Tarih Unutmaz!
2013 yılında Japonya ve Türkiye hükümetlerinin imzaladığı iş birliği anlaşması sonucunda Sinop İnceburun mevkiinde Nükleer Güç Santrali projesinin gerçekleştirilmesi için gerekli başvurular yapılmıştı. Japon hükümetinin tek taraflı olarak antlaşmadan çekilmesine rağmen çevresel etki değerlendirme başvurusu sonlandırılmamış ve 11 Eylül 2020 tarihinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ÇED Olumlu kararı verilmişti. Bu karara itiraz eden TEMA Vakfı, TTB, TMMOB, KESK ve daha birçok sivil toplum örgütü ve yurttaşın davacı olduğu dosyalar 28 ve 29 Mart tarihlerinde Samsun Bölge İdare Mahkemesi'nde görüldü. İlk gün duruşması yapılan dosyalarda davacı taraf vekilleri ve yetkilileri, ÇED olumlu kararının iptaline ilişkin istemlerini yineleyerek detaylı iptal gerekçelerini mahkeme heyetine sundu.
“Yaşamak İstiyorsan Sana Yaşam Verenleri Yaşatacaksın!”
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, davaya ilişkin olarak yapılan basın açıklamasında, merhum Hayrettin Karaca’nın “Yaşamak istiyorsan sana yaşam verenleri yaşatacaksın” sözünü vurguladı.
Duruşmanın ikinci gününde ise, TEMA Vakfı’nın Vekili, yapılan yargılamanın 11 Eylül 2020 tarihinde verilmiş ÇED olumlu kararına ilişkin olduğunu, davalı tarafın bu tarihten sonra yaptığı işlerin bu davada konu edilemeyeceğini hatırlatarak beyanına başladı. Konuya ilişkin itirazları açıklamasının ardından, davanın tarihi önemi olan bir dosya olduğunu ve tarihin asla unutmayacağını ifade etti.
Duruşmadaki beyanında ÇED mevzuatındaki eksiklikleri vurgulayan Deniz Ataç ise, son 6 ayda maden atık barajlarında yaşanan kazalara değinerek nükleer santraller için tehlikenin çok daha büyük olduğunu söyledi. ÇED dosyasında bina yapım yönetmeliğinin esas alındığını hatırlatarak, “Hem yerel hem de küresel riskler dikkate alındığında, Çernobil'de ve Fukusima'da yaşanmış felaket gözümüzün önündeyken nükleer santrallerden vazgeçilmesi gerekiyor. Bina yapar gibi nükleer tesis yapılmamalı” diyerek ÇED olumlu kararının iptal edilmesi talebini yineledi. Ataç, “TEMA Vakfı olarak enerji eldesinde; ekosistem üzerindeki baskıların en az olacağı, temiz-yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji üretimi politikalarının kesiştiği yöntemlerin tercih edilmesinin önemini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Santral yapılmak istenen bölgenin fauna ve flora açısından değerli bir bölge olduğunu ve Kuzey Anadolu fay hattına yakınlığını hatırlatıyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.
Nükleer Sürdürülebilir Değil!
İnşaat, işletme ve söküm süreçleri boyunca, karasal ve denizel flora ile fauna üzerinde geri dönüşü mümkün olmayacak riskler taşıyan projeye, ekolojik hassasiyetler ve çevresel maliyetler gözetilmeden Olumlu ÇED Raporu verilmesi, çeşitli endişeleri doğuruyor.
Türkiye’nin enerji ihtiyacının, güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji santrallerini dağıtık bir şekilde konumlandırarak ve enerjinin mümkün olduğunca yerelleştirilmesi sağlanarak çözülebileceği bilinse de, enerjide merkezileşme ve mega projelere olan ilgi çevresel maliyetler ve ekolojik tahribata rağmen azalmıyor.
Sinop Nükleer Projesi bir Ekokırımdır!
ÇED raporunda görülebileceği üzere yakınında tabiat parkı, tabiat koruma alanı ve yaban hayatı geliştirme sahaları bulunan proje sahası, bölgenin biyolojik çeşitliliği için önemli bir yer tutuyor. İşletme aşamasında, gerek santralin endüstriyel süreçler için su ihtiyacı, gerek hammadde temini ve radyoaktif atıkların taşınması ve depolanması, gerek santralin deşarj faaliyetleri açısından doğal yaşam üzerinde tehdit oluşturan faaliyetlerin devam edeceği öngörülüyor. Bu yönleriyle proje, ekolojiye karşı işlenen suçlara ilişkin güncel tartışmalarda kabul gören, çevreye ağır ve geniş çapta ya da ağır ve uzun vadeli bir biçimde zarara yol açacak bir ekokırım niteliği taşıyor.
Nükleerin Acil Eylem Planı Olmaz
Hazırlanan dosyaya göre, herhangi bir kaza olması durumuna karşı 30 kilometrelik bir yarıçapı kapsayan acil durum eylem planı oluşturulması planlanıyor. Ancak, Çernobil’de gerçekleşen patlama sonrasında yapılan araştırmalara göre; radyonüklitlerin atmosferdeki salımları 200.000 kilometrelik bir alanda etkili olmaktadır. Dolayısıyla proje için hazırlanan acil durum eylem planı bilimsel değildir. Çernobil’deki radyasyon hâlâ yaşanabilir seviyelere düşmediği gibi, o dönemde Türkiye’nin Karadeniz kıyılarını etkisi altına alan radyoaktif bulut ve yağmurlar sonucu bugün Karadeniz kanser vakaları ile kırılmaktadır.
Bir diğer önemli husus ise enerji üretimi sonrasında ortaya çıkan radyoaktif atıkların ne yapılacağıdır. Nükleer santrallerin faaliyetlerinden ortaya çıkan radyoaktif atıkların bertarafı günümüz teknolojisinde hâlâ çözülememiştir. Projenin hayata geçirilmesi durumunda oluşacak radyoaktif atıklar için yürütülecek tek bertaraf yöntemi atıkların depolanmasıdır. Atık depolaması konusunda henüz gelişmiş bir yöntem olmamakla beraber Türkiye’de denetim mekanizmasının nasıl işletileceği akıllarda soru işareti bırakmaktadır.
Santralin nükleer atıklarının bertarafının ÇED raporunda konu dahi edilmemiş olması ÇED olumlu kararının denetim ve uygulama süreçlerindeki sorunlara işaret etmektedir. Raporun entegre ÇED olarak yapılmamış olması, projenin kümülatif etkilerine değinilmemesi raporun önemli eksikliklerindendir.
11 Mart 2011 tarihinde Japonya'nın Fukuşima şehrinde deprem ve depreme bağlı tsunamiden kaynaklı olarak nükleer santral su alarak reaktörleri çökmüştür. Nükleer felaketin sebebi ise tasarımda bu kadar büyük bir felaketin öngörülememiş olmasıydı. 18 bin kişinin yaşamını yitirdiği, 150 bin kişinin tahliye edildiği Fukuşima felaketinden de anlaşılabileceği gibi doğanın insan tahayyülünün üstünde ve tahmin edilemez olması, tesislerin tasarım kriterlerinin yetersiz kalmasına ve acil eylem planı olarak baz alınan senaryoların afet sırasında işlevsiz kalmasına neden olmaktadır. Üstüne üstlük değişen iklim ve yaşanan aşırı hava olayları tahmin edilemezliği yükseltmekte, yaşanacak iklim krizi kaynaklı bir afet sırasında nükleer enerji santralinin akıbetinin ne olacağına dair herhangi bir plan bulunmamaktadır.