“İmparatorluklardan Cumhuriyetlere Üç Ülke Üç Başkent ; İran, Rusya ve Avusturya “
I.Devlet adamları, siyasetçiler, şairler, cephelerde görev yapmış askerler, iş dünyasından isimler vb. gibi diplomatların da günlük ve anılarını kaleme aldıkları görülür. Bu çalışmalarında belirli bir zaman dilimine ait gözlem ve değerlendirmelerini genelde ciddi bir üslupla okuyuculara, araştırmacılara, diplomasiyle ilgili çevrelere aktarırlar. Öte yandan, diplomasi anılarını daha ziyade sohbet tarzında aktaran değerli kalemler de bulunur. Bu anıların, dünyanın dört bir tarafında bizzat yaşayanlarca paylaşılıyor olması da eserlere diğer yazım alanlarına nazaran daha farklı bir renk katar.
Yaşanmış diplomasi anılarından mülhem eserlerin genelde batılı ülkelerde yaygın olduğunu da görüyoruz. Bu durum batılı ülke diplomatlarının mesleklerinde daha faal veya birikimli olduklarından değil, en başta diplomasi anı yazma geleneğinin bu ülkelerde daha yaygın olmasıyla açıklanabilir. Keza eserlerini kaleme aldıkları İngilizce veya Fransızca dillerinin uluslararası düzeyde yaygınlığı da ulaşabildikleri okuyucu kitlesini epeyce genişletmektedir. Günlük ve anılarını kaleme alan Türk diplomatlarının sayısı her ne kadar son yıllarda epeyce artmışsa da, yine de batılılara göre halen azdır. Her halukarda Türk diplomatların meslek alanlarındaki tecrübelerini orta koydukları eserlerin dünyanın iyileri arasında olduğunu düşünürüm. Her şeyden önce zor iştir Türk diplomasi memuru olmak. Cephedeki savaşın masada yaşananıdır. Genelde dünyanın hemen her yerinde, zor şartlar altında ve diğer birçok ülkenin gündeminde bile yer almayan sorunlarla yıllarca uğraşmak, bu anılar için bolca değerli ve tarihi anlamı da haiz olan birikim verir. Her halukarda bunların belirli bir süzgeçten geçirilerek kaleme alındığı da doğrudur. Bunu ise doğal karşılamak gerekir. Öte yandan bu değerlendirmelerimin daha ziyade ilk günden itibaren mesleğin mutfağında yetişen, epeyce uzun yıllar sonunda da zirveye, büyükelçiliğe yükselen diplomatlar ve onlar tarafından kaleme alınan eserlerle ilgili olduğunu söylemeliyim. Zira diplomasi anılarının belki en ilginç dönemleri büyükelçilik öncesi yıllarla ilgilidir.
Anılar aynı zamanda tarihe bir not düşülebilmesi yönüyle de bir borçtur. Gelecek nesil diplomatlara mütevazi bir katkı olsun, mesleğe başladıklarından itibaren nasıl bir yaşamın kendilerini beklediği, hangi tür olaylar, sorunlarla karşılaşabilecekleri hakkında bir ölçüde de olsa önbilgileri olsun diye. Büyükelçilik aşamasına gelmeden önce bilhassa konsolosluk görevlerinde bulunmuş, böylece yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız ve çeşitli ülkelerdeki azınlıklarımızla ilgilenmiş, onlara yönelik mesai harcamış diplomatlarımızın anılarını da özel önemde, ayrıca epeyce renkli görürüm. Birer konsolosluk görevlisi olarak çalışırken Türkiye’den çok sayıda insanımızın yaşadığı farklı ülkelerde neler tecrübe etmişler, başlarına hangi sıkıntılar gelmiş veya hangi mutlulukları birlikte yaşamışlar, binlerce farklı derneğin, farklı kökenlerden insanlarımızın bulunduğu o yerlerde nasıl bir mesai izlemişlerdir. Bunların hepsinden izler bu anılarda bulunabilecektir.
