( (
Ümit Yardım
Köşe Yazarı
Ümit Yardım
 

İstanbul Sözleşmesi Hakkında Bazı Notlar

İstanbul Sözleşmesi Türk iç hukukunda onay sürecinin tamamlanması ve Avrupa Konseyi bakımından da  sayıca yeterli onay ülkesi şartının yerine gelmesiyle birlikte 1 ağustos 2014’de yürürlüğe girdi. Ancak son derece ilginçtir ki bunun ardından, yaklaşık 6 yıl sonra Sözleşme tekrar ülkemiz gündemine  gelmeye başladı. Sözleşmenin ülkemizdeki onay sürecinde  görülen  heyecan ve destek hatırlandığında bu durumun  ardındaki siyasi nedenleri, gelişmeleri objektif şekilde takip edenlerin layıkınca  değerlendireceklerinden şüphemiz  yok.   Bu tür spekülatif yaklaşımların  son  örneğini geçtiğimiz hafta bir TV programında Prof.Dr.Davutoğlu’na konuyla ilgili olarak yöneltilen soruların mahiyetinden de  gördük. Gerekli cevaplar  kendilerine verildi. Umarız bunların ışığında bakış açılarını gözden geçirirler.   Burada  bilinmesi gereken bir başka husus,  kadınlara şiddet konusunun geçmişi, önemi  ve mahiyeti itibariyle siyasi spekülasyonlardan, önyargılardan  arındırılmasının ve bu anlayışla gerekli her türlü düzenlemenin büyük bir sorumluluk ve hassasiyet içinde yapılmasının  önem taşıdığıdır. Şiddet  mağduru kadınlar ülkemizde veya dünyanın neredesinde olurlarsa olsunlar saygıyı ve hassasiyeti   hakkediyorlar.  Hukukun, toplumun ve iktidar sahiplerinin görevi de bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek.   Bu genel görünüm içinde konuyla ilgili değerlendirmeleri  izlediğimizde,   çoğu yorumların somut bilgi veya  verilerden çok siyasi yaklaşımlarla şekillendiğini ve  bu anlayış  üzerine bina edilmiş önyargıların ve siyasi anlayışların, göze girme  düşüncesinin   Sözleşme’nin ele alınışında etkili olduğunu düşünüyoruz. Bu bakımdan konunun sağlıklı değerlendirilme zemininin bulunmayışı, eleştirilerin yıkıcılığı  ve objektiviteden uzaklığı  ciddi bir mesele ve engel teşkil ediyor.   Burada konuyla ilgili  bilgi zemininin güçlendirilmesine mütevazi de olsa bir katkı amacıyla bazı hususları hatırlatmakta  yarar görmekteyiz. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle  kadın hakları, aile içi şiddetin önlenmesi alanında atılan adımlar, 6284 sayılı kanun vb. gibi  iç hukuk düzenlemeleri ise ilgili uzman kalemlerce paylaşılacaktır.   I.Kadına şiddetle mücadele konusunda İstanbul Sözleşme öncesinde de çeşitli uluslararası kuruluşlar bünyesinde ciddi çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında örneğin, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (1979-CEDAW),  İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi (1987), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (1986) BMGK’nin Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirisi (1993) zikredilebilir. Uluslararası Ceza Divanı’nın kuruluş sözleşmesi  (Roma Statüsü/1998) ‘nde de kadına karşı şiddet ele alınır.   AK bünyesinde de kadına karşı şiddetin önlenmesi  konusunda 1990’lı yıllardan itibaren önemli çalışmalar yapılmış, 2002’de AK Bakanlar Komitesi’nde  de buna yönelik  bir karar alınmıştır. (Rec.2002/5) AK Başkanlar/Başbakanlar 2005 Varşova Zirvesi’nde aile için şiddetle ilgili kapsamlı çalışmalar yapılması kararlaştırılmış, AK Parlamenter Meclisi de bu çalışmalara  destek vermiştir. (1450/2000, 1582/2002, 1777/2007, 1327/2003 gibi)  Bu süreçte   Bakanlar Komitesi aralık 2008’de  bir uzmanlar grubu oluşturarak  bir Sözleşme taslağı hazırlaması görevini vermiştir. Aralık 2010’da  tamamlanan ve  AKBK’de 7 nisan 2011’de onaylanan Sözleşme 11 mayıs 2011’de de İstanbul AKBK Toplantısı sırasında imzaya açılmıştır. O dönemde Türkiye’nin AKBK Dönem Başkanlığını (2010-2011) sürdürmekte olduğunun da hatırlanması yararlıdır.   