Davutoğlu'ndan Net Tepki: 28 Şubat'ta Yerlerde Sürüklenenlerin Kurduğu Üniversite Erdoğan Tarafından Kapatıldı! (VİDEOLU)
Davutoğlu'ndan Net Tepki: 28 Şubat'ta Yerlerde Sürüklenenlerin Kurduğu Üniversite Erdoğan Tarafından Kapatıldı! (VİDEOLU)
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, kurucusu olduğu Bilim ve Sanat Vakfı tarafından açılan İstanbul Şehir Üniversitesi'nin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kapatılması hakkında açıklamalarda bulundu.
Açıklamasında çok sert ve net ifadeler kullanan Davutoğlu, "Yarın gençler sorduklarında diyeceğiz ki; 28 Şubat’ta yerlerde sürüklenenlerin, hapislere girenlerin, okullardan atılanların kurdukları bir üniversite Recep Tayyip Erdoğan tarafından kapatıldı" dedi.
İşte Davutoğlu'nun çok konuşulacak açıklamasının tamamı:
"Akademik değeri ve kalitesi konusunda her kesimin mutabık olduğu Şehir Üniversitesi’nin dün gece yarısı bir “Cumhurbaşkanı Karar”ı sonucunda kapatılması ile ilgili olarak huzurunuzdayım.
Gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararını ve Cumhurbaşkanının şahsi imzasını gördüğümde başta Cumhurbaşkanı olmak üzere kararda payı olanlar adına derin bir hüzün ve hicap duydum. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu attığı imza ile tarihe üniversite kapatan siyasetçi olarak geçmiştir. Aynen konuyla ilgili Nisan ayında TBMM’nden geçen yasada olduğu gibi bu kararı da bir gece yarısı yayınladılar.
Gece yarısı yayınlayınca kararın vahametini örtebileceklerini zannediyorlar. Halbuki gecelerin de mutlak ve şaşmaz bir Şahidi olduğunu unutuyorlar. Bir gece yarısı kararıyla, Türkiye’nin en kaliteli eğitim kurumlarından birine darbe yaptılar. Daha doğrusu Türkiye’nin geleceğine, gençlerin hayallerine ve bir bütün olarak Türkiye’nin eğitimine darbe yaptılar.
Cumhurbaşkanı attığı bu imza ile nasıl bir Türkiye görmek istediğini de ilan etmiştir. Cumhurbaşkanı, AK Parti ve 28 Şubatçı ortaklarının Türkiye’sinde özgür düşünceye, bilgiye, liyakate ve emeğe yer yoktur. Onların Türkiye’sinde akla, ahlaka ve vicdana yer yoktur. Daha da önemlisi gençlere yer yoktur.
Cumhurbaşkanı, AK Parti ve 28 Şubatçı ortaklarının Türkiye’si adaletsizliğin, hukuksuzluğun ve keyfiliğin olduğu bir Türkiye’dir. Herkes kendilerine kayıtsız şartsız itaat etsin istiyorlar.
Farklı bir düşünce serdedilmesine, farklı bir siyasi görüş bildirilmesine tahammülleri yok. Farklı bir düşünceniz, görüşünüz, bağımsız bir yapınız varsa tehdit görülürsünüz ve cezalandırılırsınız. Bu kararın ne yazık ki hiçbir açıklaması yok. Herkes biliyor. Arazi tahsisi tartışmasının da, banka kredisi kandırmacasının da, ödemeler gecikiyor mazeretinin de bir düzmeceden ibaret olduğunu herkes biliyor. Hiç hicap duymadan bu üniversitenin kuruluşuna emek verenleri dolandırıcılıkla suçlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan da tüm bunların gerçek olmadığını son derece iyi biliyor.
Bugün benim gibi birçok insanın içi yanıyor. Son seçimlerde AK Parti’ye oy veren milyonlarca insanın da içi yanıyor buna adım gibi eminim. Hiçbiri Erdoğan’ı üniversite kapatsın, binlerce öğrenciyi ortada bıraksın, Türkiye’nin en değerli akademisyenlerinden, beyinlerinden bir kısmını işsiz bıraksın diye seçmedi.
