Davutoğlu Hükümetin 100 Gününü Değerlendirdi
Davutoğlu konuşmada şu ifadelere yer verdi;
“Bizim için değil bütün mazlum milletler için de istiklal müjdesi olan Büyük Taarruz Zaferimizi kutlar, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İstiklal komutanlarını ve şehitlerimizi rahmetle anarım.
Seçimlerden bu yana bugün gün 95 gün geçti. Birkaç gün sonra bütün iktidarlar için bir sınama ölçüsü olan ilk 100 günü tamamlamış olacağız.
Bu 100 günün iktidar karnesiyle ilgili başta iktidara destek vermiş olan kardeşlerim olmak üzere sizlerle bir hasbihal gerçekleştirmek istiyorum.
Seçimlerin ardından iktidar sahipleri, beklendiği üzere, 2018’den bu yana ürettikleri bataktan çıkmak adına, bazı kadroları yenilediler.
Peki bu durum ülke adına ne ifade etti?
Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, bütün rezervlerimize rağmen bu kadrolara desteğimizi açıklamaktan geri durmadık ve ilk günden itibaren yapıcı bir muhalefet ortaya koyacağımızı ilan ettik.
Yeter ki, kendi yarattıkları irrasyonel sarmaldan çıkış için bu kadroları bağımsız kılsınlar. Kurumların şeffaflığını artırsınlar.
Öngörülebilirlik zeminini güçlendirsinler.
Hiç olmazsa ilk adım olarak bunların yapılması, ülkeye güvenin tesisi için umut aşılayıcı bir süreci başlatabilirdi. Lakin maalesef, milletimiz adına umutla bakmak istediğimiz ettiğimiz dağlara yine karlar yağdı.
Neydi Sn. Mehmet Şimşek’in altını çizdiği hususlar?
Rasyonellik, Şeffaflık ve Uluslararası normlara uygunluk idi değil mi!
Peki 100 günlük bu süreçte bu iddiaların altını dolduracak ne yapıldı, bir bakalım.
Öncelikle Kur Korumalı Mevduattan çıkış çabalarını olumlu bulduğumu ifade etmeliyim. Her ne kadar bu meselede şeffaflık sorunu devam etse, “Kime ne verildi, ne kadar verildi” sorularının cevabını alamadıysak da, bu faiz ve rant sisteminden bir şekilde çıkma çabası olumlu.
Lakin “Şeffaflık adına ne yapıldı?” diye sorulduğunda, cevabının koca bir “hiç” olduğu ortada. Oysa yeni dönemin ilk cümlelerindeki sözlerden biri buydu. Tıpkı Damat Bakan ve Sn.Nebati dönemlerinde olduğu gibi dövizi baskılamak için, arka kapıdan en az 4 milyar dolarlık bir döviz satışı gerçekleşti.
Her gece bir vergi çıkarmanın dışında, öngörülebilirlik adına yaptıklarının ne olduğunu ise bir türlü anlayamadık.
Uluslararası normlara uygunluk meselesinde ise, “gri liste” utancından ülkeyi çıkarma gayretinin dışında atılan bir adıma şahit olamadık.
Hala düzgün çalışan bir döviz piyasamız ve tahsilat politikamız maalesef yok! Halkın sırtına bindirilen dolaylı vergilerle bütçe açığı kapatmak; herkesi asgari ücretli haline getirmek ve hepsiyle birlikte, emeğin değersizleşmesini üreten bu sistemden çıkışla alakalı hiçbir umut ışığı üretemediler.
İlk geldiklerindeki heyecan dalgası, yerini bu kadroların İMF Kayyımı olup olmadıkları sorularına bıraktı. Daha şimdiden, açıklanacak OVP’nin ekonomi çevrelerinde hiçbir beklenti oluşturmadığını görmek ne demek istediğimize daha bir açıklık kazandırır.
Aziz milletim;
Sn. Cumhurbaşkanı ve arkadaşları 2 yıl önce “Nas” diyerek, “Çin modeli” diyerek yeni bir ekonomik modele geçildiğini ilan ettiler.
O model 4 ayda çökünce, ömrünü uzatmak için Kur Korumalı Mevduat diye bir şey icat ettiler.
Hani şu aslı 70’li yıllara dayanan ve Özal’ın ve rahmetli Adnan Kahveci’nin gelecek nesillere, zinhar bu ülkeye tekrarını yaşatmamalarını vasiyet ettikleri sistem.
Her fırsatta “nas var” diyerek sizlerin dini hassasiyetlerine seslenen bu iktidar, 700 Milyar TL' den fazla kamu kaynağını toplumun en zenginlerine aktardılar.
O günden bu yana dolar 4 katına çıktı. Konut ve kira fiyatları ise tam 6 katına çıktı.
Son alınan kararla da MB faizi 2 yıl öncesinin 6 puan, kredi faizleri ise 15 puan üstüne çıktı. Milletimizi dünyanın en yüksek 5.enflasyonuna mahkum edilirken; Enflasyon 3 katına çıktı ve gelir dağılımı daha da bozuldu. Milyonlarca vatandaşımız ciddi bir barınma kriziyle başbaşa kaldı. Ev sahipleriyle kiracılar birbirine girdi. Milletimiz ciddi bir suç ve yozlaşma iklimine maruz kaldı.
