( (
Ümit Yardım
Köşe Yazarı
Ümit Yardım
 

Raab Suyu Kıyılarında…1 Ağustos 1664…

Kurban Bayramı Vesilesiyle…. Avusturya denilince biz Türklerin aklına önce Viyana kuşatması gelir. Ardından  şehri fethedebilseydik şimdiki Avrupa haritası nasıl şekillenmiş olurdu nostaljisi. Ülkeye turistik amaçlı kısa ziyaretlerde bile gözler o dönemlerden kalmış olabilecek bazı izler, işaretler arar. Ve bunlar da kolaylıkla bulunur.  İşte o zaman da içilen Viyana kahvesinin tadı bir başka leziz olacaktır. Aslında Türklerin Avrupa’ya, kızıl elma’ya yönelişlerinin son kritik noktalarından biri, başarısız 1683 Viyana Seferi’nden de önce, bugün Avusturya-Macaristan sınırında küçük bir köy olan Mogersdorf’da olmuştu. Ağustos 1664’dür tarihler. Kurban bayramının üzerinden de sadece birkaç gün geçmiştir. O sıcak günler ne yazık ki; asırlardır, Avrupa başta dünyanın her yönüne doğru süren büyük ve efsanevi yürüyüşün sonuna gelindiğinin, artık güneşin batmaya başladığınınişaretlerini veren günlere dönüşecekti. Avusturya’nın Burgenland eyaletine bağlı, Macarların da St. Gotthard kentine komşu olana Mogersdorf bundan 356 yıl önce temmuz sonu-ağustos ayı başında, Devlet-i Ali’nin Avrupa yürüyüşüne nokta koyan köydü. Bugünlerde bölgeyi ziyaret edenler, bilhassa Macaristan’dan Avusturya’ya giriyorlarsa ve ziyaretleri de Ağustos ayının ilk günlerine denk gelirse,  1200 nüfuslu bu küçük köyde bir hareketliliğin yaşandığı, şenliklerin, kutlamaların düzenlendiği göreceklerdir. Bugünkü Mogersdorf’da birleşik Avrupa güçlerinin Müslüman Türklere karşı kazandıkları bir muharebenin anıları yaşatılıyor. Anıtlar, tepelerde çok uzaklardan görülebilen büyük haçlar, müze, restoranlarda savaşı anlatan tablolar, resimler.  Ve bu ortamda yapılan şenlikler. Tarihin o güne mahsus şartları içinden baktığımızda Raab suyu veya St. Gotthard muharebesi gibi isimlerle de anılan ve bahsettiğimiz bu küçük kasaba sınırları içinde meydana gelen savaş 1 ağustos 1664 yılında, Viyana’nın kuşatmasından 19 yıl öncedir. Tabii ki Raab suyu savaşından bu kadar kısa bir zaman sonra, o çağın şartlarında dev bir ordunun Anadolu’nun içlerinden kartopu gibi büyüyerek ve muazzam bir siyasi, lojistik ve askeri yetenekle 1683’de Viyana önlerine kadar gelebilmesi,  kuşatmanın başarısız sonucundan bile önemli görülebilir. Ancak burada Raab suyu savaşına yapmaya çalıştığımız atıf zamanla ve en son aşamada bizi Anadolu içlerine kadar sürükleyecek bir tarihi akışın ilk önemli işaretlerinden biri olmasıdır.  O devirlerde Karacaoğlan’a atfedilen, bir şiir siyasi, askeri şartları,  Osmanlı- Avrupa ilişkilerinin mahiyetini güzel bir şekilde anlatır. Bazen tek bir şiir onlarca cilt eserden, belgeden daha anlamlı olabiliyor, ortamın psikolojisini daha belirgin sunabiliyor.    “Hazır ol vaktine Nemçe kralı. Yer görünmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar. Bir Halife kalmış o da geliyor. Yetmiş bin var siyah postal giyecek. Seksen bin var Allah Allah diyecek Doksan bin var tatlı cana kıyacak. Yüz bini de Tatar Han’dan geliyor. Gelen Ahmet Paşam kendidir kendi. Altmış bin dalkılıç kusuru cündi Kaçma kafir kaçma ölümün şimdi. Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor. Şevketlu efendim sultanım vezir. Altmış bin kılıçlı yanında hazır Deryalar yüzünde bozatlı Hızır. Benli Boz’a binmiş o da geliyor. Karacaoğlan derki bunda durulmaz. Güleç yüzle tatlı dile doyulmaz Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz. Yedi iklim dört köşeden geliyor”   Raab suyu savaşı öncelerinde, iki taraf arasında Vasvar diye bilinen bir anlaşma yapılmıştır. Ancak bunun uygulamaya geçirilmesinde sorunlar vardır ve bunun için de askeri anlamda bir hesaplaşma gerekmektedir. Mareşal Montecuccoli komutasında, içinde Avusturya, Fransız güçlerinin de bulunduğu birleşik Avrupa ordusu bir tarafta, Fazıl Ahmet Paşa komutasında Osmanlı ordusu nehir boyunca birbirlerini izleye izleye bahsettiğimiz bölgeye kadar gelirler. İki ordu arasında sadece Raab nehri vardır. Artık kritik aşamadır. Avrupa ve Türk tarihinin akışı üzerinde önemli bir etki yapacak bir muharebe başlamaktadır. Taktik düzeyde bile olsa muharebe önemlidir. Sadrazamın emriyle hemen nehir üzerine bir köprü kurulur ve 1 ağustos sabahı erkenden bazı Osmanlı güçleri köprüden geçmeye, karşı tarafla şiddetli çatışmalara başlarlar. Az sayıda olsalar da Osmanlı güçleri Mogersdorf köyünü de ele geçirirler. Ancak yine o saatlerde başlayan şiddetli yağmur, bütün bölgenin çamura, bataklığa dönüşmesiyle karşı tarafa geçebilmiş sınırlı sayıdaki Osmanlı askerleriyle ordunun ana kitlesi arasında Raab nehrini büyük bir engele dönüştürür. Takviye yoktur, olamayacaktır. Süvarilerine bizzat komuta ederek karşı tarafa geçmiş Bosnalı İsmail Paşa neredeyse birleşik Avrupa ordusu mareşalinin karargahına kadar sokulabilmişse de, azgın nehir aşılamadığından karşı taraftan güçlerine destek gelmez, gelemez,  bu durumu görerek toparlanabilen Avrupa ordusu karşısında giderek erirler. Köprü yıkılır,  nehirle, saldıran güçler arasında sıkışan, teslim olmayı da reddeden askerler, yeniçeriler son neferine kadar tükenirler, biri bölümü de yağan şiddetli yağmur nedeniyle azgınlaşan nehirde boğulur.Karşı kıyılardan savaşı izleyen, ancak yardıma gidemeyen Osmanlı birlikleri gelişmeleri, Anadolu’nun en içlerinden birlikte geldikleri kardeşlerinin acı sonunu, gözyaşlarıyla,  üzüntüyle seyrederler. Ordudaki komutanlar, askerler daha birkaç gün önce temmuz sonlarında Kurban bayramını, ülkelerinden uzaklarda olsalar bile,  büyük bir şevkle, kardeşlik duygularıyla kutlamışlar, birbirlerini tebrik etmiş, kucaklaşmışlarken bu duyguların yerini artık derin bir hüzün, karşı kıyılarda eriyip gidenlerin acısı   almıştır.  Sonra ne olur. Bu muharabeyi kazanmış olsalar da, Avusturyalılar başka bir cephede Osmanlılarla yeni bir cenge tutuşmayı tehlikeli bulduklarından Vasvarbarış anlaşmasını onayladılar.  Mareşal Montecuccoli ise Avrupa’da büyük bir üne kavuştu. Avrupalılar Mogersdorf  muharebesini büyük bir başarı olarak kabul ettiler. Bugün de  böyle görüyorlar. Zira, bu bölgesel savaş Osmanlıların başarılı oldukları genel bir savaşın sadece yitirilen bir cephesi olarak görülebilirse de, Avrupa’nın belki ilk kez muazzam bir gücü, Osmanlı’yı yenebilmesiyle, önemli bir psikolojik eşiği, asırların ezikliğini aşmaları olarak da kabul edilmektedir.  