AK Parti’ye gönül vermiş kardeşlerimin bu yaşananlar karşısında içlerinin kan ağladığını biliyorum. Binlercesinin çocuklarının okuduğu Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasını Cumhurbaşkanı en başta onlara açıklayamaz. Elbette bu kararı arsızca savunmaya çalışacak, kararın arkasında durmaya kalkacak, hiçbir ahlaki sınır tanımaksızın bu cürmü savunacak olanlar olacak.
Artık Cumhurbaşkanı ve 28 Şubatçı ortakları gururla meydanlarda Şehir Üniversitesi’ni nasıl kapattıklarını anlatabilirler. Bu dönemi özetleyen bu zulmü gururla anlatabilirler. Ama geldiğimiz nokta herkesin başını ellerinin arasına alıp düşünmesini gerektiriyor.
Artık “cumhurbaşkanı iyi ama çevresi kötü” aldatmacasının daha fazla savunulacak hali kalmamıştır.
Bugün üniversiteye el koyan da, eğitim hayatına darbe vuran da, kayyım atayan da, gençlerin hayalleriyle umutlarıyla oynayan da, hocaları işsiz bırakan da, futbol kulüplerine, inşaatçılara bulduğu parayı üniversitelerden esirgeyen de, siyasi hırsı ve kini için artık hiç bir engel tanımayan da bizatihi bu Cumhurbaşkanı kararına imza atan Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Cumhurbaşkanı Kararı’nı böylesi bir vahametten hicap duymayanlar duvarlarına asabilirler.
Cumhurbaşkanı Kararı’nı yaşanan her haksızlığa bahane bulmakta mahir olanlar duvarlarına asabilirler. Cumhurbaşkanı Kararı’nı adil şahitler olacağız diye yola çıkıp her türlü adaletsizliğe karşı gözlerini kapatanlar duvarlarına asabilirler.
Cumhurbaşkanı Kararı’nı aman bize bir şey olmasın, kazanımlarımızı kaybetmeyelim diyenler duvarlarına asabilirler. Cumhurbaşkanı Kararı’nı FETÖ’nün 28 Şubat’ta dilsiz şeytana dönüşüp millete yapılanlar karşısında sus pus olduğu gibi bugün de gözleri, kulakları ve kalpleri mühürlenenler duvarlarına asabilirler.
Biz de saklayacağız bu kararı, sonraki nesillere bugünlerde neler olduğunu tek seferde anlatabilmek için. Kimin nerede nasıl bir duruş sergilediğini anlatabilmek için saklayacağız.
Yarın gençler sorduklarında diyeceğiz ki; 28 Şubat’ta yerlerde sürüklenenlerin, hapislere girenlerin, okullardan atılanların kurdukları bir üniversite Recep Tayyip Erdoğan tarafından kapatıldı.
Bir darbe mantığı ve yöntemi ile dün gece yarısı açıklanan bu karar ile bir kurum ve gelenek cinayetine şahitlik ettik.
Bu karar ile sadece onyıllarca süren bir emeğin ürünü olan bir üniversite kapatılmadı; asırlara dayanan vakıf geleneği temelinden sarsıldı, insan onuru ve akademik özgürlükler ağır bir darbe aldı.
Bu kararın vahametini anlayabilmek için bu kurumun zihni ve tarihi arka planın, bu kurumdan kimlerin ve niçin rahatsız olduğunu kavramak gerekir.
Şehir Üniversitesi’ni ortaya çıkaran zihni çaba bugün gençlerin start-up şeklinde tanımladıkları bir genç girişim ruhunun ürünüydü. Yetmişli yılların sonlarında ülke sağ-sol çatışmaları içinde enerjisini ve her kanattan en dinamik genç unsurunu yitirirken onlu yaşların sonlarında yirmili yaşların başlarında bir grup genç meselenin bir ideoloji değil zihniyet meselesi olduğundan hareketle uzun dönemli bir zihni çabanın içine girmeye karar verdi.
