SEHER VAKTİ
Her gece olduğu gibi yine gecenin son çeyreğiydi.
Bazen kahredici , bazen ürpertici , bazen cezbedici bir tarzla,
Bazen de gecenin tüm sakinliğini deforme eder bir nazla,
Uyandırır beni , portatif gardrobumun üzerindeki insafsız alet .
Tereddütüm var , kalkıp kalkmama ; Rabbimle başbaşa kalıp kalmama hususunda
Nefsimle mücadele etmek yetmiyor , şeytanın da bir karabasan gibi ağırlığını üzerimde hissediyorum.
Şüphelerim var , seher vaktinin geçip geçmediği , meleklerin bekleyip beklemedikleri konusunda.
Tam o sırada ; dilimden dökülen besmele, aklımı, ruhumu ve nefsimi silkelediğini anlıyorum.
Açılmak istemeyen göz kapaklarımın faldaşı gibi olduğunu görüyorum.
Öncelikle namaz kılmak için gerekli olan abdestimi alıyorum.
Ellerimi yıkarken ellerimin günahlarının , gözlerimi yıkarken gözümün günahlarımın döküldüğünü düşünüyorum.
Hatta ayaklarımın yıkanışında , kulaklarımızın meshedilmesinde hep aynı duygularla çalkalanıyorum,
Öteden beri teheccüd namazı kılmak benim için adeta normal vakit namazı gibiydi.
Zira o , herkesin mışıl mışıl uyuduğu bir zamanda benim ayakta kalmamı sağlayan şeydi.
Özellikle zifiri karanlık, ‘şafağın sökeceği zulmün sona ereceği’ en yakın zaman dilimiydi
Hatta o an , ilahi rahmet debisinin en yoğun olduğu duygu seliydi.
Teheccüt namazı kılmanın verdiği huzur ta iliklerime kadar işlemişti.
Artık sabah namazına kadar vird çekmenin , ruhu beslemenin zamanı gelmişti.
İşte o sırada geçen kara tiren , sadece gecenin değil , aynı zamanda tüm sessizliğin bozulduğunu haber vermişti.
Kara trenle birlikte penceremin camını kırarcasına , kafeste olmamasına rağmen; benim diye avunduğum kanaryamın enfes beste ve güftesi , beni biraz daha mest etmişti.
İşte o zaman ; zikirle coşmanın , fikirle taşmanın , tevhidle buluşmanın tam zamanıydı.
İşte o zaman ; yıldızları gözlemenin , aya bakmanın , semayı seyretmenin tam zamanıydı.
İşte o zaman ; yalvarmanın ,yakarmanın , dua etmenin tam zamanıydı.
İşte o zaman ; dağ olmanın , not almanın , yok olmanın ,vuslata ulaşmanın tam zamanıydı.
Bu hengamede derinden , uzaktan , içten , özden ve sabah makamında okunan ezan ; adeta bu topraklarda imanın sönmeyeceğini haykırıyordu.
O ezanı diğerleri takip ediyor , farklı nağmeler , farklı makamlar , farklı yorumlar birbirine nisbet ediyordu.
Böylesine ahenkli ses cümbüşünü , ilahi atmosferi, tek bir renge büründürmek isteyenlere , o ambiyans; en güzel cevap veriyordu.
Ha unutmadan , bu masmavi gökyüzüne dek ulaştığına inandığım Hoş Sedanın içine cemadat ve nebatatın tesbihleri eşlik ediyordu.
Sabah namazını cemaatla kılmanın ve daha fazla sevap kazanmanın gerekliliği aşikardı.
Camiden içeri girerken meleklerin hoş geldin dercesine karşıladıklarını ve gelmeyenler için yas ilanlarını hissetmemen hemen hemen imkansızdı.
Namaz çıkışında üç-beş cemaatla salavatlaşmanın , yakınlık kurmanın , güven duygusunu tazelemenin verdiği mutluluğu anlamamak mümteniydi.
Hele bazılarının ; cami avlusunda , gerek kabristandakilere ve gerekse geçmişlerine okudukları Kur’andan nasiplenen mevtaların , sevinç ve mutluluklarına ortak olmamak muhaldi.
Akabinde hafif adımlarla yürürken , kuşların birbirleriyle olan şakalaşmalarına tanık oluyorum.
Onların da yeni bir güne başlarken ‘güneş üzerimize doğmasın’ anlayışı ile hareket ettiklerini düşünüyorum.
Derken cümle kapısından içeri giriyor , güneşin doğuşunu beklemeye başlıyorum.
Aynı zamanda gözlerimin , dimağımın , kalbimin bir maratoncu gibi yorulduğunu hissediyorum.
Seyretmeğe doyamadığım gökyüzündeki yıldızların birer birer söndüğüne şahitlik ediyorum.
Ama içlerinden ‘sabah yıldızının’ inat edercesine , baş kaldırır gibi çırpınışına tanık oluyorum.
Oysa her şey nafile! Güneşin doğuşuyla birlikte bütün yıldızların yok olduğunu hem hüzün , hem de sevinçle gözlemliyorum.
Artık ağaçların yeşili , gökyüzünün mavisi ve Güneşin sarı renginin akşama kadar sürecek olan nikahlarına şahitlik ediyorum