İstanbul’da imzalandığı için kısaca  İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 1 ağustos 2014’de de yürürlüğe girmiş ve   alanında ilk uluslararası belge  olmuştur. Türkiye de   Sözleşmeyi AK’nin  bir kurucu üyesi olarak imzalamıştır. AK’nin 47 üyesi olduğunu, dünyanın 800 milyonu aşkın bir nüfusunu barındırdığını bilmek gerekir. Ayrıca, Sözleşme sadece AK üyelerine değil diğer ülkelerin katılımlarına da  açıktır. Bu bakımdan uluslararası düzeyde  önemli bir  yeri bulunmaktadır. Sözleşme uzun yıllar süren çalışmaların ürünüdür. Kadın hakları alanında önemli bir isim  Prof.Dr.Feride  Acar da bu   ülke içinde ve uluslararası kuruluşlarda  sürece  katkılar yapmıştır.   İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanması ve katkılar yapılması sürecinde ülkemiz ilgili kurum/kuruluşların görüşlerinin alınmış olduğunu varsaymaktayız. Devlet geleneği ve bürokrasi usulü bunu gerektirir. Nitekim imzasını müteakiben  hızlıca onay süreci başlatılmış, tespit edebildiğimiz kadarıyla  sırasıyla;   -Kadın Erkek Fırsat Eşitliği  Komisyonu (22 kasım 2011),   -Dışişleri Komisyonu (23 kasım 2011. Dönemin Aile ve Soyal Politikalar Bakanı F.Şahin de katılmış, destek vermiştir)  ve   -TBMM Genel Kurul (24 kasım 2011) ‘da da kabul edilmiştir.   Son derece ilginçtir ki, bu görüşmelerde söz alan bütün parti  temsilcileri  lehde konuşmuşlar, Sözleşme’nin kadına karşı şiddetin  ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik önemli bir adım olduğunu belirterek, imzası  ve onayı kadar  uygulamasının da önem taşıyacağını  belirtmişler,   tam bir dayanışma içinde  Sözleşme‘yle mutabık kalmışlardır. Bu görüşmelerde  aleyhte herhangi bir beyan olmamış, ayrıca çekince konusu da teknik bir soru dışında  gündeme bile gelmemiştir.  TBMM Genel Kurul’daki oylamada da  Sözleşme, 246 olumlu, sadece 1 de çekimser oy almıştır.  Olumsuz oy ise çıkmamıştır. Bilhassa Hükümet kanadı büyük bir şevk ve heyecanla başından sonuna kadar destek vermiş, katkı ve yönlendirme sağlamış, her vesileyle de   imza ve onayının büyük adım olduğuna işaret etmiştir.   İç hukuk süreciyle ilgili diğer adımlar şöyle olmuştur;   *Sözleşme’nin onayının uygun bulunması (24 kasım 2011, 6251 sayılı kanun)   *25/27 kasım 2011  Cumhurbaşkanlığı onayı   * Resmi Gazete’de yayım (29 kasım 2011 No; 28127)   *Bakanlar Kurulu kararı (10 şubat 2012, 2816)   *Resmi Gazete’de yayım (8 mart 2012, No; 28227) (Kadınlar Günü‘ne denk  getirildiği görülmektedir)   *Avrupa Konseyi’ne bildirim. Ülkemizdeki iç hukuk süreci bu şekilde tamamlanmışsa da, AK’nin  onay tarihi olarak bildirimin Sekretarya’ya ulaştığı 14 mart 2012 tarihini esas almış görülmektedir.   *Sözleşme’nin uluslararası düzeyde yürürlüğe girişi; 1 ağustos 2014 (8’i AK üyesi olmakla 10 imzacının onay  şartını tamamlaması üzerine)   II. Bugün itibariyle Sözleşme’nin Avrupa Birliği dahil 46 imzacısı vardır.  Bunlardan 34 ülke  onay süreçlerini de tamamlamıştır. AK üyeleri Azerbaycan ve Rusya ise imzalamamıştır.   -Sözleşme’yi imzalayan ancak henüz onaylamayan 12 ülke ise; Ermenistan, Macaristan, İngiltere, Bulgaristan, Moldova, Çekya, Letonya, Litvanya, Lihtenştayn, Macaristan, Slovakya, Ukrayna’dır.   -Bu vesileyle belirtilmesinde yarar gördüğümüz bir önemli husus da  Sözleşme’ye md.78 (2.ve 3. fıkra; Tazminat, yargı yetkisi, oturma izni, zaman aşımı vb.) ile  belirtilen  dışında çekince konulamadığıdır. Esasen ülkeler hazırlıkları uzun yıllar süren  Sözleşme’ye en başından itibaren öneri ve görüşlerini vermişlerdir. İlgili maddede çekincenin imza/onay aşamasında konulabileceği açıkça belirtildiğine göre, sonradan  buna imkan olmamaktadır.   -22 ülke ise  imzalarken bazı çekinceler  koymuştur. Bunlar;  Almanya, Andorra, Danimarka, Ermenistan, Hırvatistan, GKRY, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, İrlanda,İsveç, İsviçre, Letonya, K.Makedonya, Malta, Monako, Polonya,Romanya, Sırbistan, Slovenya ve Yunanistan’dır.   -AK’nin önemli üyeleri ve katolik İtalya ve İspanya ise herhangi bir   çekince koymaksızın Sözleşmeyi imzalamış ve onaylamıştır.   -Sözleşme  ülkelerdeki  gelişmeleri izlemekle görevli güçlü bir mekanizma oluşturmuştur. Bu mekanizmanın 2 unsuru bulunur.   a.GREVIO; Taraf Ülkeler Uzmanlar Grubu (10/15 üyelidir) (Türk Üyesi  Aşkın Asan‘dır)   b.Taraf Ülkeler Komitesi (Taraf ülkelerin temsilcilerinden müteşekkildir)   -Sözleşmenin uygulama izleme sürecine bütün ülkeler gibi Türkiye de katılmaktadır. Bu çerçevede Türkiye; 3 temmuz 2017’de raporunu sunmuş, GREVIO raporu değerlendirmiş, Türkiye ilave görüşlerini  17 eylül 2018’de vermiştir.Taraf Ülkeler  Komitesi de Ocak 2019’da tavsiye görüşlerini açıklamıştır. Bu uygulama bütün Taraf ülkeler için geçerlidir.   III.Diğer Bazı  Hususlar / Venedik Komisyonu’nun Görüşleri   Sözleşme’nin içeriğini oluşturan kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla  mücadele  evrensel bir meseledir. Bu itibarla konuya herhangi bir ülkenin değil bütün dünyanın bir sorunu, meselesi olarak bakılmalıdır. Bu sorun batılı ülkelerde de   yaygındır. 2014’de AB Temel Haklar Ajansı tarafından yapılan bir araştırma adeta  şok edici verilere ulaşmıştır. Her 3 kadından biri fiziki/cinsel şiddete, yarısının ise diğer başka çeşitli şekillerde tacize maruz kaldıkları ortaya çıkmıştır. Aile içi şiddet nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı da  endişe vericidir. Partneri tarafından öldürülen kadın sayılarında Avrupa’da Almanya ve Fransa  önde gelmektedir. Sözleşmeye taraf olmayan ülkelerde de, örneğin Rusya, oranlar yüksektir.Keza BM/Dünya Sağlık Örgütü’nün çeşitli araştırmaları da kadına  karşı şiddetin gelişmiş/gelişmekte olan ülkeler farketmeksizin önemli bir küresel mesele olduğunu ortaya koymaktadır.   Bu durum İstanbul Sözleşmesi’nin 2011 yılındaki açıklayıcı raporunda da önemle yeralmakta ve “…aile içi ve kadınlara karşı şiddetin insan hakları alanında Avrupa’nın yüzyüze bulunduğu  en ağır ihlallerden olduğu ve halen de üzerinin örtüldüğü…“  vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme herhangi bir ülkeyi hedef almamakta,  kadına karşı şiddetin önlenmesini evrensel ölçekte   görmektedir.   Sözleşmeyi imzalamayan/onaylamayan  birtakım  ülkelerin iç durumları nedeniyle bundan  endişe ettikleri, bazılarının ise anayasal değişiklik veya  yeni düzenlemeler  yapmaları  gerektiği anlaşılıyor. Öte yandan,   Sözleşme’yi imzalamayan ülkelerden örneğin,  Azerbaycan’ın önümüzdeki dönemde imzayı düşündüğünü  bazı yetkililerinin  açıklamalarından görmekteyiz.   Buna mukabil, imzacı ancak henüz onaylamayan devletlerden Ermenistan; Sözleşmenin anayasasıyla çelişkili olup olmadığına ilişkin AK’nin  hukuk danışma organı Venedik Komisyonu’ndan  görüş sormuştur. Komisyon’un    ekim 2019’de açıkladığı görüşünde bazı dikkat çekici yorumlar bulunmaktadır. Şöyle ki;   “İstanbul Sözleşmesi alanında ilk kapsayıcı Avrupa Sözleşmesidir. Kurumsal düzenlemeler, eğitim, koruma, veri toplama,  izleme mekanizmaları getirmiştir.   *Sözleşme  herhangi bir devlete  bazı maddelerde geçen  kategorilerdeki kişileri tanıma veya özel bir statü tanıma  yükümlülüğü getirmemektedir.   Sadece ayrımcılığa tabi tutulmamaları  gereken gruplar olarak saymaktadır. Medeni durum, etnik kimlik, renk, dil, inanç vb. gibi. Şiddete karşı herkes korunacaktır.   *Sözleşme tanım olarak farklı hukuki sistemlere uygulanabilecek tarzda öngörülmüştür.Örneğin aynı cins evliliği tanıyanlara veya tanımayanlara.Dolayısıyla Sözleşme‘nin  bu hukuki tanımları kabul etmeyen devletlerden bunları   iç hukuklarına yansıtma  gibi bir talebi yoktur.   *Bazı   devletler  Sözleşmenin onayının aynı cins evliliğin meşrulaştırılacağını düşünüyorlar.  Örneğin Slovakya’nın onaylamama nedenleri arasında bu da rol oynamıştır. Ancak Sözleşme’de böyle  bir husus bulunmamaktadır.   *Sözleşme  cinsel  eğilim ifadesini  sadece ayrımcılık yapılmaması gerekli gruplar bağlamında kullanmıştır. Devletlerin iç hukukunda bunun olması veya olmaması Sözleşme’yi ilgilendirmemekte, bir beklentisi de bulunmamaktadır.   *Nihayet; onaylama kararı şüphesiz  Ermenistan devletine  ait bulunmakla birlikte, Venedik Komisyonu  Sözleşme‘nin Ermeni Anayasasıyla çeliştiğini düşünmemektedir. Bilakis Sözleşme kadına karşı  ve aile içi şiddetin önlenmesi hususunda Anayasa’sıyla ve   bu ülkenin imzalamış olduğu  diğer anlaşmalarla da uyumludur.“   AK bu konudaki basın açıklamasında da “…Sözleşme’nin Taraf devletlerden cinsiyet temelinde farklı kategorideki şahısları tanıma veya onlara özel bir statü verme yükümlülüğü getirmediğini..“ vurgulamıştır. Burada bahsedilen şiddetten herkesin korunmasıdır.   Komisyon‘un bu değerlendirmelerinin Sözleşme bağlamında bir çok hususa ışık tuttuğu kanaatindeyiz.   Sözleşme kadınlara  ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik genel ilkeleri, izleme mekanizmalarını öngörmekte, bu anlayışla atılacak adımların Taraflarca yerine getirilmesini beklemektedir. Bu anlamda, ülkemiz bakımından 6284 sayılı Ailenin korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun önemli olmuştur. Bununla birlikte, yukarıda da belirtildiği  üzere, Sözleşme’nin iç hukukumuzdaki durumuna dair en sağlıklı değerlendirmeler  uzmanlarca yapılabilecektir.  Herhalukarda, ülkemizde ve bütün dünyada bu alanlarda yapılacak epeyce düzenleme ihtiyacı bulunmaktadır.   Sonuçta; İstanbul Sözleşmesi’ne imzaladığı tarihten önce ve sonra Türkiye son derece güçlü şekilde sahip çıkmıştır.Bu sahiplenme bilhassa onay sürecinde yakinen görülmüş, bugüne kadar da  devam etmiştir. Nitekim; Aile Bakanlığı’nın  GREVIO’ya sunduğu 2017 ülke raporunda  bu tutum tekrarlamış “Türkiye’nin Sözleşme’nin en büyük destekçisi olduğu, 3 yıl kadar süren hazırlık ve taslak çalışmalarına ilk günden itiaren  faal şekilde katıldığı, bu katkıların Sözleşme’nin AK bünyesinde uygulanmasına da destek verdiği” vurgulanmıştır.   Nihayet;  Devletlere Sözleşme’de  2 hak tanınmıştır.   a.Fesih (Md.80) Bu yöntem düşünülmemesi gereken, ciddi devletlerin çok özel nedenleri olmadıkça üzerinde durmayacakları, prestij  sarsıcı adımdır.   b.Değişiklik önerme (Md.72) Buna mukabil zaman içinde taraf devletler bakımından bir takım yeni ihtiyaçlar doğabilir. Bunların ilgili madde çerçevesinde Ak Genel Sekreteri’ne iletilmesi durumunda süreç başlatılabilir. Sekretarya bu önerileri, diğer devletlere göndererek görüşlerini alır, ardından AK Bakanlar Komitesi’nin Kuruluş Belgesi‘nde öngörülen  çoğunluk ilkesi uyarınca onay verilirse de  geçerlilik kazanır.   İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin değerlendirmeler  siyasi yaklaşımlardan  uzak, objektif, kadın hak ve hukukuna saygı temelinde yapılmalı, kadına yönelik şiddetin ve aile içi  şiddetin önlenmesi ve bunlara karşı mücadele en önemli önceliklerimizden olmalı, Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerimiz toplumsal değer ve hassasiyetlerimiz ışığında  ivedilikle yerine getirilmeli, bu alandaki sorunların müsebbibi olarak Sözleşme  gösterilmemeli, bütün ilgili uzman, kurum, kuruluş, STK ve kamuoyumuzun basın gibi  etkili unsurlarının da katılımlarıyla  toplantılar, çalıştaylarla sağduyulu şekilde meseleler  ele alınmalıdır. Türk toplumunun kadın ve aileye büyük değer veren ve sağlıklı bir toplum yapısının çekirdeği kabul eden anlayışı bunu gerekli kılmaktadır. Twitter (@umityardim1961)
Ekleme Tarihi: 30 Mayıs 2020 - Cumartesi
Ümit Yardım

