Merhum Dr.Sadık Ahmet’in bir 24 Temmuz günü Batı Trakya Gümülcine/Susurköy’de şüpheli bir trafik kazasında vefatının üzerinden 25 yıl geçti. Mücadelesi ise her gün daha da güçleniyor, genç nesillere örnek olmayı sürdürüyor. Fedakarlıklar, mahkumiyetler, hapisler, baskılara direniş Dr.Ahmet’in hayatının daima ayrılmaz bir parçası oldu. Farklı ülkelerde, farklı zaman dilimlerinde yaşamış olsalar da aslında bunlar tarihe geçmiş tüm liderlerin ortak özellikleridir. Yakın tarihimizden bakarsak, örneğin, Elçibey, Mustafa Kırımoğlu ve bütün diğerleri için. Kimi zaman eşit vatandaşlık, adalet, hukuk, kimi zaman bağımsızlık ve özgürlük için.
Dr.Sadık Ahmet’in mahkeme başkanına hitaben “...sadece Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer bu suçsa tekrarlıyorum, ben Türk’üm, her zaman öyle kalacağım…” sözleri bugün bütün Türk azınlığa malolmuş durumda ve azınlığın dini, siyasi bütün liderlerince, STK, dernek vb. temsilcilerince bitmek bilmeyen mahkemelere, yıldırmalara, baskılara karşı her zaman tekrarlanıyor. Bilinen bir hususu bir kez daha vurgulayalım; Bu baskıların yaşandığı ülke bir AB üyesi ve batı medeniyetinin de kurucu unsurlarından biri olduğu iddiasında kendince.
Batı Trakya ve Batı Trakya Türk Azınlığı; Müslüman Türk kimliği olan ve bu kimliğini ağır yıkım, imha politikalarına rağmen canlı ve güçlü bir şekilde yaşatan bir bölgenin ve mücadeleci bir azınlığın adıdır. Bilindiği gibi, bugün dünyanın birçok yerinde varoluş savaşı veren Türk halkları bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Toros dağlarında ziyaretle görüştüğümüz bir Yörük başının büyük bir ferasetle söylediği gibi “...bugün dünyada herkes siyasi, ekonomik, sosyal problemlerden bahsediyor. Ama bizce bugün dünyanın en büyük meselesi Türk halklarının direniş ve varoluş mücadelesidir...” sözünün karşılığını bulduğu bölgelerden biri de Batı Trakya’dır. Evet, feraset farklı bir insanüstü histir. Dağ başında yaşayan, belki eğitimi sınırlı bir Yörük başı bunu sezer de, nice eğitimliler, nice makam sahipleri anlayamaz, kavrayamaz. İşte bu dünya; Batı’nın en ucundan, Avrupa’dan, Orta Doğu ve Kafkasya’dan Rusya’nın Pasifik kıyılarına kadar uzanan geniş bir bölgedir. Kimileri azınlık, kimileri özgür ülkelerinde yaşayan büyük bir nüfus. Bu dünyanın seçkin bir parçası olan Batı Trakya Türk azınlığı (BTTA) da onyıllardır süren asimilasyon politikaları nedeniyle büyük sıkıntılar çekmiş, mazlum bir halktır. Bilhassa bölgenin demografik yapısının Atina’nın harita mühendislikleriyle yüzyılın başlarına göre büyük ölçüde azınlık aleyhine değişmesiyle birlikte büyük sorunlarla yüz yüzü kalmışsa da direnişlerinde en küçük bir sarsılma olmadığını da bütün dünya görüyor.
Bölgenin zengin tarihinin ve azınlığın bugün bölgedeki konumunun kısa bir makale çerçevesinde incelenmesi şüphesiz mümkün değildir. Bununla birlikte; Osmanlının çekiliş sürecinde B.Trakya’da Garbi Trakya Hükümet-i Mustakilesi adıyla tarihte ilk Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğununda mutlaka bilinmesi gerekir. 31 Ağustos 1913’de kurulanbu cumhuriyete evsahipliği yapmış olmak bu toprakların köklü, şanlı ve onurlu tarihine daha da zenginlik katmaktadır.
Ey güzel Batı Trakya!... Nihayet esaretten kurtuldun,
Ey düşmanlar!.. Sanmayın savaşlardan bu millet yorgun.
Cumhuriyetin yüce bayrağı ebediyen bu yurtta dalgalanacak,
Batı Trakya kıyamete kadar hür yaşayacak!
(Batı Trakya Cumhuriyeti Milli Marşı’dan.1913)
Çok kısa ömürlü olsa da bayrağı, pulu, pasaportu, ordusu, resmi haber ajansı, basın organları, bütçesi, Süleyman Askeri Bey’in yazdığı milli marşıyla bağımsız Batı Trakya Türk Cumhuriyeti. Tarihin akışı içinde 1919 Nöli Anlaşması, 1920 Sevr Anlaşması, 1923 Lozan Anlaşması vb. siyasi gelişmelerle asırlık Müslüman- Türk ülkesi Batı Trakya bir başka devletin idaresine girmiş, ancak zengin insan, kültür, inanç, edebiyat vb. dokusuyla kimliğinden hiçbir şey kaybetmemiş, bilakis bütün bu değerlerine daha da sarılmıştır.
Bu vesileyle vurgulayalım, dünyada en zor şey bir ülkede azınlık olmaktır. Dünya’nın hangi ülkesinde olursa olsun, azınlıkların endişeleri olur, ezilirler, korkarlar, kendilerini en rahat htikleri yerlerde bile azınlık olma ürkekliği yaşamları boyunca kendilerini terketmez. Bu dünyada medeni ülke tanımlaması yapılacaksa en önemli kriterlerden birisi mutlaka azınlıkların mutluluğu, durumu kriteriyle ilgili olmalıdır. Medenilik bir ülkenin gelişmişlik düzeyiyle, sosyo-ekonomik düzeyiyle doğrudan bağlantılı değildir. Nitekim, ileri düzeyde gelişmiş ülkelerde de azınlıkların büyük mağduriyet altında olabildiklerini görüyoruz. Bu bakımdan, bugün küresel sistemin en merkezi ve güçlü bölgelerinden AB’nin üyesi olmak, bu ülkelerde azınlıkların sorunsuz, dertsiz oldukları anlamına hiçbir zaman gelmemektedir. Yunanistan’da yaşayan BTTA’nın durumu bu konuda en ibretamiz örneklerden biridir. Aslına bakılırsa bu ülkedeki diğer azınlıkların, örneğin Makedonların durumunun da parlak olmadığını biliyoruz.
Komşumuz Yunanistan’a İpsala kapısından girerek Kavala,Selanik yönünde seyahatlerine başlayanlar otobanda ilerledikçe uzaktan minarelerin yükseldiği köyleri, kentleri seçeceklerdir. Bu otoban yapılmadan önce ülkemizden gelen araçlar bugün uzaklardan görülen yerleşim merkezlerinin, köylerin, kasabaların içinden geçerdi. Yolun sağında, solunda yol boyunca İskeçe çıkışına kadar uzanan, içerilere doğru da Bulgaristan sınırlarına kadar derinlik kazanan bu bölge modern zamanlarda sadece bir AB ülkesinde değil, uluslararası düzen içinde de ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı yerlerden biridir.
Türkiye ve Yunanistan uzun yıllardır komşuluk yapıyor. Ondan önceki asırlar boyunca da aynı yönetim altında, Osmanlı hükümranlığında dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmuşlardı. Tarihi-coğrafi yakınlığın ötesinde ortak kültürel, insani, medeni değerler bakımından da güçlü ilişkileri var.
Bununla birlikte iki ülke arasında çok ciddi sorunlar mevcuttur. Merhum Dr.Sadık Ahmet’in vefat yıldönümü vesilesiyle, bu yazımızın konusunu teşkil eden,Batı Trakya Türk Azınlığı bu sorunların başında gelir. 1923 Lozan Barış Antlaşması ile BT Türklerine azınlık statüsü tanınmıştır. Antlaşmanın 37-45. Maddeleri, iki ülkede zorunlu mübadele dışında tutulmuş azınlıkların hukuki statüsünü düzenler.
Buna mukabil, BTTA dışında Yunanistan’da Oniki Adalar’da, ülkenin farklı şehirlerinde yaşayan Türk nüfusun durumu ayrı bir analiz konusudur. Yunanistan bu soydaşlarımıza Lozan Anlaşması’nın imzalandığı dönemde adaların İtalya’ya ait olduğu gerekçesiyle azınlık statülerini vermemektedir. Halbuki bugün Rodos ve İstanköy başta olmakla adalarda 6-7 bin civarındaki soydaşımız da, BTTA gibi etnik kimliğin inkarı, eğitim, okul/öğretmen bulamama, vakıflarını yönetememe, Yunan makamlarının vakıflara müdahaleleri, Yunan vatandaşlığından atılma vb. sorunlarla yüzyüzedir.
BTTA sorunlarına biraz daha yakından bakarsak, Rodop, İskeçe ve Meriç İllerini içeren bölgede nüfus ve toprak mülkiyeti dengesininyüzyılın başından bugünlere tamamen azınlık aleyhine dönüşmesi belki en başta zikredilmesi gereken gelişmelerdendir. Birçok sorun bir şekilde bu yapının değişmesiyle de bağlantılıdır.
Bugün için azınlığın hemen her alanda yaşamsal sorunları mevcuttur.Sadece siyasetçilerin, bölgeyi izleyen uzmanların değil, turizm amacıyla bile olsa Türkiye’den bölgeye yolu düşen veya uzaklardan da olsa Türk köylerini kentlerini, camilerini vb. gören her bir ziyaretçinin bilmesi gereken konulardır bunlar.
a.Türk Kimliğinin İnkarı; Dünyada örneği belki de hiç bulunmayan uygulamalardandır. Türk ismini kullanmak suç olmuştur. Türk ismini taşıyan azınlık kuruluşları, dernekler yasa dışı ilan edilmiştir. Azınlık tarihinin en eski ve köklü derneği İTB/İskeçe Türk Birliği (1927) bu nedenle yasaklanmış, keza Rodop Türk Kadınlar Derneği’nin kuruluşuna izin verilmemiştir. İTB davası AİHM’ye de taşınmış, 27 Mart 2008 tarihli kararla Yunanistan dernek kurma özgürlüğünü ihlalle suçlanmıştır. Ancak Atina bu kararı yıllardır uygulamamaktadır. Mart 2020’de Yargıtay’da görüşülmesi gereken dava bu kez de salgın nedeniyle ele alınamamıştır. Benzer şekilde; 1987’de Türk Öğretmenler Birliği/TÖB ile Gümülcine Türk Gençler Birliği/GTGB de kapatılmıştır. Bütün bunlara, büyük baskılara rağmen, genelde Balkanlar gibi Batı Trakya azınlığı da Müslüman Türk şemsiyesinin altında birleşmiştir. Yerel düzeyde kültürel, lehçe vb. farklılıkların olabildiği dağlık bölgeleri de bu efsanevi direnişin öncülerinden oldukları cihetle her zaman büyük takdirle anıyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz gibi merhum Sadık Ahmet’in “Ben Türk olduğum için yargılanıyorum”sözü bu kimlik direnişinin daima yaşayan şiarlarından birine dönüşmüştür.
b.Eğitim; Türk azınlığa ait çok sayıda ilkokul kapatılmış, Türk çocuklar Yunan devlet okullarına gitmeye teşvik edilmiştir. İki dilli (Türkçe/Yunanca) azınlık anaokullarına daizin verilmemektedir. Bu yöndeki girişim ve talepler sürekli cevapsız kalmaktadır. Orta/Lise düzeyinde mevcut iki okul, Gümülcine Celal Bayar Lisesi ile İskeçe Muzaffer Salihoğlu Lisesi yetersizdir. Ancak azınlık bu konudaki taleplerine de olumlu cevap alamamaktadır. Keza Türkiye mezunu öğretmenlerin azınlık okullarında görev yapması izin verilmemekte, anlaşmalar uyarınca gönderilen öğretmenlerin (kontenjan öğretmeni) bilhassa dağlık bölgelerdeki okullarda görev yapmalarına izin verilmemektedir.Bazılarını zikrettiğimiz eğitim sorunları çok boyutludur, derindir. Azınlığın geleceğinin düğümlendiği en kritik alan da esasen eğitimdir.
c.Dini özgürlükler BTTA’nınen fazla baskıya maruz kaldığı alandır. İlgili Anlaşmalara (bilhassa 1913 Atina Anlaşması ve Yunanistan’ın 2345-1920 tarihli iç yasası) rağmen müftüler tayinle gelmeye başlamıştır. Azınlığın seçtiği müftülerse yetki gaspı iddiasıyla mahkemelere verilmektedir. Bu konuda da Yunanistan aleyhine AİHM’nin ihlal kararı çıkmıştır. Buna rağmen Atina azınlığın din alanına müdahalelerini sürdürmekte, kendi din adamlarını yetiştirmesine, camilerde görev yapmalarına imkan vermemektedir. Bilindiği üzere, azınlığın dini liderlerinden merhum Müftü Mehmet Emin Aga’nın yaşamı da neredeyse Yunan mahkemelerinde mücadeleyle geçmiştir. Kendisinin bu mahkemelerdeki vakur duruşunu, şahitler olarak, her zaman hatırlamaktayız. Türk azınlık da liderlerini hiçbir zaman yalnız bırakmamış, mahkemeler ülkenin neresinde yapılırsa yapılsın, otobüslerle oralara akın etmiştir.
d.Vakıflar ise en büyük ve ağır yaşamsal sorunlardandır. Müftüler gibi seçimle göreve gelmiş vakıf idare heyetleri azledilmiş, resmi makamların belirlediği tayinliler getirilmiştir. Vergi borçları nedeniyle vakıf malları ipotek altındadır. Vakıfların bu durumu azınlığın eğitim, okullar gibi diğer meselelerine de yıkıcı etki yapmaktadır.
e.Siyasi temsilde çeşitli sorunlar mevcuttur. Son olarak 2019 parlamento seçimlerinde 3 azınlık mensubu siyasi partilerden Meclis’e girebilmiştir. Bağımsız azınlık adaylarının seçim barajı (%3) nedeniyle doğrudan seçilerek Meclise girebilmeleri imkansızdır. Ancak yerel düzeyde belediyelere, belediye meclislerine bağımsız listelerle zaman zaman girebilmişlerdir.
Zor iştir dünyada azınlık olmak demiştik. Batı Trakya’daki azınlık, bunu bir Avrupa, bir AB ülkesinde her düzeyde, her an yaşayan, ancak tarihi bir direniş gösteren bir Müslüman Türk azınlıktır. Bazılarını yukarıda özetlediğimiz sorunları on yıllardır bitmiyor. Atina’nın esasen bunları çözme yönünde bir iradesi de yok. Sorunlardan, gerginliklerden beslenmeyi, çoğu kez de AB’nin arkasına gizlenerek adımlar atmayı tercih ediyor. Türk mimari eserlerinin yıkımı(bu konuyu detaylı şekilde 21 haziran tarihli makalemizde yine Enpolitik’de işlemiştik),imhası, kundaklanması, azınlık mensuplarının vatandaşlıktan atılmaları (19.madde) ve diğer birçokları…
Umarız bütün her yerdeki azınlıklar gibi Batı Trakya’daki Türk azınlık da bütün haklarına kavuşur, sadece iddia eden değil gerçekten medeni değerlere sahip bir ülkenin özgür vatandaşları olarak yaşamlarını ve varlıklarını en yüksek standartlarda sürdürme imkanını elde eder.