İktidarın çözüm diye ortaya attıkları ise suç dosyalarını kabartmaktan başka bir işe yaramadı. Millet çözüm olarak köyüne, kasabasına geri dönmeye çalışıyor; onda bile ciddi maliyetler ve riskler oluştu. Bu iktidar ise maalesef bütün bu tabloyu dış güçlere, dünya şartlarına bağlamaktan geri durmadı.
Peki bu günlere nasıl geldik? Yapmayacağımız şeylerin sözlerini nasıl verdik? Kendi günahlarımızı neden başka yerlere havale ettik? Gelin esas bunun muhasebesini yapalım.
Madem iktidar sahipleri nassa atıf yapıyor, hodri meydan. İslam ahlakının temelini teşkil eden adalet, emanet, ehliyet, liyakat, kul hakkı, gibi pek çok ilkesel meselede kendi ellerinizle neler yaptınız, hangi büyük cürümlere imza attınız onu bir irdeleyelim!
Ben sizlere görüşlerimi anlatacağım, dileyen öğüt alır. Varsa yanlışlarımız, sizler de bizleri uyarın. Ama bu meseleleri açık yüreklilikle tartışmaktan kaçınmayalım. Bırakın yılları, ayları geçen her gün her saat içinde bulunduğumuz kısır döngüyü daha da derinleştiriyor. Unutmayalım ki; insanın dostlarına yapacağı en büyük iyilik, iyi günde de, kötü günde de uyarmaktan vazgeçmemektir!
Ne diyordu adaletin timsali Hz.Ömer hatırlıyor musunuz?
Diyordu ki o mübarek insan: “Yanlış yaptığımızda bizi uyarmazsanız sizde hayır yoktur; uyardığınız halde sizi dinlemezsek bizde hayır yoktur”. Gelin şiarımız bu olsun.
Unutmayalım ki cehalet, sadece bilgisizlik değildir. Hırs, tamahkarlık, güce tapınç onun kardeşleridir.
Hiç kimse “ben halihazırda varolanı daha beter hale getireceğim, milletin çanına ot tıkayacağım” diye yola çıkmaz.
Hatırlarsanız bizler de öyle yaptık. Bu ülkenin en dezavantajlı kesimlerinin kimliksel talepleri başta olmak üzere, ülkeyi hukuki, siyasi ve iktisadi bağlamda mamur hale getirmek için canımızı dişimize, gecemizi gündüzümüze kattık. Yıllarımız böyle geçti. Sizler de bize destek verdiniz.
Peki ne oldu da bugünlere geldik? Hepinizin aklındaki soru da bu değil mi? “Ne oldu? Nasıl oldu? Niçin oldu?” soruları değil mi akıllarınızı ve nefislerinizi kasıp kavuran?
Şu kadarını söyleyeyim ki bu konular dinimizin emirlerinin de kökeninde olan konulardır. İnsan nasıl doğru, dürüst, namuslu, şerefli olduğunda bu durum bütün çevresine olumlu etki ederse, bir sistem de ahlaki zemin üzerine inşa edilirse bütün bir ülkeye, hatta insanlığa faydalı bir vasat oluşmuş olur.
Peki 2016’dan bu yana bizim bu yürüyüşümüzün engellenmesinin ülkeye bedelleri ne oldu?
Biz geçmişten bu yana, yani AK Parti öncesinde de yaşanan yozlaşmaların engellenemediği bu sistemi kökten değiştirme amacı taşımaktaydık.
O günlerde halkımızın teveccühünü almış, bir seçim kazanmıştık; elimiz güçlenmişti ve tarihi bir fırsatı yakalamıştık.
Bu ülkede yanlış giden, rantı, yolsuzluğu, yozlaşmayı oluşturan pekçok şeyi değiştirebilme gücü artık elimizdeydi. Önümüzde hiçbir engel kalmamıştı. Bu ülkenin mütedeyyin insanları olarak, Rabbimizin emrettiği ve razı olduğu ahlak libasını bu sisteme giydirmemiz mümkündü.
Bundan sadece bir takım çıkar çevreleri, 28 Şubat artıkları, Millete sülük gibi yapışmış, hazineyi rant iştahıyla hortumlayan, milletin alın terini heder eden, ülkeyi fakirleştiren zümreler rahatsız olurdu. Ama biz böyle düşünürken, engeller maalesef en yakınlarımızdan geldi. Maalesef, birlikte yol yürüdüğümüzü sandığımız, refik olarak gördüğümüz klikler bizi tehdit olarak algıladılar.
Kamu kaynaklarını vahşi bir servet transferiyle yakınlarına aktarma amacı taşıyanlarla, bunların hedeflerini görmekten uzak liyakatsiz muhterisler yolumuza taş koydular.
O günlerden bu yana maalesef ülke gün yüzü görmedi, göremedi. Nasıl görsündü ki? Milletin alın teri olan kaynaklar bilinçli şekilde birilerine aktarılsın diye bir sistem kuruyorsanız, bunun elbetteki milyonlara ağır bedelleri olacaktır.
Türkiye’de bu işi elbette bunlar başlatmadı. Ülke onyıllardır kamu kaynaklarının iktidarlar tarafından sömürüldüğü bir ülke idi. Ama biz millete hangi sözlerle gelmiştik hatırlayın. Biz bu bozuk düzeni devrimci bir ruhla ıslah etmek için gelmiştik.
Rabbimiz de Kuran-ı Kerim’de “Malı öyle bir paylaştırın ki, o mal sadece belli bir zümre arasında dönüp dolaşan bir emtia haline gelmesin” diye buyurmuyor muydu? Onca yıldan sonra, bu amaca yürüyecek sistemsel dönüşümleri yapmak gerekmez miydi? Peki biz bundan başka ne istedik ki?
Allah aşkına sorarım sizlere. Siyasi ahlak yasası, imar rantı yasası, ihale yasası, siyasi partiler yasası, şeffaflığın inşası, hukuk sistemini daha adil hale getirmek, gücün tek elde toplanmasını engellemek, bunların tümü aklı ve vicdanı olan bir müslümanın itiraz edeceği şeyler midir?
İslam sadece tarihi anmak, ibadethanelerle övünmek, kazanımlarla yetinip gerisini düşünmemek midir? İslam sadece sizi yıllarca hakir görmüş jakobenlere galebe çalmak mıdır? Yoksa asıl o jakobenlere benzememek midir mesele! Ne diyordu rahmetli Aliya İzzetbegoviç? “Savaş, düşmana benzediğinde kaybedilir” demiyor muydu? Peki bizim sınavımız sadece ele geçen gücü korumak mıdır, yoksa o güç ile adaleti hakim, insanları mutlu kılmak mıdır?
Unutmayalım ki güç gelip geçicidir ve bir araçtır. Amaç dünyayı imar ve ıslahtır. İnsanlığa adil, huzurlu ve yaşanabilir bir dünya sunmaktır. Araçlar sadece imtihan vesilesidir, amaç değildir. Eğer ona saplanıp kalırsanız hem imtihanı kaybedersiniz, hem de yaşadığınız coğrafyadaki insanlara büyük zararlar verirsiniz. Nerede kaldı “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ilkesi?
Aziz kardeşlerim,
Kabul edelim ki bugünlere maalesef muktedirlerin bu bilgilerden mahrum zihniyetleri yüzünden geldik. Hiç gücün araç olduğunu, Rabbimizin imtihanı olduğunu bilen bir müslüman ona teslim olur mu? İktidarın ateşten bir gömlek olduğunun nice kıssalarına vakıf olmaz mı? Onu elde tutmak için hayatı boyunca öğrendiği ve baştacı ettiği ilkeleri ayaklar altına alır mı? Gücü sağlama alacağım diye milletin hazinesine, malına, mülküne göz diker mi? Nesillerin geleceğinden çalabilir mi?
Cehaleti bilgisizlik sanmayın. “Cehalet tamahkarlığın kardeşidir” demiştik ya hani. İşte bizden sonra izlenen siyasetlerin de kökeninde bu bilinçli hesap yatmaktaydı. Bakın ülkeyi batırana kadar irrasyonel bir ideolojiyle hareket ettiler. Şeffaflık ve hesapverirliği de ortadan kaldıran bu sistem belli bir kliğin zenginleşmelerini sağlıyordu. O zenginleşmenin ve kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesinin ne takibi yapılabiliyor, ne hesabı sorulabiliyordu. Lakin, bileşik kaplar misali, onlar ne kadar tamahkarlık ederlerse milyonlar da o kadar fakirleşiyordu. Onlar ne kadar hakkı, hukuku, yasayı kendileri için işletirlerse milletin hukuku o kadar yara alıyordu. Baktılar ki iş günden güne daha bir batağa saplanıyor, dün “faizci” diye meydanlarda aşağıladıkları, adeta ülkeden kovaladıkları bürokratları şimdi işin başına getirdiler.
Doğrudur, zararın neresinden dönülse kârdır. Lakin aziz kardeşlerim, bütün bu süreçlerin de yasaları var. Öyle “ben bozdum, ben düzeltirim” demekle, dün denemesini yaptığının tersini bugün yaparak işleri düzeltmek öyle mümkün olmuyor.
Bakın, bu kadrolarla bizler de çalıştık. Bu kadroların tıpkı bizim dönemimizdeki gibi, başka bir düzende olsa ülkeye faydalar sağlayacağını söylemekten geri durmayız. Ama dedik ya, bu işlerin de, bu süreçlerin de yasaları var. Ülkeyi sistemik olarak harap ettikten sonra sadece finansal düzlemde yapılacak icraatlarla işleri hal yoluna koymak kolay değil. Lakin bunlar istiyor ki, hem kendi gemileri yüzsün, hem de ülkenin batan gemisi kürek mahkumları sayesinde ayakta kalsın. Hem şeffaflıktan uzak işler sorgulanmasın, hem de bunların verdiği zararların adreslerinde hedef saptırabilelim. Hem rant devam etsin, hem de bunun verdiği zararlar servet sahiplerine dokunmasın.
Bir iki ismi vitrine koymakla sistemik bozulmayı engelleyemezsiniz. Bakın bir taraftan yeni isimlere yol vermek zorunda kalıyorlar, diğer taraftan yaşanan ekonomik çöküşün mimarlarından olan eski MB Başkanını BDDK’nın başına atıyorlar. Neden? Çünkü bankacılık sisteminde gizlenen şeylerin açığa çıkmasını istemiyorlar; eski çark aynen dönsün istiyorlar. Kimler bu ülkeye ne zararlar verdi, sorgulansın istemiyorlar.
Samimi olsalardı bir yapısal reform modeli ortaya koyarlardı. Öncelikle kamusal tasarruf tedbirlerini açıklarlardı. Halka derlerdi ki; “Uçaklarımızı satıyoruz. Lojmanlardan çıkıyoruz. Ben devlet olarak bütün gelirlerimden vazgeçiyorum. Ve ülkenin sorumlusu olarak vasat ücret ne ise sizden onu alacağım” diyebilirlerdi.
Ama bir kesime “sana KKM ile paraları aktaracağım”, öbür kesime dönüp de “senin vergilerini bu servet sahiplerine aktaracağım” demeyeceksin. Gelir adaletinin bu kadar bozulduğu şartlarda dar kesimlerin kemerlerini daha da sıkmaya, ücretlilerin ve emeklilerin milli gelirden aldığı payı daha da düşürmeye dönük eski neo-liberal reçeteleri uygulamak zulümdür. Bu adalet değildir.
Türkiye’de gelir adaleti meselesine neşter vurulmadan hiçbir sözde tedbir çare olamaz. İşin doğru yasası da bunu emrediyor zaten.
Allah hakkı için soruyorum kardeşlerim! Bu ülkeyi bu hale emekli, işçi, çiftçi, ücretli mi getirdi ki bedelini onlar ödüyor?
Böyle giderse stagflasyondan, üretimin durmasından, işsizliğin artmasından kurtulamayacağız. Asıl zemheri günlere henüz ulaşmadık. Daha önümüz kış. Bu fakir fukara nasıl ısınacak? Doğalgaz, kömür, elektrik faturalarını nasıl ödeyecek? Temmuz ayında %9.5 enflasyon olması demek, Aralık ayında bu enflasyonun nerelere çıkacağının işaretidir.
Aldığı 7500 lira maaşı bir haftada tüketen emekli, 3 hafta boyunca ne yiyip içecek, kirasını, faturasını nasıl ödeyecek sorarım size. Şimdi bu fakirleşme ve fakirleştirmeye dış güçlerin işi diyebilir misiniz? Hadi diyen varsa çıksın da alnını karışlayalım. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Vicdanlarınız bu haksız düzenin devamını nasıl kabul ediyor? Vatandaşın onurunu ayaklar altına alan, bunalımlara girip cinnet geçirmelere, intiharlara kadar sürükleyen bu düzen sorgulanmayacak mı?
Bu konularda nas yok mu değerli kardeşlerim, sorarım sizlere! Yetime, yoksula, yolda kalmışa, garip gurebaya bir çıkış yolu sunmak ve çıkış yolu sunacak şahsiyetlerin yetişmesi, sistemlerin kurulması için gelmedi mi bu din?
Hadi diyelim ki yaşadığımız sorunların bir kısmı gerçekten dış sebeplerden, o halde önce bu servet avcıları elini taşın altına koymalı değil midir? Halktan aldığınızı halka vermekten sizi alıkoyan nedir? Yetmedi mi yıllardır Hazine’ye çöreklenmeniz !? Yetmedi mi aldığınız ihaleler !? Yetmedi mi dünyalıklarınız !?
Şimdi, körü körüne bir itaati dini vecibe zanneden değerli kardeşim, sormayalım mı bu soruları? Kul hakkı yiyenlerin cehennemle korkutulduğu nasları unutup “fakirler Cennete beşyüz yıl erken girecek” diyen safsataları mı tekrarlayalım?
Cahilce bir düzeni “nas var” diyerek savunanlara, biz de battıkları bataklığa ilişkin nasları hatırlatmayalım mı? “Bakın biz olsaydık, KDV ve ÖTV’yi bir kenara koyardık; zira bu ülkede milletin emaneti olan hazine kaynaklarına çöreklenmiş bir sınıfa vahşi bir servet transferi oldu; önce bunların gelirlerini vergilendireceksiniz” diye bunların yüzüne haykırmayalım mı?
Buradan oluşacak kaynağın sadece ve sadece üretime, Ar-ge’ye ve tarıma ayrılması gerektiğini kafalarına vura vura söylemeyelim mi? Rantiye semirdikçe semirirken, 2023’ün ikinci çeyreğinde sanayimizin %2.6 küçülmesinin sebeplerini sorgulamayalım mı? Bütüncül Yapısal Reformlar olmadan ülkenin düzlüğe çıkamayacağı gerçeğini yüzlerine vurmayalım mı?
Oligarkların çıkarları devam edecek, yanlışların bedeli bunlardan sorulamayacak, elde edilen servetlerin kaynakları sorgulanamayacak ama milletin kan kusup kızılcık şerbeti içmesi beklenecek! Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa!
Ya bütün bu süreçleri “kurtlu bulgur” diye meşrulaştırmaya çalışan sözde akil insanlar, sizlerin vicdanları hiç mi yara almaz olan bitenden? Ey 28 Şubat’ın kara kışında birlikte onur mücadelesi verdiğimiz ama şimdi iktidar korkusuyla bizimle selamlaşmaktan korkan kanaat önderleri, ilim adamları, akil insanlar biz bu soruları sormayınca sizin vicdanınız rahat edecek mi? Yanlışı karşı taraf yapınca yükselen sesimizin daha katmerli yanlışları dini kavramlar kullanarak yapanlar ve bu yolla o kavramları da tüketenler karşısında kısılacak mı? Hep beraber dilsiz şeytanlar mı olacağız?
Tarihteki nice alimin hakkı söylemekten çekinmediği için uğradığı zulümleri konu ederiz, onlara bu muameleri reva görenleri ilkelerimizle eleştiririz ama gelgelelim, iş aynaya bakmaya geldiği zaman hepimiz kaçacak delik ararız. İslamilik, millilik, yerlilik dendiği zaman mangalda kül bırakmayanlara bir de bu gözle bakmanızı tavsiye ederim.
Milletin hakkı, hukuku, Allah’ın korunmasını emrettiği emanetler söz konusu olduğunda neden bu zümreler sus pus olur? Geçtik susmayı, neden o günahlara geçerli sebepler üretmeye çalışır? Neden o sebeplerle milleti kandırmaya çalışır? Hadi ki milleti kandırdı, peki Cenab-ı Hakkı kandırabilmek mümkün müdür? Emin olun onlar sadece kendi nefislerini aldatmaktadırlar.
Değerli kardeşlerim,
Bu yeni yönetim ve onları atayanlar gerçekten samimi olsalardı, yıllardır itinayla saklanan ve karartılan TÜİK ve MB verilerini açıklamakla işe başlarlardı. Şu işe bakın ki, millet maaş zammı alacağı zaman düşük açıklanan rakamlar, işlerine geldiğinde değişiveriyor. Maalesef ekonomi yönetiminin şu anki görüntüsü bir Kayyum görüntüsüdür. Karşımızda, trilyonlarca iç ve dış borcun tahsili için milletin sırtına bindirilmiş bir bürokratlar manzumesi var adeta. Parayı bulabilirse ne ala. Bulamazsa zaten onlara da yol görünür. Ama hepsinden önemlisi, işleri yoluna koymak için bulunan çözümün milletin sırtına binmekten, cebine sofrasına, kaynamakta zorlanan tenceresine cebelleş olmaktan başka bir görüntü vermemesidir.
Yıllarca şunu söyledim: “3K, bu iktidarı bozmuştur.” Nedir bu 3K?
Sağa sola, şirketlere, belediyelere kayyım atamak, Kamu kaynaklarını yandaşlara aktarmak, Ve gece yarısı yayınlanan ve her detayı bir çıkar grubunu tatmin etmek için çıkan kararnamelerle kendilerine imkanlar sağlamak.Yahu biz bu düzeni yıkacağız diye gelmedik mi? 9 kişiye bir pul, 1 kişiye 9 pul mantığını ortadan kaldırmak için gelmedik mi? Vergiyi adeta haraç haline getirenler milletin hakkını hukukunu nasıl koruyabilir? 7 yıldır bunlar kamu bütçesini emanet gibi görmediler! Böylece sömürürken de vicdanları bir lahza sızlamadı! Peki var mıdır nasda buna cevazı?
“Emanete hıyanet edenin dini de olmaz” sözü kime aitti hatırlar mısınız? Kimine göre hadisi şerif, kimine göre Hz. Ömer’in sözü. Ta Hz. Peygamber döneminden bu yana, ashabın birbirine uyarı mahiyetinde ilettiği bu söz kaynaklarımızda yer almıyor mu? Peki emanet, hem yönetim hem de beytülmal, hazine anlamına gelmiyor mu? Dün de öyleydi, bugün de öyle!
Peki sorarım sizlere, bu hususta sizler bu iktidar ve ortaklarından razı mısınız? Eskiden derdik ki; “devlet zengin, halk fakir” Şimdi ise devlet fakirleştirildi, halk yoksullaştırıldı ama bunlara yakın çevreler adeta Karunlaştılar.
Şimdi tekrar sorayım size; Dini değerlerimize taammüden bu derece zarar verildiği başka hangi dönemi hatırlıyorsunuz? Sakın bana dindarlara baskı yapılan dönemlerden bahsetmeyin! Bizler o zamanlar onurla direnirken, her dile getirdiğimiz nassın toplum nezdinde bir itibarı vardı. Şimdiyse, nass kavramının bu iktidar sahipleri yüzünden alaya alındığı günleri yaşıyoruz. Zulme karşı direnişler serdederken övünerek ve onurla kullandığımız kavramlarımız, maalesef şimdilerde kendi gençlerimiz tarafından bile sorgudan geçirilmekte.
Sorarım sizlere; sürekli din ile uğraşan şahinleri hedef göstermekten sıyrılıp ne zaman bu gerçekleri sorgulayacağız? Dışarıdakini suçlarken gösterdiğimiz bonkörlüğü ne zaman iç dünyalarımıza da yansıtacak, hakiki sorgulamalar içine gireceğiz? Olmaz kardeşlerim olmaz. Kol kırıldığında her zaman yen içinde kalmaz! Biz, biz olmaktan çıkmışsak, şapkayı önümüze koyup düşünme zamanıdır. Hatta zaman çoktan önümüzden akıp geçmektedir, bilesiniz.
Değerli Vatandaşlarım,
Şunu açıkça anlamalıyız ki, finansal sistemin manipülasyonlara açık hale getirilmesi sistematik bir soygundur. Nasıl ki, maaşlara zam yapılacağı zaman düşük enflasyon rakamı açıklamak Deli Dumrul’un bile yapmayacağı bir soygunsa bu da böyledir. Zaten sistem ve başındakiler soygunculuğa bir kere alışmışsa, bu her alanda böyle gider.
Hükümetin sözde düzeltmek adına el attığı her alanın adeta kuruduğu gerçeğiyle yüzleştiğimiz günlerden geçiyoruz. Sonunda ne çiftçilere verilen sözleri tuttular ne de ülke güvenliğini iddia ettikleri ölçüde sağlayabildiler. İşte sokakların hali. İllegal yapılar, mafyalar, tehdit edilen esnaflar, gasp, haraç çeteleri ve sade vatandaşın bile sorunlarını silahla çözmeye başlaması, toplumda yaşanan kirlenme ve yozlaşma ikliminin sebepleri üzerinde bizleri daha fazla düşünmeye ve sorumluluk almaya itmekte.
Bütün bunlar yetmezmiş, sanki ülke adeta Vahşi Batı filmlerini andırır tarzda bir iklime sürüklenmemiş gibi, bir de ucube bir infaz yasası sistemini milletin başına musallat ettiler. Çete-mafya-uyuşturucu babaları, kimler varsa affedildi. Hırsızlık, cinsel taciz hepsi bu infaz affı torbasının içine katıldı. Düşünün ki; 5 yıla kadar bir cezanız varsa hiç yatmıyor, direkt dışarıya çıkıyorsunuz. 5 yılla 10 yıl arası cezanız varsa, 1 ay, evet yanlış duymadınız, sadece 1 ay kapalı cezaevinde kalıyorsunuz. 10 yıldan sonra ceza alırsanız sadece ve sadece 3 ay yatarı var. Bir de “Ülke Teksas’a döndü” dedik diye bize kızıyorlar. Dönmedi mi? Soruyorum aziz kardeşlerim bu hak mıdır reva mıdır?
Hani nas vardı!? Hani İslam başımızın tacıdıydı!? İslam’ın neresinde bu adaletsiz infaz sistemi vardır? Siz ne hakla esnafa kurşun yağdıran haraççı çeteleri keyfe keder affedebilirsiniz? Siz hangi hakla, kişilere karşı işlenmiş hırsızlık, tecavüz, darp, şiddet, işkence suçlarını cezasız bırakabilirsiniz? Devlet kişilere karşı olan suçları affedemez diyen Erdoğan kendisine yönelik hakaret suçlarını bile affetmezken, vatandaş Ali’nin canına, vatandaş Ayşe’nin namusuna, vatandaş Mazlum’un malına, uyuşturucularla gencecik yavruların geleceğine kast edenleri nasıl affedebilir?
Kahrolmamak işten değil! Siz nasıl olup da zaten emeğine tasallutta bulunduğunuz bir halkın, bir de ırzına, namusuna, canına, çoluğuna çocuğuna, ailesine kasteden, ekmeğine kan doğrayanlara bu hakkı tanıyabilirsiniz!!
İşte son olaylar! Hakim haklı olarak 5 yıl ceza veriyor ama adam 1 gün bile yatmayacak. Devlete karşı işlendiğini iddia ettikleri suçlarda yaşlılığa, hastalığa bile bakmadan insanları cezaevlerinde ısrarla tutarak ikinci bir defa cezalandırırken, kişilere karşı işlenen suçları keyfe keder affediyorlar. Günahı, suçu, şiddeti, insan onuruna ve canına kasteden canilikleri, nesilleri bataklığa iten vahşilikleri cezasız bırakmak da neyin nesidir?
Bakın İstanbul’un ortasında bu karteller bir polis memuru kardeşimizi şehit ettiler. Peki seçimden önce ne yapmışlardı? Ankara’nın ortasında gencecik bir siyasetçiyi katletmişlerdi! Herkes de bunların kimler olduğunu gayet iyi biliyordu. Ben de her Cuma günü hükümetten, Adalet bakanlığından bu davanın hesabını sordum. Unuttuğumuz sanılmasın, Sinan Ateş’in katilleri hesap verene kadar bu meselenin takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Genç kardeşimizin kanı yerde kalırsa, gazeteci, siyasetçi demeden hedefe koyanlar cezasız kalırsa, bu bataktan cesaret alanlar toplumu daha fazla hedef almaz mı? İşte bugünlerde yaşadıklarımız tam da bunun göstergesidir. Üstelik infaz yasalarıyla bu çetelere “merak etmeyin 1 gün bile içeride yatmayacaksınız” müjdesini veriyor bu iktidar !! Peki gün geçtikçe bu hükümetin yarattığı bataklıktan beslenerek büyüdükleri anlaşılan bu kartellerin yarın tıpkı Güney Amerika’daki gibi, kendilerine tehdit gördükleri hakimleri, savcıları, üst düzey bürokratları hedefe koymayacaklarının bir garantileri var mı?
Hani nas vardı? Hani can, mal emniyeti ümmetin neferlerinden sorulurdu?! Eşkıya çeteleri şehre indi. Bu terör değil mi? Dini hassasiyetler iddiasındaki bir iktidar döneminde finansal rant döngüsü bir yanda, toplumdaki cinnet hali diğer yanda. Spekülasyonları beslemek bir yanda, çetecileri, mafyaları, suç örgütlerini cesaretlendirmek diğer yanda. Soruyorum şimdi AK Partiye destek vermiş vatandaşlarıma; “Sizler din emniyeti adına bu iktidara destek verdiniz değil mi? Peki İslam hukukunun esasını teşkil eden can, mal, nesil, fikir emniyeti ne olacak?”
Meselemiz kazanımlarımız ya da onları temsil eden binalarımızın, yapılarımızın artması, açılması olmamalı! Onların temsil ettiği bu değerleri öğretmeliyiz çocuklarımıza, gençlerimize. Zaten hiç merak buyurmayın. O yeni nesillerin bu zümrelere insanlığın evrensel normları ve tecrübeleri yanında, dinin kaynakları üzerinden hesap soracakları vakitler de yakındır! Bu karanlık hiç kimseyi aldatmamalı.
Aziz vatandaşlarım
İktidarın bu 100 gününde maalesef hiçbir konuda verilen sözler tutulmadı. Çiftçinin hali perişan. Mazot, girdi fiyatlarındaki artışlar derken, bir de iktidar tarafından ihanete maruz kaldılar. Size kendi memleketim olan Konya’dan bir örnek vereyim. Düşünebiliyor musunuz; tahıl ambarı olan Konya Ovası’nda çiftçilerimiz perişan! Acaba yetkililer TMO Kadınhanı Alım Merkezindeki çiftçilerimizle hiç görüşmüş müdür? İktidar vekilleri hiç onların halini hatrını sormuş mudur? Dertlerine derman olmak için kendilerine acaba şu son günlerde hiç Allah’ın selamını veren çıkmış mıdır? Vallahi biz bir dokunduk bin ah işittik. Hak mıdır reva mıdır değerli kardeşlerim sorarım size.
Bakın mazotun, gübrenin, ilacın fiyatı bir yılda en az 2 katına çıkmasına rağmen, buğday ve arpa geçen seneki fiyatlarından satılıyor. TMO’da tek kritere göre alım yapılıyor ve “kritere uygun değil” denilerek birçok çiftçinin buğdayı alınmıyor. Çiftçi, ofisin almadığı buğdayı tüccara ucuza satmak zorunda kalıyor. Yani sizin anlayacağınız, amiyane tabirle düşene tekme vuran vurana.
Randevu sistemi sağlıklı işlemiyor. Çiftçilere 3-4 hafta sonraya randevu veriliyor. Randevu günü buğdayını TMO’ya götüren çiftçiler, yoğunluk durumuna göre 4-5 gün 30-35 derece sıcak altında sıra bekliyorlar. Çiftçiler buğdaylarını taşımak için anlaştıkları kamyonculara nakliye ödemesi dışında sıra beklerken, günlük 2-3 bin TL ödeme yapmak zorunda kalıyorlar. Hadi ki çiftçimiz bu aşamaları geçti diyelim. Bu defa da buğdayını ofise teslim eden çiftçiye ödemesi hemen yapılmıyor. Ödemeler 40-50 günü bulabiliyor. Böylece, çiftçinin sattığı buğdayın bedelini alması 2-2,5 ayı buluyor. Ne hazindir ki, artan ekim masrafları ve düşük buğday fiyatları nedeniyle çiftçi önünü göremediği için artık ekim yapmak da istemiyor. Çiftçi topraktan soğuyor, ekimden uzaklaşıyor, ülke kaybediyor.
Boşuna “yapmayacakları şeyleri söylüyorlar, tutamayacakları sözleri veriyorlar” demiyoruz. Boşuna, “meselelerimize yapısal ve bütüncül bakmak zorundayız” demiyoruz. “Bir iki palyatif tedbirle bunların bozdukları düzen geri gelmez” diye haykırmıyoruz boşuna. Bir bunların seçim öncesi vaatlerini düşünün, bir de şimdilerde, yani seçimi kazandıkları gecenin üzerinden geçen 100 günlük sürede geldikleri noktaya bakın. Rantiye sınıfı dışında herkes kemer sıkacak. Kimileri, tıpkı Konya’da olduğu gibi zararına üretecek, kaybedecek, borcunu harcını ödemek için tefecinin eline düşecek. Sistem bir yerlerden yozlaşmaya görsün, hiçbir alan bu kirlilikten kurtulamaz.
Bunların dostları bankalardan kredi alıp üretime değil arsaya, arabaya, araziye yatıracak, çiftçi ise arazisinin üzerine alın teriyle ektiği ürününü yok pahasına satacak. Satamayanlar bu sınıfın eline düşecek. Ya bankaya, ya tefeciye teslim olacak.
Şimdi sorarım ey dostlarım, bu konularda nas var mı, yok mu? Faizle ilgili nasları asıl buralarda gündemimize alıp düşünmemiz gerekmiyor mu? Nasıl bir sistemle yönetiliyoruz ve kimler, neden, nasıl, hangi çarkların arasında eziliyor. Peki İslam’ın buna cevazı var mıdır? Bu mudur “yerli-milli” ekonomi modeli? Bunlar bu batıl çarkları döndürürken, düşmana ihtiyaç var mıdır hele bir düşünün!
Bu vesile ile bir sözüm de ülkede bunca haksızlık, yozlaşma, rant mücadelesi varken,
Bu sömürünün çarkları arasında insanlar ezilirken,
Bizlerle bir araya gelmekten korkan sendikacılara…
Milletin hukukunu savunan bizimle görüşmekten bile çekindiniz,
ama iktidar yetkililerinin her talebine boyun eğdiniz!
Şimdi soruyorum sizlere,
Bugün açıklanan memur zamlarından memnun musunuz?
Sizi kendilerini temsil etmek için o masaya oturtan mazlum memur kesimine dönüp “hakkınızı aldık, emanetinize sahip çıktık, sizi enflasyona ezdirmedik?” diyebilecek misiniz?
Resmi rakamlara göre bile %50 ye dayanan enflasyonun olduğu bir ortamda 2024’ün ilk altı ayı için %15, ikinci altı ayı için %10, 2025’in ilk altı ayı için %6, ikinci altı ayı için %5 zammı ayın sonunu getiremeyen 4 milyonu aşkın memur ve 2.5 milyona ulaşan memur emeklisine, onların tencere kaynatamayan eşlerine, harçlık alamayan çocuklarına ve torunlarına nasıl anlatacaksınız?
Memurun hakkını sadece iktidara karşı değil, sendika ağalarına karşı da korumak için iki küçük odalı bir merkezde Memur-Sen’i kuran rahmetli Mehmet Akif İnan bu tabloyu görse size ne derdi hiç düşündünüz mü?
Sizin göreviniz memurun hakkını korumak mı, iktidarın hamasetine dayalı politikasına körü körüne biat etmek mi?
Hiç memur kitlesine dönüp elimizden bu geldi demeyin. İktidara kayıtsız şartsız teslim olmanın bedelini temsil ettiğinizi iddia ettiğiniz memurlara ödetiyorsunuz!
Mesela 11 üyesinden yedisinin Cumhurbaşkanı tarafından atandığı Toplu Sözleşme Hakem Kurulu’nun hükümet kanadına dönerek KKM adı altında faizcilere 700 milyar TL aktarırken cömert, memurlara zam verirken nasıl bu kadar cimri olabiliyorsunuz, diye sordunuz mu? Yoksa talimat Cumhurbaşkanından geldi diye sus pus mu oldunuz?
Soruyorum herkese;
İktidar sendikacılığı yapanlara,
Sendikacılık sayesinde konforlu alanlarda iş tutanlara,
İktidarın hukukunu başkalarınınkinden üstün görenlere ne kadar güvenilebilir?
Pazarlık yapma rolüne soyununca sendikacılık yapılmış olmakta mıdır?
İşte bu yüz güne sizler de şahitlik ettiniz.
Milletin hakkını hukukunu herkesten fazla sizler savunmalı değil misiniz?
Bunun için var değil misiniz?
Peki çiftçileri inim inim inleten ve topraktan koparan alım fiyatlarına karşı Ziraat Odaları niye sessiz? Arpa, buğday, fındık üreticilerinin bu yüz gün içinde yaşadığı karabasandan sonra geçen sene 5700 TL olan Mısır alım fiyatının %60 enflasyonun olduğu bu sene %5 artışla 6000 TL ilan edilmesine niye tepki vermezler?
Sebebini söyleyeyim: İktidarın kurduğu korku ve çıkar iklimi herkesi esir almış.
İktidar sahiplerinin bize olan kinleri de buradan geliyor! Çünkü biz bu korku iklimine teslim olmadık, çıkarlarımız düşünüp bir kenara çekilmedik!
Başta hamaset ve yalana ağır propagandanın tesiriyle Cumhur İttifakına oy vermiş değerli kardeşlerim olmak üzere bütün vatandaşlarıma sesleniyorum!
İktidar son seçim neticelerinden aldığı cesaretle ne kadar zorbalaşırsa zorbalaşsın, korku iklimi ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın asla biz korku iklimine teslim olanlardan olmayacağız.
Çıkar ağları nereleri sararsa sarsın; biz çıkarları için ilkelerini terk edenlerden olmayacağız.
Ümitsizlik rüzgarı kimi esir alırsa alsın, biz yeise kapılanlardan olmayacağız
İktidarı korumak için dini ve milli değerlerimiz ne kadar istismar edilirse edilsin, biz bu değerlerin gerçek temsilcisi olmaya devam edeceğiz.
Riyakar dindarlığa da, din karşıtlığına da asla geçit vermeyeceğiz!
Olduğumuz gibi görünüp, göründüğümüz gibi olacağız.
Çünkü biz Gelecek kadrolarıyız!
Siyasetimiz geçmişin yanlışlarına, düşmanlıklarına, önyargılarına değil, geleceğin vizyonuna ve umuduna ayarlıdır.
Milletin sinesinden yeni bir gelecek güneşinin doğması yakındır!
Allaha emanet olunuz!” ded.