İstanbul Sözleşmesi Hakkında Bazı Notlar

İstanbul Sözleşmesi Türk iç hukukunda onay sürecinin tamamlanması ve Avrupa Konseyi bakımından da  sayıca yeterli onay ülkesi şartının yerine gelmesiyle birlikte 1 ağustos 2014’de yürürlüğe girdi. Ancak son derece ilginçtir ki bunun ardından, yaklaşık 6 yıl sonra Sözleşme tekrar ülkemiz gündemine  gelmeye başladı. Sözleşmenin ülkemizdeki onay sürecinde  görülen  heyecan ve destek hatırlandığında bu durumun  ardındaki siyasi nedenleri, gelişmeleri objektif şekilde takip edenlerin layıkınca  değerlendireceklerinden şüphemiz  yok.   Bu tür spekülatif yaklaşımların  son  örneğini geçtiğimiz hafta bir TV programında Prof.Dr.Davutoğlu’na konuyla ilgili olarak yöneltilen soruların mahiyetinden de  gördük. Gerekli cevaplar  kendilerine verildi. Umarız bunların ışığında bakış açılarını gözden geçirirler.

 

Burada  bilinmesi gereken bir başka husus,  kadınlara şiddet konusunun geçmişi, önemi  ve mahiyeti itibariyle siyasi spekülasyonlardan, önyargılardan  arındırılmasının ve bu anlayışla gerekli her türlü düzenlemenin büyük bir sorumluluk ve hassasiyet içinde yapılmasının  önem taşıdığıdır. Şiddet  mağduru kadınlar ülkemizde veya dünyanın neredesinde olurlarsa olsunlar saygıyı ve hassasiyeti   hakkediyorlar.  Hukukun, toplumun ve iktidar sahiplerinin görevi de bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek.

 

Bu genel görünüm içinde konuyla ilgili değerlendirmeleri  izlediğimizde,   çoğu yorumların somut bilgi veya  verilerden çok siyasi yaklaşımlarla şekillendiğini ve  bu anlayış  üzerine bina edilmiş önyargıların ve siyasi anlayışların, göze girme  düşüncesinin   Sözleşme’nin ele alınışında etkili olduğunu düşünüyoruz. Bu bakımdan konunun sağlıklı değerlendirilme zemininin bulunmayışı, eleştirilerin yıkıcılığı  ve objektiviteden uzaklığı  ciddi bir mesele ve engel teşkil ediyor.

 

Burada konuyla ilgili  bilgi zemininin güçlendirilmesine mütevazi de olsa bir katkı amacıyla bazı hususları hatırlatmakta  yarar görmekteyiz. İstanbul Sözleşmesi’nden hareketle  kadın hakları, aile içi şiddetin önlenmesi alanında atılan adımlar, 6284 sayılı kanun vb. gibi  iç hukuk düzenlemeleri ise ilgili uzman kalemlerce paylaşılacaktır.

 

I.Kadına şiddetle mücadele konusunda İstanbul Sözleşme öncesinde de çeşitli uluslararası kuruluşlar bünyesinde ciddi çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında örneğin, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (1979-CEDAW),  İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi (1987), Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (1986) BMGK’nin Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirisi (1993) zikredilebilir. Uluslararası Ceza Divanı’nın kuruluş sözleşmesi  (Roma Statüsü/1998) ‘nde de kadına karşı şiddet ele alınır.

 

AK bünyesinde de kadına karşı şiddetin önlenmesi  konusunda 1990’lı yıllardan itibaren önemli çalışmalar yapılmış, 2002’de AK Bakanlar Komitesi’nde  de buna yönelik  bir karar alınmıştır. (Rec.2002/5) AK Başkanlar/Başbakanlar 2005 Varşova Zirvesi’nde aile için şiddetle ilgili kapsamlı çalışmalar yapılması kararlaştırılmış, AK Parlamenter Meclisi de bu çalışmalara  destek vermiştir. (1450/2000, 1582/2002, 1777/2007, 1327/2003 gibi)  Bu süreçte   Bakanlar Komitesi aralık 2008’de  bir uzmanlar grubu oluşturarak  bir Sözleşme taslağı hazırlaması görevini vermiştir. Aralık 2010’da  tamamlanan ve  AKBK’de 7 nisan 2011’de onaylanan Sözleşme 11 mayıs 2011’de de İstanbul AKBK Toplantısı sırasında imzaya açılmıştır. O dönemde Türkiye’nin AKBK Dönem Başkanlığını (2010-2011) sürdürmekte olduğunun da hatırlanması yararlıdır.

