( (
Ahmet Turan
Köşe Yazarı
Ahmet Turan
 

ALİ KEMAL BAŞARAN

Ali Kemal Başaran.   Konya siyasetinin tanınmış isimlerinden. İş adamı, Elektrik Mühendisleri  il temsilciliğinin kurucusu ve yöneticisi.   Nezaket gösterip bize de gönderdiği  ‘Nereden Nereye’ isimli kitabında hayatını anlatmış. Bir bölümünü okudum.   Akıcı bir üslup kullandığı için okuyanı sıkmıyor.   Kitapta bahsettiği kardeşi Osman abiyi, kendisini ve çocuklarını çok yakından tanırım. O yüzden kitabı ayrı bir zevkle okudum.   Ama önce Ali Kemal Başaran’ı tebrik ederim. Çünkü 1960’lı yıllardan 2 binli yıllara kadar Konya’nın yaşam hayatını gelecek nesillere aktarmış.   Mevsimi olduğu için kış günü ile ilgili kitabın içerisinde yer alan hatıratını paylaşmak istedim.   1960’lı yıllarda Konya’da kış:   Erkek Sanat Enstitüsü Elektrik Bölümü1.sınıfa gidiyoruz. Yarıyıl bitti karnemizi alıp köyümüze gittik. Kar- kış, köy işleri derken tatil bitince Pazartesi günü okul açılacağı için Başarakavak köyünden Konya ya dönecektik. Ama şehre düzenli otobüs yoktu. Ulaşım ya tek tük şehre yük götüren kamyon kasasında olurdu, ya da yarı kamyon, yarı yaya.   O günde bizim gibi Konya ya gelecek köylülerle kamyon kasasında yolculuk edecektik. Çünkü okulun açılmasına daha iki gün olmasına rağmen şehre gidecek kamyon var deyince babam sizi bununla göndereyim dedi.   Konya yolu kapalı ama hava yumuşak ve güneş açmıştı.   Üzerimizde palto, kaban yoktu. Annemin ördüğü V yakalı kazak ve ceketle yanımıza azık çantamızı ve kitaplarımızı alarak kamyona bindik.   Azığımızda yoğurt, tuluk peyniri, tereyağı, bulgur ve pancar pekmezi vardı.   Yolda kar çok olduğu için kamyon yolun ortasından karı yara yara gidiyordu. Keçimuhsine köyüne yaklaştığımızda kamyon arızalandı. Şoför de gitmemizin mümkün olmadığını ifade edip, başımızın çaresine bakmamızı söyledi.   Öğle vaktiydi.   Bir kısım yolcular 2.5 km. uzaklıktaki Keçimuhsine köyü yönüne, biz de arkadaşlarla 5 km. ilerdeki Beyşehir yoluna çıkıp gelen kamyonlara bineriz düşüncesiyle o tarafa yöneldik. Beyşehir yoluna şimdiki Altınapa barajının olduğu yerdeki Altınapa hanına geldik. Biraz dinlendikten sonra yola çıktık.   Yoldan geçen kamyonların büyük kısmı Şeker Fabrikasına pancar çektiği için, yolun karlı oluşundan dolayı durunca kalkamayız diyerek bizi almadılar.   Yürüyerek Belen başına kadar geldik. Artık uzaktan da olsa Konya göründü. Beyşehir yolu ile Dere yol ayrımına gelmiştik. Konya ya 6-7 km. yolumuz kaldı diye sevinirken Karayolları kontrol binasına yakın yerde fırtınaya yakalandık. Esen rüzgarın şiddetinden ağzımızı açamıyor, nefesimizi dahi alamıyorduk.   Kardeşim Osmanla el ele tutuşup üzerimizde palto filan olmadığı için titreyerek yürümeye çalışıyorduk.   O anda sırtımdan bir ter boşaldı. Sanki yazın 40 derece sıcağında kalmış gibi terliyordum. Bu sıcak ter boşalması, orada soğuktan öleceğimizi düşünmeye başladığımız için ölüm korkusunun bize verdiği sıkıntının terlemesiymiş.   Bu yolculukta öğrenci olan 4 arkadaşımız ile Osman ve ben dahil 6 kişiydik. Hepimiz fırtınanın şiddetinden bir birimize sıkışıp ölmeden Konya ya gidelim diye dua ederek yürümeye çalışıyorduk.   Ne yolu görebiliyorduk. Ne de birbirimizi.   Tam ümidimizi kesmek üzereydik ki, o fırtına içerisinde kendimizi koyun sürüsünün içinde bulduk. Çobanlar bizi yakında olan Dere yol ayrımındaki hayırseverlerin yaptırdığı kapısı olmayan taştan ağıla getirdiler.   Üzerimiz sırılsıklamdı. Koyunların sıcaklığında biraz rahatladık. Ama Konya ya gelmenin imkanı yoktu.   Çobanlar bize “ Sizi Dere ye götürelim. Üzeriniz ıslak olduğu için burada kalırsanız sabaha kadar donarsınız. Orada bir evde misafir kalır, sabah ta belediye otobüsü ile gidersiniz” dediler. Çobanın birine de “  Koyunları fırtına çıkınca ağıla getirdik diyerek sürü sahiplerine haber vermen için bunlarla git” diyerek yanımızda gitmesini söylediler.   Omuzunda tek kırması ile akşam karanlığında Dere ye geldiğimiz çoban, tüfeğini çıkarıp bir el ateş etti. Meğer geldiğimiz yer bekçinin evinin önüymüş. Bekçi dışarı çıktı ve bizi içeri aldı.   Bir odanın sobasını yakıp bize yiyecek bir şeyler getirdi. Hepimiz üzerimizde ıslanan çamaşırlarımızı çıkarıp sobanın yanına serdik. Sonra sıcacık odada yan yana yatıp sabaha kadar uyuduk. Sabah erkenden kalktığımızda kuruyan çamaşırlarımızı giyip yola çıktık. Buz gibi havada titreyerek otobüsü beklemeye başladık. Otobüs gelip binince öyle sevindik ki; anlatamam. Uzun ve ölüm korkusu yaşadığımız yolculuk bitmiş Konya ya gidiyorduk.   Bodrum katta yanımızda kimsenin olmadığı eve gelmiş, azık torbamızı açmıştım. Fırtınada yürürken düştüğümde Pekmez çömleği kırılmış, bütün yiyeceklere pekmez bulaşmış.   Ama olsun. Paltosuz kabansız o soğuk ve fırtınadan sağ salim gelmiştik ya her şeye değerdi.   İşte bizim yaşadığımız yıllar.  
Ekleme Tarihi: 09 Ocak 2020 - Perşembe
Ahmet Turan