Osmanlı yine de güçlüdür, yukarıda belirttiğimiz gibi,  hemen 19 yıl sonra bu kez Viyana önlerinde boy gösterecektir. Ancak artık yavaş yavaş gerilemenin ayak sesleri duyulmaya, görülmeye başlanmıştır. Mogersdorf kasabasındaki bu yenilgi de bunun ilk ciddi işareti olmuştur. Batılılar birlik içinde bulundukları takdirde, Osmanlıya karşı durabileceklerini, üstünlük sağlayabileceklerini de görmüşlerdir.  Bugün de böyle değil mi. Orta Doğu, Kafkaslar,  Akdeniz, Libya ve her yerde.  Zaten işte budayanışma anlayışıyla, yavaş yavaş da olsa, asırlar sonra da olsa, Batılılar, Mogersdorf, Viyana önlerinden başlayarak Anadolu içlerine kadar gelebilmişler, başkent İstanbul’u dahi işgal edebilmişlerdir. Bugünün küresel  varoluş, diplomasi, askeri, savunma vb. başta olmakla hiçbir alanında, hiçbir devletin tek başına mücadelesi mümkün değildir. Gerçekçi değildir. En başta etkin, güçlü, liyakatlı, diplomasi ve diplomasi kadrolarıyla Türkiye’nin de dost, müttefik, yakın düşüncedeki ülkelerle dayanışma ve ortaklık cephesi teşkil etmesi, alanını genişletmesi gerekir. Vizyon sahibi ülkelerin dış politikaları  güçlü, etkin, somut temeller üzerinden gelişmediği takdirde, değerli yalnızlık türünden romantik ve nostaljik anlayışlar her zaman yıkıcı sonuçlar verecektir. Bu tür anlayışların dünyamızın bugünkü affetmez, acı ve en küçük yanlışın hesabını bile eninde sonunda soran  gerçekliği içinde yeri de bulunmamaktadır. Raab suyu muharebesi şehitlerimizin  anısına ilk anıt bizzat Mogersdorg belediyesince 1984 yılında yapılmıştır. Üzerinde de “1664 yılında burada şehit olan Türk askerlerinin anısına ithaf edilmiştir. Huzur içinde yatsınlar” yazılıdır.  Ardından bu kez Türk tarafı 2015 yılında yine aynı yerde ikinci, ancak daha görkemli bir anıtı daha inşa ettirmiştir. Açılışı da 27 mart 2017’de yapılmış, şühedaya dua edilmiştir.  Ancak Avusturyalıların bu jestinin  her zaman hatırlanması, unutulmaması  gerekir. Arada sorunlar, anlaşmazlıklar olsa bile, bu tür halklar arası dostluklar devletlere her türlü meseleyi aşabilecek güç ve zemin verir. Zaten bu nedenledir ki anılan belediye, Viyana’daki Türk büyükelçiliklerince hep el üstünde tutulur, zaman zaman karşılıklı ziyaretler,davetler yapılır. Günün birinde,   bir Türk yapımcının, belki de ortaklaşa  Türk ve Avusturyalı yapımcıların   elinden Mogersdorf / StGothardSavaşı dair  muhteşem bir eser, film veya belgesel   çıkacaktır umarız. Genç nesiller, insanlarımız bilsinler, hatırlasınlar diye. Söylediğimiz gibi, insanlık tarihinin en muazzam devletlerinden Osmanlıların çöküş sürecine girdiğinin ilk ve önemli önemli işaretlerinden birine, Raab savaşına  şahitlik eden Raab suyu bugün gücü ve haşmeti tükenmiş şekilde sessiz sakin akıyor. Yoğun yağmurlar almadığı takdirde öylesine cılız ki, üzerini örten ağaçların dallarını, yapraklarını kaldırmadığınız takdirde çoğunlukla görünmüyor bile. 364 yıl sonra ve yine bir Kurban bayramı döneminde,  bu ağustos ayının ilk günlerinde,Anadolu’dan   çok uzaklarda, bu sessiz suların  kıyılarında  yatan  şühedayı birkez daha anıyoruz. Bu vesileyle başta Uygurlar, Rohingalar, Afrikalılar olmakla dünyanın bütün mazlum halklarının Kurban bayramını kutluyor, kendileriyle evrensel dayanışma ve kardeşliğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz. 
Ekleme Tarihi: 04 Ağustos 2020 - Salı
Ümit Yardım