Üç imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehirde yaşamanın verdiği sorumluluk ile tesbitleri açık, idealleri ve hedefleri berraktı: İdeolojilerin dar kalıplarını kıran yeni bir zihni ve ilmi devinim olmaksızın insanlığın değerlerine beşiklik etmiş bu toprakların üzerindeki kara bulutları dağıtmak mümkün değildi.
Hiçbir batı klasiği okumadan batı-karşıtlığının hiçbir doğu klasiği okumadan ve bu topraklara ait medeniyet birikimine vakıf olmadan doğu ve İslam-karşıtlığının yaşandığı sığ bir kültürel ortamda bu toprakların irfanından ve hikmetinden hareket ederek bütün insanlık birikimine açılacak yeni bir ufkun peşindeydiler.
İki ilke benimsediler: Özgürlük ve özgünlük.
Zihinlerini özgürleştirmeden prangalardan kurtulmanın, birikimlerini derinleştirmeden özgün bir düşünce geleneği kurmanın mümkün olmadığını görerek alternatif ve tamamlayıcı bir eğitim modeli üzerine kafa yordular. Bu modeli hayata geçirmek üzere yirmili yaşların ortalarında 1985 yılında Bilim ve Sanat Vakfı’nı kurdular.
Toplumumuzun kültürel ortamına atılan bu tohum doksanlı yılların çetin şartlarında ciddi sınamalardan geçti ve kısır gerilimlerle çoraklaşmış toprağın üzerinde boy vermeye başladı. Bilim ve Sanat Vakfı bir taraftan 28 Şubat şartlarında eğitim imkanı elinden alınan başörtülü kızlarımıza ve İmama Hatipli gençlerimize sığınak oldu, diğer taraftan uzun dönemli bir geleneğin kurulabilmesi için derinlikli akademik çalışmalara beşiklik etti.
Bu süreç içinde vakıf seminerlerine katılan on binlerce öğrenci arasından ve onlarca kademe çalışmasından süzülerek gelen seçkin öğrencilere ise tek bir hedef göstermeye çalışıldı: Anadolu irfanı ile insanlık birikimini, gelenek ile moderniteyi, ahlak ile bilgiyi, milli olan ile evrensel olanı kendi şahsiyetinde ve zihninde birleştiren yeni bir ilim geleneğinin öncüsü olmak. Bu amaç doğrultusunda yıllarca Çin Medeniyetinden İslam medeniyetine, Hint Medeniyetinden Batı medeniyetine kadar uzanan klasikler okutuldu, bu gençlerle zorlu ama aşk dolu bir zihni serüvene çıkıldı.
Şehir Üniversitesini herkesin takdir ettiği bir akademik seviyeye taşıyan kadrolar bu gençler arasından çıktı. Onlar olgunlaştıkça Şehir Üniversitesi ideali ete kemiğe büründü.
İşte Şehir Üniversitesi onlarca yıl yaz tatili, hafta sonu, aile hayatı gözetilmeden aşkla sürdürülen bu zihni serüvenin ürünüydü.
Konjonktürel şartlarda ortaya çıkan geçici bir hevesin değil, bitmez tükenmez bir bilgi aşkının semeresiydi.
Tohumları elde edilen iktidar gücü ile değil, 28 Şubat’ın muktedirlerinin bin yıl sürecek dedikleri baskı günlerinde atılmıştı.
Bir kar ve rant hesabına değil, hasbiliğe, samimiyete, düşünce özgürlüğüne, ilim onuruna ve ilim adamı vakarına dayanıyordu.
Bu üniversitenin varlığı bir arsaya ya da mekana bağlı değildi; aksine o mekanlar bu gelenekle buluşunca şeref ve anlam kazandı.
Şehir Üniversitesi zihni bir tohum olmaktan çıkıp toplumsal bir fidan olmaya başladığında medeniyet beşiği bu toprakların çoraklaşmasına sebep olan ne kadar doğmatik, sloganik ve dar görüşlü çevre varsa hepsi birden rahatsız olmaya başladı.
Önce eğitim alanını tekeline almak isteyen FETÖ unsurları rahatsız oldu. Büyük imkanlarla kurdukları onlarca üniversitenin toplamından bir Şehir Üniversitesi kalitesi ve özgünlüğü çıkaramamış olmanın rahatsızlığı içinde her türlü doğrudan dolaylı engelleme çabası içine girdiler. Çünkü biliyorlardı ki Şehir Üniversitesinin özgürlükçü zihniyetinden onların istediği robotik bir nesil çıkaramazlardı.
İkinci olarak, bilimi talimatla siyasi ve resmi dogma üretme alanı olarak gören 28 Şubat zihniyeti de tümüyle köklerini kurutmaya çalıştıkları bu topraklardan yeni ve özgün bir irfan ve hikmet fidanının çıkmasından ve yeşermesinden rahatsız oldular. Çünkü onlar da biliyorlardı ki her türlü düşünceye açık bir zihin inşasını hedef edinen Şehir Üniversitesi ideali var oldukça onların savaş ilan ettiği kültürel damarları tasfiye etmek mümkün değildi.
Ve nihayet bilgiyi kulaktan dolma enformasyondan, niteliği yüzeysel nicelikten, tarihi ve dini değerleri sloganlardan ayırt edemeyen ve ilmi faaliyeti talimatlarla yürümesi gereken bir itaat alanı olarak gören yaklaşım ve güç sahipleri de Şehir Üniversitesinden rahatsız oldular. Çünkü onlar da biliyorlardı ki, Şehir Üniversitesi zihniyetinin yaygınlaşması istedikleri gibi düşünmeden itaat eden, sorgulamadan boyun eğen, özgür vicdanları ile değil reelpolitik ile yaşayan kindar bir neslin yetişmesi mümkün olmazdı.
Dün gece yarısı alınan bu karar görünüşte bir siyasi intikam duygusunun eseri olarak görülse de aslında bu üç çevrenin uzlaştığı otoriter, doğmatik ve sığ anlayışın ortaya çıkardığı siyasi ve kültür ortamının ürünüdür. Bu karara giden süreçte etkin olan aktörlerin geçmişlerine bakıldığında ülkeyi bir düşüne karanlığına boğan bu otoriter şeytan üçgeninin izleri görülecektir.
Tarih bir gün bu karanlık sürecin görünen ve görünmeyen aktörlerini deşifre ettiğinde meselenin sıradan bir mali sıkıntı ve hukuki ihtilaf konusu olmadığı da açık bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Mesele gerçekten mali bir sıkıntı olsaydı, ülke ekonomik kriz içinde iken rantiyecilere aktarılan kaynaklar üniversitenin kanuni hakkı olan yeniden yapılandırma için de kullandırılabilirdi.
Mesele üniversite arazisinin statüsü olmuş olsaydı, statü tahsis çevrilip üniversite yaşatılabilirdi.
Son karar da göstermişti ki mesele bunlar değildi.
Mesele siyasi intikam duygusu ve üniversitenin oluşturduğu özgürlükçü ortamın otoriterleşmeye engel teşkil etmesiydi.
Mesele Şehir Üniversitesi üzerinden diğer bütün sivil topluma “bana kayıtsız şartsız itaat etmezseniz sonunuz bu olur” mesajını ileterek mutlak otoriterleşmeye geçmekti.
Mesele, toplumun bütün farklı ideolojilere mensup ama özgün kesimlerinin bulunduğu bir ortamı tasfiye ederek toplumsal diyalog kanallarını tümüyle kapatmaktı. Çünkü Şehir Üniversitesinin akademik kadrosundaki ve öğrenci kitlesindeki çeşitlilik kutuplaşmayı imkansız kılıyordu.
Bugün bu kararda payı olanlar bilsinler ki nesiller boyu bu cürümle anılacaklar ve hepsinin bildiğini farz ettiğim vakıf bedduasının muhatapları olacaklardır. Bugün ne kadar muktedir olduklarını göstermiş olarak kibirle dolaşabilirler; ama bu cürmün hesabını hem kamu vicdanında hem de adalet terazisinde vereceklerdir.
Molla Kasım Yunus’un şiirlerini birer birer suya atarken hikayenin bittiğini düşünse de o çıplak gerçeğin karşısına çıkması mukadderdir:
“Seni sıygaya çeker
Bir Molla Kasım gelir
Bu karar karşısında “kazanımlarımızı kaybetmeyelim” argümanı ile sessiz kalanlar da bilsinler ki, onların kazanımlardan kast ettikleri mevkileri, makamları ve statüleri ise hesap verecekleri bir ateş üzerinde oturuyorlar.
Yok eğer kazanımlardan kast ettikleri değerlerimiz ise bu karar ile bütün o değerler tarumar edilmiştir. Gelen talimatlara bakmasınlar, sadece vicdanlarına sorsunlar; vicdanları onlara gerçeği söyleyecektir.
Unutulmasın: Değerler feda edilerek korunmaya çalışılan güç elde tutulan bir ateş gibidir. Değerleri korumak için terk edilen güç ise gerçek gücün habercisidir. Ve yine unutulmasın: Zihinlerde ve yüreklerde inşa edilen bir yapı, talimatlarla ve gece yarısı kararları ile çökertilemez.
Şehir Üniversitesinin mekanına el konulabilir, statüsü geçici bir süre için yok edilebilir; ancak ruhu ve vicdanı teslim alınamaz. Bunun için delil mi istiyorsunuz: Bu ruhu ve vicdanı son ana kadar koruyan Şehir yöneticileri, hocaları, öğrencileri ve çalışanları.
Delil mi istiyorsunuz? Kendilerine yapılan reelpolitiğe mutlak itaat ve boyun eğme çağrılarına “ merhamet dilenerek üniversite yönetilmez, hukukla yönetilir” diyerek akademik yönetimin ne olduğunu cümle aleme gösteren üniversite yöneticileri.
Delil mi istiyorsunuz? Aylarca maaş almadan ve gelecek belirsizliği içinde olmalarına rağmen bir an bile derslerini aksatmayan onurlu akademisyen meslekdaşlarım. Onların akademik onuru koruyan duruşları bu ruhun ve vicdanın yansımasıydı. Onlar nesiller boyu anılacak bir destanın öznesi oldular.
Delil mi istiyorsunuz? kendi iradeleri ve emekleri ile geldikleri ve gurur duydukları üniversiteleri için son ana kadar sabırla, onurla ve vakarla mücadele eden Şehir öğrencileri.
Evet kurdukları grupla Şehir Hepimizin diyerek haykıran Şehir öğrencileri yaşadıkları bu tecrübeyle dahi özgürlüğün ve onurun ne anlama geldiğini ve nasıl bir bedel gerektirdiğini yaşayarak öğrendiler ve herkese gösterdiler. Ben de buradan onların şiarı ile haykırıyorum: Evet Şehir Hepimizin ve biz nefes alıp verdikçe o ruh ve vicdan yaşayacaktır.
Delil mi istiyorsunuz? çoğu zor şartlarda yaşayan ve maaş alamadıkları için aylarca destek ile yaşamak zorunda bırakılan ama kendi evleri gibi gördükleri bu mekanın temizliğini, güvenliğini ve işleyişini bir an bile aksatmayan onurlu Şehir çalışanları.
Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Şehir Üniversitesinin ruhu ve vicdanı yaşadıkça ve bu onur sınavını veren bu kadro var oldukça Şehir Üniversitesi yeniden ayağa kalkacak ve ihya edilecektir. Şehir Üniversitesini kuran kırk yıllık zihni serüvenin bir ferdi olarak taş taşımakta dahil her türlü bedeni ve zihni emeğim ile bu ihya sürecinin neferi olacağım. Biz zihni ve siyasi çileyi hayatımızın rutini olarak görmüş bir nesiliz.
Seksenli yıllarda eşimin başörtüsü için 12 Eylül rejimi ile, doksanlı yıllarda İmam Hatip’te okuyan büyük kızım için 28 Şubat rejiminin baskıları ile, 2000 li yılların ortalarında üniversitede okuyan ortanca kızımın başörtüsü için zamanın vesayetçi YÖK anlayışı ile mücadele etmiştim.
Kaderde dün gece yarısı siyasi mücadelesine destek için parti kapatma kararı sonrasında siyasete girdiğim ve başarısı için her türlü fedakarlığı göze aldığım Cumhurbaşkanın yayınladığı gece yarısı kararnamesi ile bütün gece derin bir ıstırap çeken en küçük kızımı teselli etmeye çalışmak da varmış.
Gözlerimin içine bakarak “ baba biz onlara ne yaptık ki gelecek ideallerimizi ve hayallerimizi yok ediyorlar. Onlar senin bizim büyüme çağımızda yüzünü dahi görmemize engel olacak şekilde hizmet ettiğin en yakın arkadaşların değil miydi?” diye soran ve sorgulayan kızıma verdiğim cevap bütün gençlere dönük de samimi bir mesajımdır:
“Hakikatleri söylemek bedel ödettirir. Tarih ise ancak reelpolitiğe boyun eğenlerce değil, idealleri için bedel ödemeyi göze alanlarca yazılır. Allah’ın ve tarihin adaleti er veya geç tecelli eder.”
Bu karar dolayısıyla herkes muhasebe yapmalı ama kimse karamsarlığa kapılmamalıdır. Farklı tarihi tecrübeler her kapatmanın ve yıkımın ardından bir ihya geldiğini öğretir. Moğollar Bağdat’taki medreseleri kapatıp yerle bir ettiler ama ilim geleneğini yok edemediler. Hemen hemen aynı yüzyılda dünyanın diğer bir köşesinde o zamanki siyasi otoritenin talimatlarına uymadıkları için Oxford’dan sürülen öğretim üyeleri ise Cambridge Üniversitesini kurdular.
Mekanları kapatarak ya da tasfiye ederek güç gösterdiklerini zannedenler unutuldu ama o gelenekler yaşadı. Kimsenin şüphesi olmasın Şehir Üniversitesi mutlaka ihya edilecektir. Üniversite kapatarak fikirlerin ortadan kalkmayacağını öğrenemeyenlere karşı hukuk ve adalet mücadelemiz devam edecektir.
Yıkmak kolay, ihya ve inşa etmek zordur. Mehmet Akif bunu ne güzel anlatır:
“Gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen
İki kazma kürek iki de ırgat gerek
Hadi gel yapalım şunu geri desen
Bir Sinan, bir de Süleyman gerek”
Şehir Üniversitesinin şansı şudur ki bu geleneğin Sinanları yani Üniversitenin ruhunu ve vicdanını yaşatan yüzerce hocaları, binlerce öğrencileri ve mezunları bugün ayaktalar. Güç ve baskı ile değil hikmet ve adalet ile hükmedecek Süleymanı da mutlaka gelecektir.
Bu Süleyman ise fani bir şahıs değil, Şehir Üniversitesi ile birlikte adalet ve merhamet düzenini ihya edecek olan bir şahsi manevidir, başka bir deyişle kollektif bir şahsiyettir, ortak vicdanı ve aklı temsil eden bir erdemliler topluluğudur.”
Bir Mevlana talebesi olarak vuslatı geciktirme arzusu barındırabilir düşüncesiyle Rabbimden hiçbir zaman uzun ömür duasında bulunmadım. Ama bugün bütün yüreğimle ve varlığımla Rabbime “Şehir Üniversitesini ihya etmeden emanetini alma” niyazında bulunuyorum.
Son söz olarak bilinmelidir ki: “Hiçbir şey bitmedi, Her şey yeni başlıyor”
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.