ALİ KEMAL BAŞARAN

Ali Kemal Başaran.

 

Konya siyasetinin tanınmış isimlerinden. İş adamı, Elektrik Mühendisleri  il temsilciliğinin kurucusu ve yöneticisi.

 

Nezaket gösterip bize de gönderdiği  ‘Nereden Nereye’ isimli kitabında hayatını anlatmış. Bir bölümünü okudum.

 

Akıcı bir üslup kullandığı için okuyanı sıkmıyor.

 

Kitapta bahsettiği kardeşi Osman abiyi, kendisini ve çocuklarını çok yakından tanırım. O yüzden kitabı ayrı bir zevkle okudum.

 

Ama önce Ali Kemal Başaran’ı tebrik ederim. Çünkü 1960’lı yıllardan 2 binli yıllara kadar Konya’nın yaşam hayatını gelecek nesillere aktarmış.

 

Mevsimi olduğu için kış günü ile ilgili kitabın içerisinde yer alan hatıratını paylaşmak istedim.

 

1960’lı yıllarda Konya’da kış:

 

Erkek Sanat Enstitüsü Elektrik Bölümü1.sınıfa gidiyoruz. Yarıyıl bitti karnemizi alıp köyümüze gittik. Kar- kış, köy işleri derken tatil bitince Pazartesi günü okul açılacağı için Başarakavak köyünden Konya ya dönecektik. Ama şehre düzenli otobüs yoktu. Ulaşım ya tek tük şehre yük götüren kamyon kasasında olurdu, ya da yarı kamyon, yarı yaya.

 

O günde bizim gibi Konya ya gelecek köylülerle kamyon kasasında yolculuk edecektik. Çünkü okulun açılmasına daha iki gün olmasına rağmen şehre gidecek kamyon var deyince babam sizi bununla göndereyim dedi.

 

Konya yolu kapalı ama hava yumuşak ve güneş açmıştı.

 

Üzerimizde palto, kaban yoktu. Annemin ördüğü V yakalı kazak ve ceketle yanımıza azık çantamızı ve kitaplarımızı alarak kamyona bindik.

 

Azığımızda yoğurt, tuluk peyniri, tereyağı, bulgur ve pancar pekmezi vardı.

