Merhume Fidan Yazıcıoğlu’nun, hayatta iken oğlu Muhsin hakkında söylediği “Çocuklarım arasında en az onu gördüm. Devlet, millet çağırıyor der giderdi. Oysa o bir defa devleti bekledi, gelmedi” sözleri, hâlâ kulaklarımda çınlıyor!
Fidan ana diyor ki;
“- O bir defa devleti bekledi, ama gelmedi.”
***
Bir gazeteci olarak Muhsin Yazıcıoğlu’nun mahşeri kalabalığı andıran cenazesinin yakınında oldum. Bütün devlet ricali oradaydı. Paşalardan tutun siyasi parti genel başkanlarına ve devletin en üst düzey bürokratlarına varıncaya kadar.
Fidan ana bir sandalyede oturmuş, oğlu için gözyaşı döküyordu.
Fidan ana; devlet ricali geldi! Yalnız oğlunun dirisini aramak ve bulmak için değil, cenazesinde timsah gözyaşları dökmek ve ne kadar üzüntülü olduklarını bildirmek için.
***
Yeni Düşünce gazetesi muhabiri, Muhsin Başkan’a soruyor:
“- Mamak’tan ilk çıkışınızda neler htiniz?”
Muhsin Başkan:
“- Çıkışımda demir kapıların arkasının daha geniş olduğunu htim, gördüm.”
***
Karaman’da “Hiçbirimizin garantisi yok. Yâni ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi bir solukluktur, gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyesine bile hâkim değilsiniz. 1 saniyesine bile hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur” diyerek ölümden bahseden Muhsin Başkan, 2009'da Kahramanmaraş'ta karlı dağlar üzerinde uçarken kırıma uğratılarak düşürülen o kırmızı renkli helikoptere binerken, acaba neler hti?
Şehit meslektaşımız İsmail Güneş, Muhsin Başkan’a, dâva arkadaşlarıyla birlikte uçarken neler htiğine dair sualler acaba hiç sordu mu? Bilmiyor, bilemiyoruz. Yalnız, karlı dağların arkasının alabildiğince çok geniş olduğunu biliyoruz. Bu dağları cesur ve yürekli bir ülkü devine dar eden küresel güçler ile onların yerli işbirlikçilerinin kimler olduğunu bilmek, yargılanarak hak ettikleri cezaya çarptırılmalarını görmek onu sevenlerin hakkı olsa gerek.
Muhsin Başkan’ın helikopterinin kırıma uğratılması ve küresel suikastın üzerinden 12 yıl geçmesine rağmen şimdiye kadar bir arpa boyu yol alınabildi mi?
Cevap bekleyen o kadar çok soru var ki...
Muhsin Yazıcıoğlu’nun çantası nerede?
O çantayı kim/kimler çaldı?
Muhsin Yazıcıoğlu’nu kim ve kimler öldürdü?
***
Muhsin Başkan’ın, gazetecinin bir başka sorusuna verdiği cevap ise oldukça düşündürücü:
“Bir insan eğer bulunduğu yeri bahar yapmak isterse, onun için her yer bahar gibi olabilir. Bulunduğumuz yer her yanı dört duvarla çevrili bir yerdi. İnançlarımızdan ötürü yaşadığımız bu her yeri bahar yapmak elimizdedir.”
“Etrafı demir parmaklıklarla çevrili, tıpkı hayvanat bahçesindeki kafeslere” benzeyen o Kafes’e ve iki buçuk metre karelik hücreye konulmadan önce Muhsin Başkan, Ülkü Ocakları başkanı sıfatıyla bütün dünya kamuoyuna “Eller silah değil, kalem tutmalı” diyordu.
Mamak cehenneminden çıktıktan sonra kamuoyuna verdiği demecinde ise; “Bir elinde Kur’an, diğer elinde bilgisayar olan bir gençlik hayal ediyorum” diyecekti.
***
Muhsin Başkan Alperen Ocakları’nı neden ve niçin kurmuştu?
Türkiye’nin 12 Eylül öncesinde şiddete sürüklenmesinde yabancı hesapların rolünün büyük olduğunu gören Muhsin Yazıcıoğlu, Kur’an-ı Kerim’le İslâm’ı ve bilgisayar ile modernleşme ve teknik gelişmeyi gençliğe aşılamak için Alperen Ocakları Vakfını kurmuş ve büyükşehir ile illerde şubelerini açmıştı. Biliyoruz ki Japon modernleşmesinin temelinde Japon tarihi kodları ile kendi kültür değerlerinin geliştirilmesi vardır. Taha Akyol, bir röportajında, Japonya’da gelişen Samurai kültüründen bahsederek “Samurai Kültürüne karşılık olarak tarihin aynı döneminde tarım toplumu devresinde, bizde Alp kültürü vardır. Batıda Şövalye Kültürü vardır. Tanzimat’la birlikte Alp Kültürü hiç aklımıza gelmemiştir.” diyor. (Töre, 1982, sayı 139).
Türkler, İslâmiyeti Han/Hakan ve Kaanlar vasıtasıyla benimsedikten sonra cengâverliği (Alpliği), fütûhât (erenlik) ile birleştirerek Kolonizatör Türk Dervişleri; gerek Anadolu’da ve gerekse Balkanlar’da açtıkları dergâhlar yoluyla bulundukları yerlerde Türkleştirme ve İslâmlaştırma kültür hareketlerine başlamışlardı. Bu dergâhlar aynı zamanda üretim merkezleriydi. Muhsin Yazıcıoğlu’nun açtığı Bizim Dergâh ve Alperen Ocakları da bir nevi Türkleştirme ve İslamlaştırma merkezleri görevini üstlenip ilim, irfan ve kültür merkezleri olma yolunda gelişmeye müsait ve başardıkları ölçüde güzel ortam yerleriydi. İktidara geldiklerinde de bu sistemi ve kültürü uygulamaya koyacaktı. Sayın Akyol, haklı olarak “Osmanlı’da olduğu gibi tarihimizde yapabildiğimiz, bu verimli kültür sentezini batılılaşma devrinde yapamamışız.” diye boşuna söylemiyor.
***
Muhsin Yazıcıoğlu, gerçek bir Türk milliyetçisi, samimi bir ülkücüydü. Ölümü üzerinden on iki sene geçmesine rağmen şüpheler vardır ve hâlâ aydınlatılmamıştır. Bugün, kaybının üzerinde çok ciddi şaibeler, iddialar ve söylentiler vardır. Bu söylentileri, şaibe ve iddiaları açığa çıkarmakla mükellef ise Ak Parti Hükûmetidir.
O bir dâvâ adamıydı, o bir ülkü deviydi, ömrü boyunca Türk milletinin birliği, dirliği ve istikbali için mücadele etti. Ortaya koyduğu tarz-ı siyasetiyle, şahsiyetiyle, kişiliğiyle toplumda örnek olmuş, rehber olmuş dâvâ adamı Muhsin Yazıcıoğlu’nu, şehadetinin on ikinci yıldönümünde rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun. Biz inanıyoruz ki şehitler ölmez, o aramızdadır, her an ruhaniyeti bizimle beraberdir.