Geçtiğimiz gün Denizli’deydik. Milletimiz çağırdı biz gittik. Denizli’deki toplantımız Türkiye’nin her yerinde yaşanan bir ‘Artık yeter’ sesiydi. Milletimiz Denizli’den dedi ki ‘Siyasette en son sözü ben söylerim.’ Denizli 29 Ekim Meydanı bu ucube sisteme ve sonuçlarına mahkum edilen aziz milletimizin köprüden önceki son çıkış uyarısıdır. Bunu anlayan anlar, anlamayanda zaten milletin tokatıyla sandıkta uyanır.Akşener’in konuşmasından satır başları şu şekilde:
Denizli’deki mitingle panik rüzgarları Beştepe’nin koridorlarında esmeye başlamış. Elbette şaşırmıyoruz. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı da hiç üzülmüyoruz. O nedenle dedikodu iktidara ‘Nazar etme ne olur, çalış senin de olur’ diyoruz.
Milletimizin sesini duydular ama ar damarı çatlamışlar her zamanki gibi kulaklarının üzerine yattılar. Olsun, önce duyacaklar. Sonra daha güçlü duyacaklar. Sonra kulakları sağır edecek şekilde duyacaklar. Sonunda ya gereğini yapacaklar ya da çekip gidecekler. Bu kadar basit.
Geçen hafta bu kürsüden konuşurken dolar 10 lira 43 kuruştu. Bu sabah 13 lira. Bu dış borcumuz bir hafta içerisinde 1 trilyon 180 milyar lira arttı demek. Hani şu bol garantili projeler var ya. Hani o, 5 müteahhitin kasaları var ya işte o kasalara 420 milyar lira daha para girdi demek. Kendisi bu sıralar yurt dışında turisttik faaliyette ama Damat Bakanın ülkemizi içeriye dolar ve altın borçlandıran akıl dolu stratejik hamlesinin sonuçları bugün maalesef karşımızda. Çünkü Damat Bakanın olağanüstü vizyonu sağolsun bu artış aynı zamanda cebimizden 320 milyar lira çıkması demek demek.Milletimiz karar vermiş. Sayın Erdoğan ve yol arkadaşları için yol görünmüş, bavulları toplama vakti artık gelmiş. Hareket saati gelmiş çatmış. Sayın Erdoğan’a iyi yolculuklar, emeklilik hayatında da başarılar diliyorum.
Yani sadece bir hafta içerisinde Türkiye’nin borcu 1 trilyon 920 milyar arttı. 83 milyon vatandaşımızın er birinin cebinden 8 asgari ücret kadar para çıktı demek. Milli gelirimizin 3’te 1’ini faiz olarak geri verdik demek.
Tablo bu kadar ciddiyken iktidar mensupları ne yapıyor dersiniz? İktidar her zamanki gibi durmak yok, saçmalamaya devam. 30 yıldır dolar karşısında değer kaybetmeyen Japon Yeniyle beyin yakan kıyaslama yapanlar mı dersiniz, sözü ‘ABD bizi kıskanıyor’ demeye getirenler mi dersiniz, 5 bin liralık kaşkoluna laf edenlere ‘Bizimkiler dizisinin kapıcısı değiliz ya’ diyerek genel başkanının apartman görevlisi sevgisini yep yeni seviyelere taşıyan densizler mi dersiniz… Utanmadan, ‘Ayda 2 kilo et yiyorsak, yarım kilo yeriz. Kış günü turfanda sebzeleri kullanmak zaten sağlığa da faydalı değil” diyen beslenme uzmanı milletvekili mi dersiniz. Zor durumdaki çiftçilerimize ‘Nankör’ demeye kalkan hadsizler mi dersiniz, biz ‘1 ay içinde LPG’ye 4 ayrı zam yapıldı’ dedikçe ‘yeni bir ekonomik rota deniyoruz’ diyen üstün zekalı navigasyon uzmanları mı dersiniz. Hatta Batman’da sergilediği 4 işlem bilgisiyle ‘dosta güven, düşmana korku salan’ ünlü ekonomist Sayın Erdoğan’ın bizzat kendisi mi dersiniz.