Raab Suyu Kıyılarında…1 Ağustos 1664…

Kurban Bayramı Vesilesiyle….
Avusturya denilince biz Türklerin aklına önce Viyana kuşatması gelir. Ardından  şehri fethedebilseydik şimdiki Avrupa haritası nasıl şekillenmiş olurdu nostaljisi. Ülkeye turistik amaçlı kısa ziyaretlerde bile gözler o dönemlerden kalmış olabilecek bazı izler, işaretler arar. Ve bunlar da kolaylıkla bulunur.  İşte o zaman da içilen Viyana kahvesinin tadı bir başka leziz olacaktır. Aslında Türklerin Avrupa’ya, kızıl elma’ya yönelişlerinin son kritik noktalarından biri, başarısız 1683 Viyana Seferi’nden de önce, bugün Avusturya-Macaristan sınırında küçük bir köy olan Mogersdorf’da olmuştu. Ağustos 1664’dür tarihler. Kurban bayramının üzerinden de sadece birkaç gün geçmiştir. O sıcak günler ne yazık ki; asırlardır, Avrupa başta dünyanın her yönüne doğru süren büyük ve efsanevi yürüyüşün sonuna gelindiğinin, artık güneşin batmaya başladığınınişaretlerini veren günlere dönüşecekti. Avusturya’nın Burgenland eyaletine bağlı, Macarların da St. Gotthard kentine komşu olana Mogersdorf bundan 356 yıl önce temmuz sonu-ağustos ayı başında, Devlet-i Ali’nin Avrupa yürüyüşüne nokta koyan köydü. Bugünlerde bölgeyi ziyaret edenler, bilhassa Macaristan’dan Avusturya’ya giriyorlarsa ve ziyaretleri de Ağustos ayının ilk günlerine denk gelirse,  1200 nüfuslu bu küçük köyde bir hareketliliğin yaşandığı, şenliklerin, kutlamaların düzenlendiği göreceklerdir.


Bugünkü Mogersdorf’da birleşik Avrupa güçlerinin Müslüman Türklere karşı kazandıkları bir muharebenin anıları yaşatılıyor. Anıtlar, tepelerde çok uzaklardan görülebilen büyük haçlar, müze, restoranlarda savaşı anlatan tablolar, resimler.  Ve bu ortamda yapılan şenlikler.


Tarihin o güne mahsus şartları içinden baktığımızda Raab suyu veya St. Gotthard muharebesi gibi isimlerle de anılan ve bahsettiğimiz bu küçük kasaba sınırları içinde meydana gelen savaş 1 ağustos 1664 yılında, Viyana’nın kuşatmasından 19 yıl öncedir. Tabii ki Raab suyu savaşından bu kadar kısa bir zaman sonra, o çağın şartlarında dev bir ordunun Anadolu’nun içlerinden kartopu gibi büyüyerek ve muazzam bir siyasi, lojistik ve askeri yetenekle 1683’de Viyana önlerine kadar gelebilmesi,  kuşatmanın başarısız sonucundan bile önemli görülebilir. Ancak burada Raab suyu savaşına yapmaya çalıştığımız atıf zamanla ve en son aşamada bizi Anadolu içlerine kadar sürükleyecek bir tarihi akışın ilk önemli işaretlerinden biri olmasıdır. 


O devirlerde Karacaoğlan’a atfedilen, bir şiir siyasi, askeri şartları,  Osmanlı- Avrupa ilişkilerinin mahiyetini güzel bir şekilde anlatır. Bazen tek bir şiir onlarca cilt eserden, belgeden daha anlamlı olabiliyor, ortamın psikolojisini daha belirgin sunabiliyor. 

 

“Hazır ol vaktine Nemçe kralı. Yer görünmez asker ile geliyor
Patriklerin inmiş tahttan diyorlar. Bir Halife kalmış o da geliyor.
Yetmiş bin var siyah postal giyecek. Seksen bin var Allah Allah diyecek
Doksan bin var tatlı cana kıyacak. Yüz bini de Tatar Han’dan geliyor.
Gelen Ahmet Paşam kendidir kendi. Altmış bin dalkılıç kusuru cündi
Kaçma kafir kaçma ölümün şimdi. Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor.
Şevketlu efendim sultanım vezir. Altmış bin kılıçlı yanında hazır
Deryalar yüzünde bozatlı Hızır. Benli Boz’a binmiş o da geliyor.
Karacaoğlan derki bunda durulmaz. Güleç yüzle tatlı dile doyulmaz
Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz. Yedi iklim dört köşeden geliyor”

 

Raab suyu savaşı öncelerinde, iki taraf arasında Vasvar diye bilinen bir anlaşma yapılmıştır. Ancak bunun uygulamaya geçirilmesinde sorunlar vardır ve bunun için de askeri anlamda bir hesaplaşma gerekmektedir. Mareşal Montecuccoli komutasında, içinde Avusturya, Fransız güçlerinin de bulunduğu birleşik Avrupa ordusu bir tarafta, Fazıl Ahmet Paşa komutasında Osmanlı ordusu nehir boyunca birbirlerini izleye izleye bahsettiğimiz bölgeye kadar gelirler. İki ordu arasında sadece Raab nehri vardır. Artık kritik aşamadır. Avrupa ve Türk tarihinin akışı üzerinde önemli bir etki yapacak bir muharebe başlamaktadır. Taktik düzeyde bile olsa muharebe önemlidir. Sadrazamın emriyle hemen nehir üzerine bir köprü kurulur ve 1 ağustos sabahı erkenden bazı Osmanlı güçleri köprüden geçmeye, karşı tarafla şiddetli çatışmalara başlarlar. Az sayıda olsalar da Osmanlı güçleri Mogersdorf köyünü de ele geçirirler. Ancak yine o saatlerde başlayan şiddetli yağmur, bütün bölgenin çamura, bataklığa dönüşmesiyle karşı tarafa geçebilmiş sınırlı sayıdaki Osmanlı askerleriyle ordunun ana kitlesi arasında Raab nehrini büyük bir engele dönüştürür. Takviye yoktur, olamayacaktır. Süvarilerine bizzat komuta ederek karşı tarafa geçmiş Bosnalı İsmail Paşa neredeyse birleşik Avrupa ordusu mareşalinin karargahına kadar sokulabilmişse de, azgın nehir aşılamadığından karşı taraftan güçlerine destek gelmez, gelemez,  bu durumu görerek toparlanabilen Avrupa ordusu karşısında giderek erirler. Köprü yıkılır,  nehirle, saldıran güçler arasında sıkışan, teslim olmayı da reddeden askerler, yeniçeriler son neferine kadar tükenirler, biri bölümü de yağan şiddetli yağmur nedeniyle azgınlaşan nehirde boğulur.Karşı kıyılardan savaşı izleyen, ancak yardıma gidemeyen Osmanlı birlikleri gelişmeleri, Anadolu’nun en içlerinden birlikte geldikleri kardeşlerinin acı sonunu, gözyaşlarıyla,  üzüntüyle seyrederler.


Ordudaki komutanlar, askerler daha birkaç gün önce temmuz sonlarında Kurban bayramını, ülkelerinden uzaklarda olsalar bile,  büyük bir şevkle, kardeşlik duygularıyla kutlamışlar, birbirlerini tebrik etmiş, kucaklaşmışlarken bu duyguların yerini artık derin bir hüzün, karşı kıyılarda eriyip gidenlerin acısı   almıştır. 


Sonra ne olur. Bu muharabeyi kazanmış olsalar da, Avusturyalılar başka bir cephede Osmanlılarla yeni bir cenge tutuşmayı tehlikeli bulduklarından Vasvarbarış anlaşmasını onayladılar. 


Mareşal Montecuccoli ise Avrupa’da büyük bir üne kavuştu. Avrupalılar Mogersdorf  muharebesini büyük bir başarı olarak kabul ettiler. Bugün de  böyle görüyorlar. Zira, bu bölgesel savaş Osmanlıların başarılı oldukları genel bir savaşın sadece yitirilen bir cephesi olarak görülebilirse de, Avrupa’nın belki ilk kez muazzam bir gücü, Osmanlı’yı yenebilmesiyle, önemli bir psikolojik eşiği, asırların ezikliğini aşmaları olarak da kabul edilmektedir.  Osmanlı yine de güçlüdür, yukarıda belirttiğimiz gibi,  hemen 19 yıl sonra bu kez Viyana önlerinde boy gösterecektir. Ancak artık yavaş yavaş gerilemenin ayak sesleri duyulmaya, görülmeye başlanmıştır. Mogersdorf kasabasındaki bu yenilgi de bunun ilk ciddi işareti olmuştur. Batılılar birlik içinde bulundukları takdirde, Osmanlıya karşı durabileceklerini, üstünlük sağlayabileceklerini de görmüşlerdir. 


Bugün de böyle değil mi. Orta Doğu, Kafkaslar,  Akdeniz, Libya ve her yerde.  Zaten işte budayanışma anlayışıyla, yavaş yavaş da olsa, asırlar sonra da olsa, Batılılar, Mogersdorf, Viyana önlerinden başlayarak Anadolu içlerine kadar gelebilmişler, başkent İstanbul’u dahi işgal edebilmişlerdir. Bugünün küresel  varoluş, diplomasi, askeri, savunma vb. başta olmakla hiçbir alanında, hiçbir devletin tek başına mücadelesi mümkün değildir. Gerçekçi değildir. En başta etkin, güçlü, liyakatlı, diplomasi ve diplomasi kadrolarıyla Türkiye’nin de dost, müttefik, yakın düşüncedeki ülkelerle dayanışma ve ortaklık cephesi teşkil etmesi, alanını genişletmesi gerekir. Vizyon sahibi ülkelerin dış politikaları  güçlü, etkin, somut temeller üzerinden gelişmediği takdirde, değerli yalnızlık türünden romantik ve nostaljik anlayışlar her zaman yıkıcı sonuçlar verecektir. Bu tür anlayışların dünyamızın bugünkü affetmez, acı ve en küçük yanlışın hesabını bile eninde sonunda soran  gerçekliği içinde yeri de bulunmamaktadır.
Raab suyu muharebesi şehitlerimizin  anısına ilk anıt bizzat Mogersdorg belediyesince 1984 yılında yapılmıştır. Üzerinde de “1664 yılında burada şehit olan Türk askerlerinin anısına ithaf edilmiştir. Huzur içinde yatsınlar” yazılıdır.  Ardından bu kez Türk tarafı 2015 yılında yine aynı yerde ikinci, ancak daha görkemli bir anıtı daha inşa ettirmiştir. Açılışı da 27 mart 2017’de yapılmış, şühedaya dua edilmiştir. 


Ancak Avusturyalıların bu jestinin  her zaman hatırlanması, unutulmaması  gerekir. Arada sorunlar, anlaşmazlıklar olsa bile, bu tür halklar arası dostluklar devletlere her türlü meseleyi aşabilecek güç ve zemin verir. Zaten bu nedenledir ki anılan belediye, Viyana’daki Türk büyükelçiliklerince hep el üstünde tutulur, zaman zaman karşılıklı ziyaretler,davetler yapılır.


Günün birinde,   bir Türk yapımcının, belki de ortaklaşa  Türk ve Avusturyalı yapımcıların   elinden Mogersdorf / StGothardSavaşı dair  muhteşem bir eser, film veya belgesel   çıkacaktır umarız. Genç nesiller, insanlarımız bilsinler, hatırlasınlar diye.


Söylediğimiz gibi, insanlık tarihinin en muazzam devletlerinden Osmanlıların çöküş sürecine girdiğinin ilk ve önemli önemli işaretlerinden birine, Raab savaşına  şahitlik eden Raab suyu bugün gücü ve haşmeti tükenmiş şekilde sessiz sakin akıyor. Yoğun yağmurlar almadığı takdirde öylesine cılız ki, üzerini örten ağaçların dallarını, yapraklarını kaldırmadığınız takdirde çoğunlukla görünmüyor bile. 364 yıl sonra ve yine bir Kurban bayramı döneminde,  bu ağustos ayının ilk günlerinde,Anadolu’dan   çok uzaklarda, bu sessiz suların  kıyılarında  yatan  şühedayı birkez daha anıyoruz.


Bu vesileyle başta Uygurlar, Rohingalar, Afrikalılar olmakla dünyanın bütün mazlum halklarının Kurban bayramını kutluyor, kendileriyle evrensel dayanışma ve kardeşliğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve ipekyoluhaber.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
( (