II. Batılıların diplomasi anıları alanına ilgisi sadece bugünlerle sınırlı olmamıştır. Batılı gezginler, tüccarlar, esir düşen askerlerce geçmişte kaleme alınmış hatıralar da bugün için oldukça değerli bilgi kaynaklarını teşkil etmektedir. Johannes Schiltberger, Hans Krafft, Marco Polo, Ruy G. de Clavijo, Ogier G. De Busbeck, T. De Marigny, Edmondo de Amicis, F.Marion-Crawford, Pierre Loti gibi isimler aklımıza ilk gelen bazı isimlerdir. Bu liste şüphesiz çok daha genişletilebilir.
Örneğin; 16.asırda Almanya’nın Ulm kentinden yola çıkarak uzun yıllar Osmanlı ülkesinde ticaret yaparak yaşayan tacir Krafft’ın kaleme aldığı veya ondan yaklaşık iki asır önce Niğbolu Savaşı’nda Türklere esir düşen Münihli Schiltberger’in Anadolu’dan Orta Asya’nın içlerine kadar uzanan yaşamında otuz yıl boyunca gözlemlerini kaydettiği eserler asırlar öncesinde Türk-İslam ülkelerinin siyasi, iktisadi, kültürel, sosyal durumuyla ilgili ilginç ve değerli bilgiler içerir. Veya Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nda doğan, İstanbul’a sefirlik görevi için gönderilen Busbek’in, Türklerin 16. asır yönetim anlayışı hakkında “... Türk İmparatorluğu içinde her insanın doğduğu şartları değiştirme ve kaderini tayin hakkı vardır. Her yönetici itibar ve konumunu şahsi meziyetine borçludur. Tayinlerde şahsi ve ailevi konumlar değil, meziyetler, kabiliyetler, karakter ve mizaç önemsenir. Kimse meziyetin doğum veya miras yoluyla geçtiğini kabul etmez. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselemiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte bu nedenle Türkler hep başarılı oluyorlar ve hükmediyorlar. Bizde (Avrupa’da) ise meziyete yer yoktur. Her şey soyluluktan geçer” tarzında yorumlarına yer veren anıları da ilginçtir. İşte yüzyıllar öncesinden bugünlere gelen kayda değer gözlemlerden sadece birisi. İşte bu tür gözlemler bizlere bu sefaretnameler, anılar aracılığıyla ulaşmaktadır.
Demek ki, liyakat, adalet, şeffaflık her dönemde en önemli meziyetlerdendir. Bunlar devletleri, toplumları ayakta tutan, yükselten, yücelten en önemli değerler arasındadır. Aksi durumlarda ise çürüme ve son tahlilde yıkılış olacaktır.
III. Bizde seyahatname türü önemli eserler de kaleme alınmıştır. Geçmiş asırlarda, Evliya Çelebi, Piri Reis, Seyid Ali Reis, İbn Batuta, İbn Fazlan ve birçok diğerleri kendi alanlarında kimi coğrafyacı, kimi şair veya alim gözünden seyahatnameler yazmışlardır. Bu eserlerde şüphesiz önemli diplomatik gözlemler de yer almaktadır.
Sefaretnameler ise tıpkı seyahatnameler gibi görevli bulunulan ülkeye ilişkin olarak diplomatların epeyce detaylı değerlendirmelerini, gözlemlerini içerir. Yirmi sekiz Mehmed Çelebi, Mustafa Hattî Efendi, Ahmed Resmî Efendi ve diğerlerinin sefaretnameleri bilhassa 17-18 yüzyıl Avrupa ve Asya’sına dair önemli eserler arasındadır. Cihan devleti Osmanlı’nın Batı’ya ve Doğu’ya bakışını anlatırlar. Bu eserler sadece geçmişten esintiler getirmezler, geçmişle bugün arasında paha biçilmez değerde köprüler de teşkil ederler. Mehmed Çelebi’nin, örneğin, Paris görevi yıllarında, heyetimizin Ramazan ayında iftarlarını ve teravih namazlarının hemen her gün, kadın, erkek çok sayıda Fransız’ın meraklı gözleri önünde kılmak durumunda kalmaları gibi ilginç olayları da anlatan anılarında, Türklerin dinî, millî, kültürel inanç ve değerlerine karşı Avrupa’da hâkim olan bilgisizliğin o dönemdeki çarpıcı örneklerini çokça görmek mümkündür. Üstelik çoğu kez olumsuz önyargılarla güçlendirilmiş bu bilgisizliğin bugün de hâlen sürdüğü göz önüne alındığında bu tür anılar daha da önemli kaynaklar hâline gelmektedir. Batı bilhassa teknolojide dünya tarihinin en büyük sıçramalarını yapmışsa da genelde kendisi dışındaki insanlara, toplumlara, medeniyetlere bakışındaki önyargıları, cahilliği maalesef bugün de aşamamıştır.
IV. Hangi düzeyde olursa olsun, her bir diplomasi memurunun bilhassa görev yerlerine gitmeden önce daha önce bu başkentlerde görev yapmış seleflerinin eserlerini okumasında yarar olacaktır. Hatta zorunluluktur. Tahran’a gitmeden önce Memduh Şevket Esendal’ı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu veya nice diğerlerini incelemek gibi örneğin.
Bu tür günlük / anı çalışmalarından biri de geçtiğimiz günlerde bu makalenin yazarınca “İmparatorluklardan Cumhuriyetlere Üç Ülke Üç Başkent; Bir Büyükelçinin İran, Rusya ve Avusturya Anıları (2010-2019) ismiyle yayınlandı. Bu anılar bir akademik çalışma veya sadece şahsi yaşamın anlatımı değil. Yukarıda bahsedildiği gibi, görev yapılan ülkelerde dönemin siyasi, sosyal ve insani ortamına dair bazı gözlemlerin, günlük tarzında paylaşıldığı bir çalışma. O dönemlere ait akademik içerikli siyasi, iktisadi analizler ise zaten herhangi bir başka kaynaktan kolaylıkla elde edilebilir. Her halukarda, halen arzu edilen düzeylerde olmasa bile, son yıllarda İran, Rusya vb. ülkelerle ilgili çalışma ve araştırmaların sayısı önceki dönemlere nispeten epeyce arttı. Bu anılar ise bu üç ülkede belirli bir tarih dilimine ait gözlemleri içinde yaşarken anlatıyor.
Belirttiğimiz gibi, diplomasi görevlilerinin yaşamı renklidir. Gün gelir bulunduğu yere dışarıdan roketler, kurşunlar, bombalar yağar, gün gelir bir bardak temiz suya, bir dilim ekmeğe hasret kalır, gün gelir ülkenin cumhurbaşkanları, başbakanları vb. ile sofrada bir araya gelir, en önemli konularda görüşmeler yaparlar. Hayatını bu yolda yitirmişler ise çoktur. Bu meslek alanıyla en küçük bir ilgisi, bilgisi olmayanların, yaşamları boyunca tek bir diplomasi kitabını eline almamışların, bir tek diplomasi memuruyla biraya gelmemişlerin bu mesleğe yönelik, olanca cahillikleriyle “monşer”ler gibi anlamsız, içeriksiz tanımlamalarından çok farklı olarak zor, hassas, tecrübe ve bilgi gerektiren bir alandır diplomasi. Bu çevreler sığ dünyaları içinde bugüne kadar olduğu gibi muhtemelen bundan böyle de bunu anlayamayacaklardır. İşte bu çalışma bu mesleğe, diplomasi alanına yönelmeyi önyargılardan arınmış şekilde düşünenlere başlangıç mahiyetinde mütevazi bir katkı niteliğinde olmayı da amaçlamaktadır.
Diplomaside işin mutfağından gelmek ve ilk günden itibaren onyıllar boyunca sahada ter dökmek önemlidir. Umarız bu tecrübeyi yaşayan diplomatların anıları daha da çok kaleme alınır ve ilgili okuyucularına ulaşır.