Cehalet festivali devam ediyor
Ne Sayın Erdoğan, ne de ortaklarının Türkiye’ye verecek bir şeyi kalmadı. Bu yüzden milletimizin iradesine saygısızlıkta sınır tanımıyorlar. Sayın Erdoğan önceki gün meseleyi başkalarının üstüne yükledi. Ülkeyi yöneten sensin, LPG’ye, mazota, benzine, elektriğe zam yapan sensin. Bu fiyat artışları fırsatçılar yüzünden oluyor diyorsun, fırsatçı sen misin? Ancak atıp tutuyorsun. Madem öyle çık gereğini yap. Milletin sırtına yapışmış keneleri sök at. Kenelere bir el atsa, ya AK Parti kodamanı ya da eş, dost, tanıdık çıkacak.Ez cümle kolektif bir saçmalama furyası almış başını gidiyor. Milletimiz her gün fakirleşirken Sayın Erdoğan’ın himayesindeki cehalet festivali tüm hızıyla devam ediyor.
Dış güçler, lobiler Türkiye’ye birisini gönderseydi ve bu sistem nedeniyle birisi başa gelseydi ne olurdu? Türk Lirası’nın değeri düşsün diye ne gerekiyorsa yapardı değil mi? Türkiye’ye sömürge muamelesi yapar yabancıları davet ederdi değil mi? Türkiye’yi daha çok borçlandırır ve yabancılara peşkeş çekerdi değil mi? Türkiye’nin en güçlü alanlarını çökertemeye çalışırdı. Tarım alanlarını imara açardı; buğdayı, eti ithal ederdi. Ezcümle Türk parası pul, yolsuzluğu kendine yol ederdi değil mi? Şimdi bu zihin egzersiziyle AK Parti iktidarı arasındaki benzerliği fark edenler, bizim her ayna tutuşumuzda yaptıkları gibi yine bağırmaya başlayacaklar. Bir dış güç göreve gelse ancak bunları yapardı.
Beceremediği halde makam, mevki işgal etmek en büyük ihanettir. İşte o nedenle kendisinin niyetinin bir önemi yok. Cehalet ve ihanet aynı yola çıkar. İktidardakilere sesleniyorum; ekonomiye ettiğiniz ihanetin ispatı televizyonun sağ alt köşesinde duruyor. Sayın Erdoğan konuşuyor dolar yükseliyor, Sayın Erdoğan konuşuyor enflasyon artıyor. Mızrak artık çuvala sığmıyor. Gerçek ortada duruyor. Esnaf perişan, sanayicimizin eli ayağı bağlanıyor. Mutfaktaki yangın büyüyor. Yetkiyi aldınız, görevi kötüye kullandınız. Eşe, dosta, yandaşa çalıştınız. Vatandaş yoklukla mücadele ederken siz israf içinde yüzdünüz. Bunun bedelini ilk sandıkta ödeyeceksiniz.
ki hafta önce ekonomiyi şaha kaldırıyordun. Ekonominin kitabını yazıyordun, hayırdır hesabın mı şaştı? Anlatacak masallar mı bitti? Türkiye ekonomisini işgal etmeye kalkanlar sen, 5 müteahhit ve yandaşlardan başkası değil. Ekonominin dibe vurmasının sebebi sensin. Şimdi kendi kendinle mi mücadele edeceksin? Sen saçmaladıkça olan bu memlekete oluyor. Gel kendini de milleti de yorma, getir sandığı gerisini biz hallederiz. Sen yeter ki gölge etme biz başka ihsan istemiyoruz.
Bu ucube sistem, kişisel tercih ve ihtirasların devletin önüne geçmesine sebep oluyor. Bu ucube sistem Türkiye’nin önünü açmak yerine, Erdoğan ve arkadaşlarının vasatlığına tercih ediyor. Sistem sebep, ekonomik kriz sonuçtur.
Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. İktidardakiler bugün öğretmenlerimizin ne kadar kıymetli olduğundan bahsedip bol miktarda hamaset yapacak. Peki öğretmenlerimizin yaşadıkları sorunları dile getirecekler mi? Öğretmenlerimizi bugün hatırlayacak, yarın da unutacaklar. Atanamadığı için intihar eden Halil öğretmenimizi, ay sonunu getiremediği için ek iş yapmak zorunda kalan daha nice öğretmenimizi unutacaklar. Ama biz unutmayacağız ve onlara da unutturmayacağız.
Eğitim, bir insanın doğduğu yeri, kaderi olmaktan çıkartan bir fırsat, ve kendi hayatı üzerindeki söz hakkıdır. Eğitim; bir milletin varlığını, koruyan, besleyen ve büyüten en önemli kaynağıdır. Eğitim; bir ülkenin, büyüme, çağdaşlaşma, ve muasır medeniyetler seviyesine, çıkma yolculuğunun anahtarıdır. Eğitim; dünyanın değişimindeki en stratejik güçtür.
Kaliteli eğitimin çıktısı olan, nitelikli insan gücü, ülkelerin, kıyasıya bir rekabete girdiği günümüzde, milletlere stratejik üstünlük kazandıran, en önemli avantajdır. Hiçbir ülke, eğitimin yarattığı değerin üzerinde bir değer yaratamaz. İşte bu yüzden, Sokrat’ın da söylediği gibi; “Dünyada her şeye bir değer biçilebilir ama, bir öğretmenin eserine değer biçilemez.” Aslında biz bunu, en yakınımızdan biliyoruz. Başöğretmenimizin, “Benim en büyük eserim” dediği, paha biçilmez Cumhuriyetimizden biliyoruz. Cumhuriyetimizin genç nesillere, genç nesillerin de, öğretmenlerimize emanet edilmesinden biliyoruz.
Peki, hal böyleyken; Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerimizin mimarları olan, ana kucağından, baba ocağından sonraki, ilk durağımız olan öğretmenlerimiz için, bizler ne yapıyoruz? Koca bir hiç! İşte tam da o nedenle, Milletin Kürsüsü’nde bu hafta, atanamayan öğretmenlerimizi dinleyeceğiz. Bugün aramızda, atanamayan öğretmen bir kardeşimiz var. Ekrem Demir aramızda. Buyur Ekrem Öğretmenim, söz de, kürsü de senindir.
Babamın ve ağabeyimin beni Bursa Öğretmen Okulu’na bıraktığı anı hatırladım. Ben bir memur çocuğuyum. Hiç fakir de olmadık, zengin de olmadık. Orta halli bir ailenin kızıydım. Ekonomik olarak daha zorda arkadaşlarımız, orta halli ailelerin çocukları da vardı. Bizi birbirimizin karşısında üstün hale getirmemek için ayakkabımızdan, tayyörümüze, kazağımızdan, gömleğimize, formamızdan, spor ayakkabıya kadar her şeyimizi devlet verir ve bizi eşitlerdi. O okulu ilk 5’te bitirenler istedikleri şehrin, istedikleri okuluna tayin etme hakkı alırdı. O beş kişi ben de dahil, istediğimiz yere tayin olmak için bir talepte bulunmadık. ‘Bayrağımızın dalgalandığı her yerde çalışırız’ dedik. Okul birincisi Zerda arkadaşım, Kars’ın Digor’un bir köyüne tayin oldu. Birileri bu işi yapmıyor ama kalpten bu ülkeyi yönetenler adına öğretmenlerimizden özür diliyorum ben. Eğitim öyle bir iştir ki, o öğrenciyi öyle yetiştirmek zorunda olursunuz ki…
Türkiye’nin bu iktidar zamanında kaybettiği en önemli konu eğitimle birlikte fırsat eşitliğidir. İzmit’in bir köyünden bu kürsüye gelen ben, Kasımpaşa’dan Beştepe’ye yükselen sayın Erdoğan… Bunların her biri Cumhuriyetin eğitime ve öğretmene verdiği önem üzerinden yaşadık ve sağladık. Bugün Tunceli’den bir kız çocuğu, Edirne’nin köyünden bir kız çocuğu, Bursa’nın dağ köyünden bir kız çocuğunun benim şanslarıma sahip değilse Müslüm Gürses gibi demeliyim ki ‘Batsın bu dünya.