 

Yolda kar çok olduğu için kamyon yolun ortasından karı yara yara gidiyordu. Keçimuhsine köyüne yaklaştığımızda kamyon arızalandı. Şoför de gitmemizin mümkün olmadığını ifade edip, başımızın çaresine bakmamızı söyledi.

 

Öğle vaktiydi.

 

Bir kısım yolcular 2.5 km. uzaklıktaki Keçimuhsine köyü yönüne, biz de arkadaşlarla 5 km. ilerdeki Beyşehir yoluna çıkıp gelen kamyonlara bineriz düşüncesiyle o tarafa yöneldik. Beyşehir yoluna şimdiki Altınapa barajının olduğu yerdeki Altınapa hanına geldik. Biraz dinlendikten sonra yola çıktık.

 

Yoldan geçen kamyonların büyük kısmı Şeker Fabrikasına pancar çektiği için, yolun karlı oluşundan dolayı durunca kalkamayız diyerek bizi almadılar.

 

Yürüyerek Belen başına kadar geldik. Artık uzaktan da olsa Konya göründü. Beyşehir yolu ile Dere yol ayrımına gelmiştik. Konya ya 6-7 km. yolumuz kaldı diye sevinirken Karayolları kontrol binasına yakın yerde fırtınaya yakalandık. Esen rüzgarın şiddetinden ağzımızı açamıyor, nefesimizi dahi alamıyorduk.

 

Kardeşim Osmanla el ele tutuşup üzerimizde palto filan olmadığı için titreyerek yürümeye çalışıyorduk.

 

O anda sırtımdan bir ter boşaldı. Sanki yazın 40 derece sıcağında kalmış gibi terliyordum. Bu sıcak ter boşalması, orada soğuktan öleceğimizi düşünmeye başladığımız için ölüm korkusunun bize verdiği sıkıntının terlemesiymiş.

 

Bu yolculukta öğrenci olan 4 arkadaşımız ile Osman ve ben dahil 6 kişiydik. Hepimiz fırtınanın şiddetinden bir birimize sıkışıp ölmeden Konya ya gidelim diye dua ederek yürümeye çalışıyorduk.

 

Ne yolu görebiliyorduk. Ne de birbirimizi.

 

Tam ümidimizi kesmek üzereydik ki, o fırtına içerisinde kendimizi koyun sürüsünün içinde bulduk. Çobanlar bizi yakında olan Dere yol ayrımındaki hayırseverlerin yaptırdığı kapısı olmayan taştan ağıla getirdiler.

 

Üzerimiz sırılsıklamdı. Koyunların sıcaklığında biraz rahatladık. Ama Konya ya gelmenin imkanı yoktu.

 

Çobanlar bize “ Sizi Dere ye götürelim. Üzeriniz ıslak olduğu için burada kalırsanız sabaha kadar donarsınız. Orada bir evde misafir kalır, sabah ta belediye otobüsü ile gidersiniz” dediler. Çobanın birine de “  Koyunları fırtına çıkınca ağıla getirdik diyerek sürü sahiplerine haber vermen için bunlarla git” diyerek yanımızda gitmesini söylediler.

 

Omuzunda tek kırması ile akşam karanlığında Dere ye geldiğimiz çoban, tüfeğini çıkarıp bir el ateş etti. Meğer geldiğimiz yer bekçinin evinin önüymüş. Bekçi dışarı çıktı ve bizi içeri aldı.

 

Bir odanın sobasını yakıp bize yiyecek bir şeyler getirdi. Hepimiz üzerimizde ıslanan çamaşırlarımızı çıkarıp sobanın yanına serdik. Sonra sıcacık odada yan yana yatıp sabaha kadar uyuduk. Sabah erkenden kalktığımızda kuruyan çamaşırlarımızı giyip yola çıktık. Buz gibi havada titreyerek otobüsü beklemeye başladık. Otobüs gelip binince öyle sevindik ki; anlatamam. Uzun ve ölüm korkusu yaşadığımız yolculuk bitmiş Konya ya gidiyorduk.

 

Bodrum katta yanımızda kimsenin olmadığı eve gelmiş, azık torbamızı açmıştım. Fırtınada yürürken düştüğümde Pekmez çömleği kırılmış, bütün yiyeceklere pekmez bulaşmış.

 

Ama olsun. Paltosuz kabansız o soğuk ve fırtınadan sağ salim gelmiştik ya her şeye değerdi.

 

İşte bizim yaşadığımız yıllar.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (