Ülkemizin her bir köşesi tarihtir, kültürdür, derinliktir. Her şehrimiz medeniyet beşiğidir. En ücra bölgesi bile küresel ölçekte değerlere, bütün insanlığa verebileceği bir mesaja sahiptir. Gidelim uzaklarda herhangi bir köyün çoğunlukla eski mezar olarak bilinen kabristanına, mutlaka bir köşesinde alim, eser sahibi bir büyüğümüzün sessizliğe gömülmüş, çoğu kez de bakımsız ve ilgi bekleyen kabrini görürüz. Sadece gören gözler, dinleyen kulaklar lazımdır, açık gönüllere ihtiyaç vardır bu zenginliğimizi anlayabilmek, hissedebilmek için. Ve bütün bunlar da aslında ülkemizin ve insanımızın en önemli varoluş kaynaklarından birini oluşturur.
Ancak, ne yazık ki, içinden geçmekte olduğumuz bu dönemlerde ülke genelinde hakim olan sorunların ağırlığı insanlarımızın yaşamında, gelişmelere bakışlarında esas belirleyici unsur oluyor. Tarihten beslenen ve bugünlere gelen ve bizleri geleceğe de taşıyabilecek olan değerlerimiz, medeni zenginliklerimiz küller altına gömülüyor, giderek birbirimizle yabancılaşıyoruz.
İnsanlarımızla, Anadolu’yla kucaklaşabilmek için düştüğümüz yollar bizleri bu kez Denizli’ye getiriyor. Bütün ülke gibi bu şehrimizin de ağır sorunları var. Güzel bir gelecek için herkes bir işaret bekliyor. Artık nefes alabilmek istiyor insanlar. Özgürlüğü ciğerlerine hiçbir endişe duymadan çekebilmek istiyor. Bu özlem adeta bütün diğer sorunların bile önüne geçiyor çoğu kez. Yaşamın her alanında mevcut ağır sorunlar diğer şehirlerimizle, ülkenin geneliyle ortak. Tarım, turizm, sanayi, eğitim, yurt dışına beyin göçü, ileriye yönelik endişeler vb. herkeste ve her sektörde hakim. Bu bakımdan bu güzel şehrimizin Türkiye’nin diğer bölgelerinden pek bir farklılığı yok. Ülke gündeminin ağırlığından yorgunluk, bıkkınlık, konuşamamak, bugünden ve gelecekten endişe duymak her yerde kendini gösteriyor.
Türkiye gündemini takip eden genişçe bir kesim de var. Kendileriyle Baro sorunları, İstanbul kanalı gibi meselelerden dış politika gelişmeleri gibi konulara kadar her gelişmeyi konuşuyoruz. Ülkedeki gelişmeleri yakinen izleyen kadınların güncel meselelerinin başında ise kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine dair İstanbul Sözleşmesi konusu geliyor. Görüşlerimizi kendileriyle detaylıca paylaşıyoruz, açıklığımız, net duruşumuz için müteşekkirler. Kadının şiddet görmesi inancımıza, geleneğimize, insanlık onuruna aykırı. Bu konulardaki hiçbir araştırmada, istatistikte ülkemizin isminin olumsuzlukla anılmaması için toplumsal bilincimizi, hukuk düzenlemelerimizi hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde, insan onuru merkezli bir yaklaşımla çözmeliyiz. Bize bu yakışır, kadınlarımız, ülkemiz buna layıktır.
Bu sorunlardan kısa bir süre için de olsa ayrılabildiğimizde, Denizli’nin tepelerinden aşağılardaki verimli ovalarını, civarda yükselen eşsiz dağlarını seyrediyoruz. Denizli, başta Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi olmak üzere çeşitli eserlerde de ismi geçen bir şehrimizdir. Halkın misafirperverliği, sıcak ev sahipliği ise İbn Batuta’nın seyahatnamesine de girmiştir.
Denizli denilince ilk akla gelenler arasında Müftü Hulusi Efendi geliyor. Denizli’ye gelir gelmez de ilk önce onun mezarına gidiyor, dua ediyoruz. Müftü Hulusi Efendi’nin öncülüğünü yaptığı ve halka ışık tuttuğu ruh yaşadıkça geleceğimiz için hiçbir endişeye yer yok. İzmir’in işgalinin hemen sonrasında hemen direnişi organize ediyor, bazılarının “O müftünün sarığını başına dolayacağız.” tehditleri onu bırakın caydırmak mücadelesini daha da şiddetlendiriyor. Ve halka tarihi fetvasını veriyor “Kutsal cihadı ilan ediyorum. Hiçbir silahı olmayanlar bile üçer taş alarak bu cihada katılacaktır.” Bu direniş ve diriliş ruhu her zaman milletimizin yolunu aydınlatacaktır. Keza Mehmet Gazi. Server Gazi’yle birlikte bölgenin uç beyi olarak görevlendirilen ve şehit düşen alperen Mehmet Bey’in mezarı ile Müftü Hulusi Efendi’nin yakın mezarları faklı zaman dilimlerinde yaşamış da olsalar dünya/ahiret kardeşliklerini, önderliklerinin her zaman canlı olduğunu da gösteriyor.
İşte bu kabristan ziyaretimiz vesilesiyle, bilhassa genç insanlarımıza her zamanki gibi samimi tavsiyelerimiz yine şu şekilde oluyor. Milletimizin yolu; Mehmet Gazi, Müftü Hulusi Efendi ve diğer benzeri önderlerin yoludur. Ve her bir ülkede de benzeri kahramanlarımız, tarihi önderlerimiz vardır, sadece isimleri farklıdır.
Denizli ve bölge tarihi öylesine muhteşem bir derinliğe sahip ki, içine daldıkça daha da çekiyor, büyüleyici bir muhtevaya dönüşüyor. Türk hakimiyetinin Malazgirt’ten sonra adeta tescillendiği ve tartışılmaz hale geldiği savaş Miryokefelon Savaşı’dır. Çivril ilçesinin Düzbel bölgesi. 17 eylül 1176. Bu savaş; İmparator Manuel ve Fransız müttefiklerinin yönetimindeki, uçsuz bucaksız Bizans ordusunun II. Kılıçaslan komutasındaki Selçuklularca Miryokefelon kalesi civarındaki dar dağ geçitlerinde perişan edilmelerinin hikayesidir. Tarihçilerimizden Dr.Refik Duran, Anadolu Türk tarihinde en önemli ve tarihin akışını değiştiren üç savaş arasında Miryokefelon’u da sayar. Diğer ikisi ise şüphesiz 1071 Malazgirt ve 1921 Sakarya savaşlarıdır.
Denizli bölgesinin tarihi/medeni/insani zenginlikleri bitmiyor. Yine bazı tarihçilerimiz Denizli’de büyük önemi haiz 2 haçlı seferi savaşı yaşandığını söylüyorlar. Birincisi yukarıda bahsettiğimiz Miryokefelon Savaşı. Diğeri ise ondan 28 yıl önce, 7/8 ocak 1148 tarihinde Alman ve Fransızlardan oluşan II.Haçlı Seferi döneminde Denizli’nin Cankurtaran/Kazıkbeli yöresinde meydana gelen savaş. Okçu birlikleri başta olmak üzere Türk ordusunun müthiş saldırıları neticesinde sadece haçlı ordusu dağılmaz, kralları da canını zor kurtarır.
Bugün başta yerli halk olmakla, ülkenin her yerinden misafirler bölgeye geliyor, muharebe alanlarında geziyor, bu toprakları insanlarımıza vatan yapan efsanevi ordunun askerlerini saygıyla anıyorlar. Yerel düzeyde de akademisyenlerin bu tarihi zenginliğe sahip çıkarak güzel çalışmalarla halkla paylaşmaları ve tarih bilincini güçlendirmeleri tebrike layık. Sadece ana yerleşim yerlerinin değil, köylerin, kentlerin tarihlerini de inceliyor, sempozyumlar yapıyor, tarih sevgisinin güçlenmesine büyük katkı sağlıyorlar.
Güncel ve bilhassa yabancı turizm anlamın da baktığımızda, Pamukkale’nin 1988 yılından buyana UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunması şehre küresel düzeyde özel bir önem kazandırıyor. Ancak bu siteyi ziyaret için vatandaşlarımızın asgari ücret üzerinden neredeyse bir günlük kazancını vermek zorunda olması bahsettiğimiz kültür medeniyet zenginliğimizin anlam ve değerinin yöneticilerce anlaşılıp anlaşılamadığı hususunda bende ciddi tereddütler doğuruyor. Bırakın kültür, tarih, medeniyet bölgelerimize insanlarımız serbestçe, ücretsiz, içeri girsem harcamalara gücüm yeter mi endişelerinden uzak gezebilsin, inceleyebilsinler. Ülke dışından, binlerce km uzaklardan buralara gelenler varken, bölgeyi sadece karşıdan görüp yıllarca içeri girememişlerin olması anlaşılmaz. Pamukkale’nin UNESCO listesine dahil olmasının 30.yıldönümü olan 2018 önemli ulusal/uluslararası tanıtım faaliyetleri için yararlı bir imkan verebilirdi. Ancak bu fırsatın layığınca değerlendirilip değerlendirilemediğini bilmiyoruz.
UNESCO denilince Yaratıcı Şehirler Ağı’nın kültürel zenginliklerin dünyada tanıtımı için önemli bir forum olduğunda vurgulanması gerekir. Şehirlerin bölgesel yerel aktörlerce medeni zenginliklerinin tanıtımını öne çıkaran, 7 farklı alanda faaliyet gösteren bu Ağ’a ülkemizden bugüne kadar tasarım, gastronomi, müzik, halk sanatları vb. alanlarında 6 şehrimiz dahil olmuş. Denizli’nin de keza gastronomi, zanaat ve halk sanatları vb. dallarında katılması mümkündür. Bu da şehre dünya ölçeğinde yararlı imkanlar sunar.
Bölgenin tarihten bugüne insan birikimi de öylesine zengin ki… Sadece birkaç örnek vermenin, ismi zikredilmeyenlere haksızlık olması endişemiz var. UNESCO Yaşanan İnsan Hazinesi’nde yerini almış merhum Hayri Dev’den, dünya çapında şampiyon güreşçilerine, halk müziğinin büyük ismi Özay Gönlüm’e, yine dünya çapında isim sahibi, büyük fizikçi Hüseyin Yılmaz’a kadar tam bir yıldızlar geçidi. Bir ülkeyi turizm gelirleri değil içinden, bu toprakların bağrından çıkmış isimlere saygı, küresel ölçekte saygın kılar. Anlayabilenlere…
Yine 2020 şehrin plakası olan “20” den hareketle Denizli Yılı ilan edilmiş. Ancak muhtemelen salgına denk gelmesi büyük bir şanssızlık olmuş ve anlaşılan yeterince değerlendirilememiş.
Ülkemizin medeniyet mirası, öncelikle turizm kaygılarından kurtulabildiği takdirde yepyeni bir boyuta taşınacaktır.
Bütün Türkiye, baştan sona tarihtir, insanlıktır, medeniyettir diyerek bakışımızı özetledik giriş cümlelerimizde. Ege ve Denizli sadece bir örnektir içlerinde. Her bölge, şehir, köy böyledir. Ve bütün milletimiz, köylerimiz, kentlerimiz, şehirlerimiz ve insanlarımızla birlikte ülkemizin hak ettiği güzel geleceğe yürürken bu köklü medeni değerlerimizin, zenginliklerimizin ışığı yolumuzu aydınlatıyor, bunu layığınca anlayabilecek yönetim vizyonunu bekliyor. Ülkemiz ve insanlarımızın kültür, sanat, medeniyet değerleri ve zenginliği; en az sanayi, ticaret, turizm vb. kadar önemli bir gelişmişlik düzeyi kabul edileceği güzel bir geleceğe layık.
Twitter: umityardim1961