 

İstanbul’da imzalandığı için kısaca  İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 1 ağustos 2014’de de yürürlüğe girmiş ve   alanında ilk uluslararası belge  olmuştur. Türkiye de   Sözleşmeyi AK’nin  bir kurucu üyesi olarak imzalamıştır. AK’nin 47 üyesi olduğunu, dünyanın 800 milyonu aşkın bir nüfusunu barındırdığını bilmek gerekir. Ayrıca, Sözleşme sadece AK üyelerine değil diğer ülkelerin katılımlarına da  açıktır. Bu bakımdan uluslararası düzeyde  önemli bir  yeri bulunmaktadır. Sözleşme uzun yıllar süren çalışmaların ürünüdür. Kadın hakları alanında önemli bir isim  Prof.Dr.Feride  Acar da bu   ülke içinde ve uluslararası kuruluşlarda  sürece  katkılar yapmıştır.

 

İstanbul Sözleşmesi’nin hazırlanması ve katkılar yapılması sürecinde ülkemiz ilgili kurum/kuruluşların görüşlerinin alınmış olduğunu varsaymaktayız. Devlet geleneği ve bürokrasi usulü bunu gerektirir. Nitekim imzasını müteakiben  hızlıca onay süreci başlatılmış, tespit edebildiğimiz kadarıyla  sırasıyla;

 

-Kadın Erkek Fırsat Eşitliği  Komisyonu (22 kasım 2011),

 

-Dışişleri Komisyonu (23 kasım 2011. Dönemin Aile ve Soyal Politikalar Bakanı F.Şahin de katılmış, destek vermiştir)  ve

 

-TBMM Genel Kurul (24 kasım 2011) ‘da da kabul edilmiştir.

 

Son derece ilginçtir ki, bu görüşmelerde söz alan bütün parti  temsilcileri  lehde konuşmuşlar, Sözleşme’nin kadına karşı şiddetin  ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik önemli bir adım olduğunu belirterek, imzası  ve onayı kadar  uygulamasının da önem taşıyacağını  belirtmişler,   tam bir dayanışma içinde  Sözleşme‘yle mutabık kalmışlardır. Bu görüşmelerde  aleyhte herhangi bir beyan olmamış, ayrıca çekince konusu da teknik bir soru dışında  gündeme bile gelmemiştir.  TBMM Genel Kurul’daki oylamada da  Sözleşme, 246 olumlu, sadece 1 de çekimser oy almıştır.  Olumsuz oy ise çıkmamıştır. Bilhassa Hükümet kanadı büyük bir şevk ve heyecanla başından sonuna kadar destek vermiş, katkı ve yönlendirme sağlamış, her vesileyle de   imza ve onayının büyük adım olduğuna işaret etmiştir.

 

İç hukuk süreciyle ilgili diğer adımlar şöyle olmuştur;

 

*Sözleşme’nin onayının uygun bulunması (24 kasım 2011, 6251 sayılı kanun)

 

*25/27 kasım 2011  Cumhurbaşkanlığı onayı

 

* Resmi Gazete’de yayım (29 kasım 2011 No; 28127)

 

*Bakanlar Kurulu kararı (10 şubat 2012, 2816)

 

*Resmi Gazete’de yayım (8 mart 2012, No; 28227) (Kadınlar Günü‘ne denk  getirildiği görülmektedir)

 

*Avrupa Konseyi’ne bildirim. Ülkemizdeki iç hukuk süreci bu şekilde tamamlanmışsa da, AK’nin  onay tarihi olarak bildirimin Sekretarya’ya ulaştığı 14 mart 2012 tarihini esas almış görülmektedir.

 

*Sözleşme’nin uluslararası düzeyde yürürlüğe girişi; 1 ağustos 2014 (8’i AK üyesi olmakla 10 imzacının onay  şartını tamamlaması üzerine)

 

II. Bugün itibariyle Sözleşme’nin Avrupa Birliği dahil 46 imzacısı vardır.  Bunlardan 34 ülke  onay süreçlerini de tamamlamıştır. AK üyeleri Azerbaycan ve Rusya ise imzalamamıştır.

 

-Sözleşme’yi imzalayan ancak henüz onaylamayan 12 ülke ise; Ermenistan, Macaristan, İngiltere, Bulgaristan, Moldova, Çekya, Letonya, Litvanya, Lihtenştayn, Macaristan, Slovakya, Ukrayna’dır.

 

-Bu vesileyle belirtilmesinde yarar gördüğümüz bir önemli husus da  Sözleşme’ye md.78 (2.ve 3. fıkra; Tazminat, yargı yetkisi, oturma izni, zaman aşımı vb.) ile  belirtilen  dışında çekince konulamadığıdır. Esasen ülkeler hazırlıkları uzun yıllar süren  Sözleşme’ye en başından itibaren öneri ve görüşlerini vermişlerdir. İlgili maddede çekincenin imza/onay aşamasında konulabileceği açıkça belirtildiğine göre, sonradan  buna imkan olmamaktadır.

 

-22 ülke ise  imzalarken bazı çekinceler  koymuştur. Bunlar;  Almanya, Andorra, Danimarka, Ermenistan, Hırvatistan, GKRY, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, İrlanda,İsveç, İsviçre, Letonya, K.Makedonya, Malta, Monako, Polonya,Romanya, Sırbistan, Slovenya ve Yunanistan’dır.

 

-AK’nin önemli üyeleri ve katolik İtalya ve İspanya ise herhangi bir   çekince koymaksızın Sözleşmeyi imzalamış ve onaylamıştır.

 

-Sözleşme  ülkelerdeki  gelişmeleri izlemekle görevli güçlü bir mekanizma oluşturmuştur. Bu mekanizmanın 2 unsuru bulunur.

 

a.GREVIO; Taraf Ülkeler Uzmanlar Grubu (10/15 üyelidir) (Türk Üyesi  Aşkın Asan‘dır)

 

b.Taraf Ülkeler Komitesi (Taraf ülkelerin temsilcilerinden müteşekkildir)

 

-Sözleşmenin uygulama izleme sürecine bütün ülkeler gibi Türkiye de katılmaktadır. Bu çerçevede Türkiye; 3 temmuz 2017’de raporunu sunmuş, GREVIO raporu değerlendirmiş, Türkiye ilave görüşlerini  17 eylül 2018’de vermiştir.Taraf Ülkeler  Komitesi de Ocak 2019’da tavsiye görüşlerini açıklamıştır. Bu uygulama bütün Taraf ülkeler için geçerlidir.

 

III.Diğer Bazı  Hususlar / Venedik Komisyonu’nun Görüşleri

 

Sözleşme’nin içeriğini oluşturan kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla  mücadele  evrensel bir meseledir. Bu itibarla konuya herhangi bir ülkenin değil bütün dünyanın bir sorunu, meselesi olarak bakılmalıdır. Bu sorun batılı ülkelerde de   yaygındır. 2014’de AB Temel Haklar Ajansı tarafından yapılan bir araştırma adeta  şok edici verilere ulaşmıştır. Her 3 kadından biri fiziki/cinsel şiddete, yarısının ise diğer başka çeşitli şekillerde tacize maruz kaldıkları ortaya çıkmıştır. Aile içi şiddet nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı da  endişe vericidir. Partneri tarafından öldürülen kadın sayılarında Avrupa’da Almanya ve Fransa  önde gelmektedir. Sözleşmeye taraf olmayan ülkelerde de, örneğin Rusya, oranlar yüksektir.Keza BM/Dünya Sağlık Örgütü’nün çeşitli araştırmaları da kadına  karşı şiddetin gelişmiş/gelişmekte olan ülkeler farketmeksizin önemli bir küresel mesele olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Bu durum İstanbul Sözleşmesi’nin 2011 yılındaki açıklayıcı raporunda da önemle yeralmakta ve “…aile içi ve kadınlara karşı şiddetin insan hakları alanında Avrupa’nın yüzyüze bulunduğu  en ağır ihlallerden olduğu ve halen de üzerinin örtüldüğü…“  vurgulanmaktadır. Dolayısıyla Sözleşme herhangi bir ülkeyi hedef almamakta,  kadına karşı şiddetin önlenmesini evrensel ölçekte   görmektedir.

 

Sözleşmeyi imzalamayan/onaylamayan  birtakım  ülkelerin iç durumları nedeniyle bundan  endişe ettikleri, bazılarının ise anayasal değişiklik veya  yeni düzenlemeler  yapmaları  gerektiği anlaşılıyor. Öte yandan,   Sözleşme’yi imzalamayan ülkelerden örneğin,  Azerbaycan’ın önümüzdeki dönemde imzayı düşündüğünü  bazı yetkililerinin  açıklamalarından görmekteyiz.

 

Buna mukabil, imzacı ancak henüz onaylamayan devletlerden Ermenistan; Sözleşmenin anayasasıyla çelişkili olup olmadığına ilişkin AK’nin  hukuk danışma organı Venedik Komisyonu’ndan  görüş sormuştur. Komisyon’un    ekim 2019’de açıkladığı görüşünde bazı dikkat çekici yorumlar bulunmaktadır. Şöyle ki;

 

“İstanbul Sözleşmesi alanında ilk kapsayıcı Avrupa Sözleşmesidir. Kurumsal düzenlemeler, eğitim, koruma, veri toplama,  izleme mekanizmaları getirmiştir.

 

*Sözleşme  herhangi bir devlete  bazı maddelerde geçen  kategorilerdeki kişileri tanıma veya özel bir statü tanıma  yükümlülüğü getirmemektedir.   Sadece ayrımcılığa tabi tutulmamaları  gereken gruplar olarak saymaktadır. Medeni durum, etnik kimlik, renk, dil, inanç vb. gibi. Şiddete karşı herkes korunacaktır.

 

*Sözleşme tanım olarak farklı hukuki sistemlere uygulanabilecek tarzda öngörülmüştür.Örneğin aynı cins evliliği tanıyanlara veya tanımayanlara.Dolayısıyla Sözleşme‘nin  bu hukuki tanımları kabul etmeyen devletlerden bunları   iç hukuklarına yansıtma  gibi bir talebi yoktur.

 

*Bazı   devletler  Sözleşmenin onayının aynı cins evliliğin meşrulaştırılacağını düşünüyorlar.  Örneğin Slovakya’nın onaylamama nedenleri arasında bu da rol oynamıştır. Ancak Sözleşme’de böyle  bir husus bulunmamaktadır.

 

*Sözleşme  cinsel  eğilim ifadesini  sadece ayrımcılık yapılmaması gerekli gruplar bağlamında kullanmıştır. Devletlerin iç hukukunda bunun olması veya olmaması Sözleşme’yi ilgilendirmemekte, bir beklentisi de bulunmamaktadır.

 

*Nihayet; onaylama kararı şüphesiz  Ermenistan devletine  ait bulunmakla birlikte, Venedik Komisyonu  Sözleşme‘nin Ermeni Anayasasıyla çeliştiğini düşünmemektedir. Bilakis Sözleşme kadına karşı  ve aile içi şiddetin önlenmesi hususunda Anayasa’sıyla ve   bu ülkenin imzalamış olduğu  diğer anlaşmalarla da uyumludur.“

 

AK bu konudaki basın açıklamasında da “…Sözleşme’nin Taraf devletlerden cinsiyet temelinde farklı kategorideki şahısları tanıma veya onlara özel bir statü verme yükümlülüğü getirmediğini..“ vurgulamıştır. Burada bahsedilen şiddetten herkesin korunmasıdır.

 

Komisyon‘un bu değerlendirmelerinin Sözleşme bağlamında bir çok hususa ışık tuttuğu kanaatindeyiz.

 

Sözleşme kadınlara  ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik genel ilkeleri, izleme mekanizmalarını öngörmekte, bu anlayışla atılacak adımların Taraflarca yerine getirilmesini beklemektedir. Bu anlamda, ülkemiz bakımından 6284 sayılı Ailenin korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun önemli olmuştur. Bununla birlikte, yukarıda da belirtildiği  üzere, Sözleşme’nin iç hukukumuzdaki durumuna dair en sağlıklı değerlendirmeler  uzmanlarca yapılabilecektir.  Herhalukarda, ülkemizde ve bütün dünyada bu alanlarda yapılacak epeyce düzenleme ihtiyacı bulunmaktadır.

 

Sonuçta; İstanbul Sözleşmesi’ne imzaladığı tarihten önce ve sonra Türkiye son derece güçlü şekilde sahip çıkmıştır.Bu sahiplenme bilhassa onay sürecinde yakinen görülmüş, bugüne kadar da  devam etmiştir. Nitekim; Aile Bakanlığı’nın  GREVIO’ya sunduğu 2017 ülke raporunda  bu tutum tekrarlamış “Türkiye’nin Sözleşme’nin en büyük destekçisi olduğu, 3 yıl kadar süren hazırlık ve taslak çalışmalarına ilk günden itiaren  faal şekilde katıldığı, bu katkıların Sözleşme’nin AK bünyesinde uygulanmasına da destek verdiği” vurgulanmıştır.

 

Nihayet;  Devletlere Sözleşme’de  2 hak tanınmıştır.

 

a.Fesih (Md.80) Bu yöntem düşünülmemesi gereken, ciddi devletlerin çok özel nedenleri olmadıkça üzerinde durmayacakları, prestij  sarsıcı adımdır.

 

b.Değişiklik önerme (Md.72) Buna mukabil zaman içinde taraf devletler bakımından bir takım yeni ihtiyaçlar doğabilir. Bunların ilgili madde çerçevesinde Ak Genel Sekreteri’ne iletilmesi durumunda süreç başlatılabilir. Sekretarya bu önerileri, diğer devletlere göndererek görüşlerini alır, ardından AK Bakanlar Komitesi’nin Kuruluş Belgesi‘nde öngörülen  çoğunluk ilkesi uyarınca onay verilirse de  geçerlilik kazanır.

 

İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin değerlendirmeler  siyasi yaklaşımlardan  uzak, objektif, kadın hak ve hukukuna saygı temelinde yapılmalı, kadına yönelik şiddetin ve aile içi  şiddetin önlenmesi ve bunlara karşı mücadele en önemli önceliklerimizden olmalı, Sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerimiz toplumsal değer ve hassasiyetlerimiz ışığında  ivedilikle yerine getirilmeli, bu alandaki sorunların müsebbibi olarak Sözleşme  gösterilmemeli, bütün ilgili uzman, kurum, kuruluş, STK ve kamuoyumuzun basın gibi  etkili unsurlarının da katılımlarıyla  toplantılar, çalıştaylarla sağduyulu şekilde meseleler  ele alınmalıdır. Türk toplumunun kadın ve aileye büyük değer veren ve sağlıklı bir toplum yapısının çekirdeği kabul eden anlayışı bunu gerekli kılmaktadır.

Twitter (@umityardim1961)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (