ırkçı başkanlarından biri olduğunu açıkça söylemesi önemsiz görülmemeli. Hem de 80 milyon civarında bir izleyicinin önünde. Trump’ın aynı şekilde Amerikalı müslümanlardan da destek bulması zor görünüyor.İslam ülkelerinden gelenlere getirdiği yasaklar ve açık açık İslam’a yaptığı saldırılar da hatırlandığında Trump’ın bu kesimlerden destek bulması çok zor. O halde geriye ne kaldı derseniz. Beyaz, hristiyan, muhafazakar, girişimci, iş dünyasından Amerikalılar… Öte yandan; seçim kampanyalarının, TV programlarının kapanış cümleleri genelde oy verin, oyunuzu vermeyi unutmayın! şeklinde oluyor. Zira başkanlık seçimlerinde oy verme oranı genelde düşük ve % 60 civarında veya altında kalıyor. Bu oranların yükselmesi adayların seçmen tabanlarının yapısı dikkate alındığında muhakkak ki sonuçları etkileyebilecek önemde olacak. Seçmen tabanlarından bahsedilirken, G.Floyd olaylarının Trump yönetimini sarstığını bir kez daha hatırlayalım. Bunların seçim sandıklarında da etkili olacağını söylemeliyiz.
Herhalukarda seçim seçimdir ve sonuçlar ancak sandıktan çıkan pusulaların tek tek sayılmasıyla kesinleşecek! Hep birlikte göreceğiz.
II. Demokrat Parti adayı Joe Biden; geçmiş siyasi yaşamında olduğu gibi bir kez daha başkanlık için yarışıyor. Ancak, Biden’ın partisi içindeki rakibi Sanders’e karşı mücadeleyi kazanarak 18 ağustos 2020’de resmen DP’nin adayı olması ülkede büyük heyecan dalgaları da doğurmadı. Ön seçimlerde Sanders DP içindeki mücadelede çeşitli konularda partiyi sol zemine çekmeye çalışırken, Biden ise Trump’ı devirmenin parti için fraksiyon kavgalarından daha önemli olduğunu savundu ve sonuçta kazanan da kendisi oldu.
DP içinde Biden’e karşı aday adaylığı yarışını kaybeden Sanders ekibinin bu kez Biden’e tam destek vermekte olduğu görülüyor. DP’de sol eğilimlilerden ılımlı demokratlara kadar geniş bir kesim Trump’ı devirmek amacıyla birlik içinde görülüyor.
Biden seçim kampanyası süresince başkan seçilmesi durumunda gerçekleştirmeye çalışacağı hedeflerini açıkça ortaya koydu. Ülke içinde eğitim sisteminde reformdan ekonomi-iş-çalışma dünyasının belkemiği olarak nitelediği orta sınıfın canlandırılmasına kadar çeşitli öncelikleri olacağını en başında ilan etti. Biden yönetimindeki ABD’nin genel hatlarıyla demokrasi, otoriterliğe karşı durma, insan hakları vb. gibi alanları dış politikasında da öne çıkarmaya öncelik vereceği söylemlerinden anlaşılıyor. Nitekim dünya demokrasilerini buluşturacak bir Zirve öngördüğünü, çürümüşlükle mücadele etme, otoriter yönetimlere karşı duruş, ülke içi ve dışında insan hakları için mücadele gibi kriterlerin demokrasi kavramı içinde önemli olacağını esasen kampanyasının en başında ortaya koymuştu.
Dış politika Biden’in önem verdiği ve iddialı olduğu alanlardan birisi. (Meraklıları için ocak ayında Foreign Affairs’de kaleme aldığı “Amerika Neden Tekrar Öncü Olmalı” isimli makalesini bu vesileyle tavsiye ederiz) Amerika’nın küresel önderliğinin yeniden tesisi için bölgesel/ küresel sorunlara karşı müttefik ve yakın ülkelerle ortaklık, İran (nükleer dosya) K.Kore (nükleer silahlanma), Çin’le rekabet, Afganistan, Yemen savaşları vb. Biden iktidarının öncelikleri arasında yeralacak. Örneğin, Biden, Trump’ın çekildiği İran nükleer anlaşmasına, Tahran kendinden beklenen şartlarına uyum sağladığı takdirde geri dönülmesi gerektiğine inanıyor. Uluslararası örgütlerle ilişkiler bakımından da Biden’in işbirliğine daha yakın ve açık olacağını düşünebiliriz. Biden kendi iktidarının Amerikalıları küresel ölçekte başarılı olabilmelerine imkanlar sunacağını ileri sürerek bunu da ilginç bir terminolojiyle, “orta sınıf için dış politika” olarak tanımlıyor.
İran’ın yanı sıra Mısır, S.Arabistan, Pakistan gibi ülkeler, Biden’in seçimleri kazanması ve demokrasi odaklı söylemlerinin içini doldurması durumunda yeni ABD dış politikasından etkilenebilecekler. Zira ABD içinde olduğu gibi dünyada da demokrasiyi vurgulayan Biden demokrasinin en çok bu dönemde büyük baskı altında olduğuna, geçmişte özgür kategorisindeki birçok ülkenin son yıllarda bu vasfını yitirdiğine inanıyor. Nitekim, önce ağustos ayında, ayrıca geçtiğimiz haftalarda Kongre’nin demokratik partili üyelerinin Mısır’daki insan hakları ihlallerinin ağır durumuna dikkat çeken mektupları bu yönde ilk örnek uyarıları teşkil ediyor. Demokrasi üzerine özel bir vurgu yaparken, Biden gerektiğinde güce de başvurarak Amerikan halkını her şekilde koruyacağını belirtmekten geri durmuyor.
III. Başkan Trump ise geçmişte siyasi tercihlerini zaman zaman değiştirmiş ve farklı siyasi çizgilerde bulunmuş olsa da, Cumhuriyetçi Parti adayı olarak başkanlık hedefine 2016’da ulaştı. 3 kasım’da da tekrar CP adayı olarak ikinci dönem için yarışacak. Dört yıl boyunca sadece ülke içi veya dışı siyasi, iktisadi, askeri sorunlarıyla değil, Kongre’deki rakipleriyle de mücadele eden, örneğin, Ukrayna devlet başkanı Zelenski’yi Biden’e karşı kışkırttığı gerekçesiyle başlatılan azil sürecinden Temsilciler Meclisi ve Senato süreçleri sonunda aklanarak çıkabilen Trump’ın önünde çetin bir 3 kasım yarışı var ve bu kez 2016’ya göre çok daha fazla zorlanacak.
Trump döneminin karnesinde birçok konu var. Ancak bunlar içinde bilhassa covid19 salgınıyla mücadelede başarısı/başarısızlığı ile en başta orta doğu’ya yönelik dış politika atakları öncelikli olanlar. Zira bunlar seçmenlerin, lobilerin tercihlerini etkileyebilecek konular.
Nitekim kamuoyu, basın ve Biden-Trump TV tartışmalarında her vesileyle covid19 salgını Trump yönetiminin en fazla hedef olduğu konuların başında geliyor. Biden’in Trump’ı 200 bini aşkın Amerikalının ölümünden sorumlu tuttuğu, virüsle mücadelede hiçbir planının bulunmadığını söylediği hatırlanacaktır. Bugün itibariyle salgın verilerine bakıldığında 230 bini aşkın ölüm sayısı göz ardı edilemeyecek bir durum. Öte yandan; Trump rakibinin bu salvolarına karşı covid19 aşısının en yakın zamanda piyasaya sürüleceğini belirtmişse de şimdilik ortada bir gelişme yok.
Seçim kampanyaları döneminde Trump bütün bu nedenlerle Biden’in salgınla ilgili ağır eleştirilerini telafiye de gayret etti. Bu çerçevede, örneğin, Mayıs- Temmuz döneminde ülkede 9 milyon yeni iş imkanı yaratıldığı, Başkanın mali yardım paketlerinin toplamda 50 milyon işi kurtardığı, sanayii üretiminin son aylarda yükselmeyi sürdürdüğünü ileri sürdü. Bu çabalarının başarılı olup olmadığı sandıklarda görülecekse de herhalukarda Trump iktidarının zayıflıklarından birini salgınla mücadeledeki başarısızlığının teşkil ettiği genelde kabul görüyor.
Dış politika Trump başkanlığının ilk döneminin en dikkat çekici alanlarından birisi oldu. El atmadığı bölge kalmadı. Çin’le siyasi/iktisadi mücadeleden Afrika’ya, Asya’ya,Latin Amerika’ya kadar her yerde. Ancak bütün bunlar içinde orta doğu ABD’nin İsrail’le birlikte büyük bir etki alanı yarattığı en önemli bölge oldu. Trump siyasetinin açtığı yol üzerinden giden İsrail de böylelikle büyük stratejik kazanımlar sağladı. Ocak ayında İsrailli liderlerin de hazır bulunduğu bir törende açıkladığı Refah İçin Barış planını izleyen dönemde İsrail’in bölgesel konumunu güçlendirecek, yeni bir orta doğu teşkilini hedefleyen dikkat çekici adımlar atıldı. Son olarak, Balkanlarda Sırbistan-Kosova anlaşmaları, BAE, Bahreyn ve son olarak da geçen hafta Sudan’la sağlanan anlaşmalar yine İsrail’e açtıkları stratejik alan itibariyle son derece önemli. Bütün orta doğu adeta paramparça oldu. ABD’nin önümüzdeki dönemde de bu gayretlerini kesintisiz sürdüreceği muhakkak. Trump bunu da zaten gizlemiyor, İran’ın bile günün birinde bu yeni orta doğu sisteminde yer alabileceğini ileri sürüyor. Bu girişimlerin bizzat mimarı olan Trump böylelikle seçimler öncesinde İsrail lobisiyle dayanışmasını da güçlendirmiş oluyor. Özetle dış politika alanında Trump yönetiminin en yakın ve eşgüdüm içinde ve ortak stratejiler esasında çalıştığı ülke şüphesiz İsrail’di ve Trump, Netanyahu’nun kendisi için söylediği “bugüne kadar Beyaz Saray’a gelmiş en büyük İsrail dostu ” tanımını da her yönden hakketmiş oldu.
V.Türkiye ve Türkiye ile ilişkilere adayların bakışları ve ikili, bölgesel, hatta uluslararası düzlemde ilişkilerin yeni dönemde nasıl gelişeceği, hangi aday seçilirse seçilsin Türkiye için 3 kasım sonrasının en önemli yönünü teşkil edecektir.
Her iki liderin geçmiş söylemlerinde Türkiye’ye yönelik olumsuz ifadeleri, hatta hakaretleri tarihe geçecek nitelikte oldu. Zira bunların örneklerini geçmişte neredeyse hiç görülmedi. Trump’ın İslam’a hakaretleri ve Türkiye’yi yıkma tehditlerine kadar çeşitli ultimatomları, geçmişi asırlara uzanan Türk-Amerikan ilişkilerinin dokusunda asla unutulmayacak izler bıraktı. Trump’ın, ekim başlarında, Suriye’de ulusal acil durum uygulamasını, Türkiye’nin kuzey doğu Suriye’ye yönelik eylemlerinin ABD için tehdit teşkil ettiğinin öne sürerek bir yıl daha uzatması ise bunun sadece son örneklerinden biri oldu.
Başkan Trump’ın bir kez daha seçilmesi durumunda sadece genel Amerikan dış politikası değil, Türkiye-ABD ikili ilişkileri ve bunların bölgesel yansımaları bakımından da birtakım ciddi belirsizlikler görülebilecek, halihazırda yaşanan sorunlar ise daha da ağırlaşabilecek. Geçmiş dört yılın tecrübesi bu değerlendirmemiz için esasen yeterince veri sağlıyor ve Trump ikinci kez seçilirse benzeri gerginlikler, sorunlu iniş çıkışlar yeni dönemde de muhtemelen eksik olmayacak. Bir gün cumhurbaşkanına sonsuz övgülerde bulunması, hemen ertesi gün yakın tarihimizin en hakaretamiz mektubunu göndermekten çekinmeyişi gibi çelişkili örneklerin Trump iktidarında yaşandığını bir kez daha hatırlayalım.
Biden’in da uzun siyasi kariyeri boyunca Türkiye bağlamında bazı olumsuz değerlendirmelerinin olduğunu biliyoruz. Ancak bu söylemlerinin Türkiye ile ilişkilerine somut düzlemde ne ölçüde yansıyacağı zamanla görülecek. Biden’in tarihi ilişkilere, müttefiklerle yakınlığa, bölgesel/küresel meselelerde ortak mücadeleye önem verdiğini söylediği dikkate alındığında ABD-Türkiye ilişkilerinin kendine has özel ve önemli tabiatını da dış politikasında dikkate alması beklenebilir.
ABD içinde ve küresel ölçekli demokrasi anlayışını kampanyasının ana unsurlarından biri olarak ortaya koyan Biden’in başkanlığındaki yeni bir ABD yönetimiyle Türkiye arasındaki ilişkilerde bu anlamda bazı ciddi sıkıntıların çıkması da keza bir ihtimal olarak duruyor. Bu anlamda, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan Türkiye karşıtı yeni girişimlerin gelmesi de beklenebilir. Bu bakımdan, 3 kasım sonrasında Kongre’nin yeni yapısının nasıl şekilleneceği Türkiye için de önemli olacak. Türkiye-ABD ilişkilerinin yeni döneminde; Suriye, İran, İsrail, S400’lerden hareketle genel Türkiye-Rusya ilişkileri, Doğu Akdeniz vb. gibi konular sorun doğurabilecek dosyaların sadece bazıları. 1915, Kıbrıs konuları da şüphesiz listeye en üst sıralarda dahil ve Rum lobisinin açıkça Biden’e destek verdiğini de görüyoruz
Öte yandan; her iki adayın dış politikalarında ortak noktaların başında şüphesiz İsrail ve güvenliği konusuna bakışları geliyor. Bu konu her ikisinin de temel öncelikleri arasında. Trump yönetiminin ilk döneminde bu konuya verdiği özel önem zaten malum. Biden ekibinde Filistin hakları konusuna hassas yaklaşan unsurlar varsa bile bunların etkisinin sınırları belli ve ABD-İsrail ilişkilerini stratejik ölçekte etkilemeleri pek mümkün değil. Dolayısıyla güçlenen ABD-İsrail ilişkilerinin ve bunların bölgeye yansımalarının kaçınılmaz olarak Türkiye bakımından da sonuçlarının olması beklenmeli.
Her halukarda, önümüzdeki dönemde, Trump veya Biden başkanlığındaki ABD ile ülkemiz ilişkilerinin, bölgesel hatta küresel ölçekte dinamik, iniş-çıkışlı ve kolay olmayan bir mahiyette olacağını söylemek mümkün.
V.Sonuç olarak ve özetle, ABD’nin dünyanın en güçlü aktörlerinden olması nedeniyle 3 kasım seçimleri uluslararası sistem için de önem taşıyor. Sadece ekonomik gücü 22 trilyon dolara yakın ve bu haliyle, örneğin Alman ekonomisinin 5, Kanada ekonomisinin de 15 katı kadar büyük. 4 trilyon dolarlık bir dış ticaret hacmi de bulunuyor. Keza dünyanın en büyük askeri gücü. ABD’nin yeni başkanı işte bu ülkenin başına geçecek ve dört yıl yönetecek. Dolayısıyla yeni Başkanın kim olacağı, nasıl bir ekonomi modeli, dış politika önceliklerini vb. izleyeceği sadece ABD vatandaşları değil, dünyanın diğer aktörleri için de önemli.
Güçlü diplomasisi, etkin lobisi, iyi yönetim geleneği ile buna dayalı pratiği ve uzun vadeli stratejik siyasi/iktisadi vizyonları olan ülkeler; hem bu küresel gücün ileride dünyanın farklı bölgelerinde ortaya koyabileceği emperyal tavırlardan olumsuz etkilenmemek, hem de ABD’deki yeni yönetimle karşılıklı yarar ve ulusal çıkarları esasında ilişki ve işbirliği geliştirebilmek için avantajlı olacaklar. Buna mukabil, bunlardan mahrum ülkelerin ise gerginliklere, çatışmalara şimdiden hazır olması gerekecek.
Erken oy verme işlemleri çerçevesinde bugün itibariyle neredeyse 70 milyonu civarında seçmenin (genelin yaklaşık % 40 kadarı) rekor ölçüsünde oyunu kullandığı göz önüne alındığında bir bakıma yeni Başkanın adının sandıklarda yavaş yavaş şekillenmeye başladığı söylenebilir. Ancak doğal olarak 3 kasım sonrası nihai sayımların sonucunun beklenmesi gerekiyor. Buna mukabil; adaylardan hangisini kazanacağı sorusuna cevap verebilmek bu kadar karmaşık bir siyasi görünüm içinde gerçekten çok güç. Tahmin edebilmek bile zor.
Bununla birlikte, bir takım unsurları yan yana getirdiğimde, en azından bugün itibariyle şahsen ibreyi nisbeten DP adayı J. Biden lehine görsem bile, yine her ikisinin de kazanma şansı olduğunu, Trump veya Biden’ dan birinin Başkanlığı kazanması yönünde çıkacak bir sonuçtan da kesinlikle şaşırmayacağımı düşünüyorum !
BU VESİLEYLE CUMHURİYET BAYRAMIMIZIN 97.YAŞINI KUTLUYORUM.